23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI VE ULUSAL EGEMENLİK-AV.YUSUF KARATAŞLI'NIN KALEMİNDEN

23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI VE ULUSAL EGEMENLİK-AV.YUSUF KARATAŞLI'NIN KALEMİNDEN

23 Nisan Çocuk Bayramı ve Ulusal

Egemenlik

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı bütün yurtta evlerimizde, balkonlarımızda sevinçle kutladık. Gazi Meclisimiz açılalı tam bir asır olmuş. Kutlu olsun. İnsanlık tarihinde her ne kadar çok kısa da olsa ulusların tarihinde yüzyıl çok önemli bir süre.

 Çocuklarımız evlerde hazırladıkları videoları paylaştılar. En güzel kıyafetlerini giymişlerdi. Balkonlarda marşlar okundu. “Çocuk Bayramı” kısmı coşkuyla kutlandı. Biz de bu sevince evimizden balkonumuzdan ortak olduk. Görülmemiş bir coşku yaşandı.

Ancak; bu bayramın sadece bir çocuk bayramı olmadığını biliyoruz. Onu anlamlı kılan diğer yanı bu bayramın bir “Ulusal Egemenlik” bayramı olmasıdır. Yani şu an hükümet edenlerin dilinden düşürmediği milli egemenlik.

Eski Yunan sitelerinde -Tiranlıkla yönetilenler dışında-  ilkel de olsa Demokrasi yönetim biçimini ilk kez uyguladı. Demokrasi sözcüğü kadim Yunancadaki iki sözcüğün birleşiminden oluşturulmuştu. Demos = Halk (Millet)  , Kratos = İktidar (Egemenlik). O günden beri egemenliğin Tanrı’da olduğu Teokrasiler, tek kişide olduğu Monokrasiler, bir zümrede toplandığı Oligarşiler dışında daha insanca ve hakça olan egemenliğin halkta olduğu demokrasiler büyük ve şanlı devrimlerle, bedel ödenerek, kan dökülerek kazanıldı ve modern dünyaya egemen oldu.

Bizim demokrasi tarihimiz Mithat Paşaların, Genç Osmanlıların Meşrutiyet birikimine ek olarak Jön Türklerin Hürriyet mücadeleleriyle filiz verdi gelişti ancak Meşrutiyetle sınırlandırılsa da  Monarklar yıkılamamış, ulusal egemenlik kurulamadı.  Birçok tarihçi bizdeki demokrasi hareketlerinin miladını farklı kabul etse de Mustafa Kemal’in 22 Haziran 1919’da Amasya’da ilan ettiği genelgesinde “ Miletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. “ ifadesinin Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmadan demokrasiye atılan bir adım olduğu kanaatindeyim.  Gazi Atatürk burada sadece milletin azminden bahsetmemiş , “milletin kararı” ifadesini bilerek kullanmıştır. İşte bu “kararı millet verecektir” iradesi demokrasi yoluna döşenen bir kilometre taşıdır.

Bilindiği üzere bu genelgeyi kongreler izlemiş ve temsil heyetinin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesini 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali Meclisi Mebusan’nın basılması ve vekillerin Malta’ya sürgüne gönderilmesi izledi. Ankara’da yeni bir hükümet kurulması fikri bu gelişmelerin sonucudur.

Ankara’da birçok tartışma yapıldı. Malum savaş dönemiydi ve böyle dönemler olağanüstü yetkilerle donatılmış güçlü bir yürütme organını gerekli kılıyordu. Hatta Padişah II. Abdülhamit 1876’da açılan Meclisi Mebusan’ı  “93 Harbi” çıktığı için 1877’de tatil etmemiş miydi? Ankara’da toplanan yurtseverler -başta Mustafa Kemal olmak üzere- hiyerarşiye ve disipline sıkı sıkıya bağlı asker kökenli kişiler değil miydi?

Bütün bu gerekliliklere rağmen Mustafa Kemal Atatürk tek kişinin ya da bir zümrenin yönetimine kesinlikle karşı çıkmış ve milli mücadeleyi savaş koşullarında da olsa hür ve meşru bir meclisin kararları doğrultusunda yürütmüştür. En sıkıntılı dönemlerde bile meclis açık kalmış, muhalefet ikna edilmeye çalışılmış ve alınan kararlar “oydaşma” ve “konsensus” neticesinde “meşru” olmuştur.

Bizim kutladığımız işte bu kararları dolaylı da olsa halk bir meclis vasıtasıyla alsın,  tartışılmayan, milletin temsilcilerinin olurundan geçmeyen kararlar uygulanamasın diye kurulan ve adı Büyük Millet Meclisi olan bu yüce yapının getirdiği “Ulusal Egemenlik” anlayışıdır.

Türkiye 16 Nisan 2017 tarihinde mühürsüz oyların da kabul edildiği bir referandumdaki “%49 Ret” oyuna karşılık “%51 Kabul” oyuyla Gazi Meclisimizin yetkilerini daralttı. Denetlenemeyen, soru bile sorulamayan, yetkileri olağanüstü, TBMM onayı olmadan Kararname çıkarabilen, kanun çıkarılmasını güçleştirici veto yetkisiyle engelleyebilen, süper güçlere sahip bir cumhurbaşkanı eliyle yönetim kabul edildi. Başlıca uygulamasını Amerika’da gördüğümüz başkanlık sisteminde başkanın kararlarının Parlamento onayına sunulması ve böylelikle milli iradenin tecelli etmesi Devlet Bahçeli’nin koyduğu isimle “Türk tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nde yer almadı. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçiyor olmasını “işte milli egemenlik böyle olur” diyerek savunmaya çalıştılar. Oysa onlar da biliyorlar ki tarihteki tüm diktatörler seçimle işbaşına gelmişlerdir.

Diktatörlükle demokrasiyi birbirinden, güçlü ve özgür bir millet meclisinin asli karar organı olup olmaması ayırır. Millet meclisi yoksa milli egemenlik yoktur.

Geçtiğimiz 23 Nisanı “ Çocuk Bayramı” olarak kutlarken bir yandan da yara alan ulusal egemenliğimizi, kağıt üzerinde kalan kuvvetler ayrılığını, belediye başkanlığı seçimlerinde bile saygı gösterilmeyen millet oylarını da düşündük mü acaba?

Av. Yusuf KARATAŞLI

24.04.20202