ASIL BORÇ İFA İLE SONA ERMİŞ OLSA BİLE ALACAKLI FAİZ HAKKINI SAKLI TUTMUŞ OLMASI DURUMUNDA BORÇLUDAN BU FAİZ MİKTARI TALEP EDİLEBİLİR
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2018/1031 E.
2020/209 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 20.05.2013 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ile kardeş olduklarını, muris babalarının sağlığında demir tüccarı olup davalı ile birlikte çalıştığını, babasının vefatından sonra işyerini davalının işlettiğini ancak diğer mirasçılara herhangi bir ödemede bulunmadığını, bunun üzerine kardeşler arasında yapılan 09.10.2009 tarihli anlaşma gereğince davalının borcunu 2011 yılının Haziran ayı sonuna kadar ödeme taahhüdünde bulunduğunu ancak ödemenin 06.05.2013 tarihinde yapıldığını, gecikmeden doğan faizin ödenmediğini ileri sürerek 4.140,13TL faiz alacağının anlaşma tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 21.05.2013 havale tarihli ıslah dilekçesiyle davasını belirsiz alacak davasına çevirdiğini belirtmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı duruşmalara katılmış ancak herhangi bir savunmada bulunmamıştır.
Mahkeme Kararı:
6. Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.03.2014 tarihli ve 2013/510 E., 2014/195 K. sayılı kararı ile; davanın kısmen kabulüyle 2.151,50TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, işlemiş faize ve faiz oranına ilişkin istemlerin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
8. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 09.03.2015 tarihli ve 2014/38701 E., 2015/6950 K. sayılı kararı ile;
“…1-Davacı, yapılan anlaşma gereğince davalı kardeşinin babadan kalma işyerini işletmesi nedeni ile dükkânın sermaye değerinden her bir mirasçının payına düşen değerinin ödendiğini, ancak ticari faizinin ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmış, delil olarak da 09.10.2009 tarihli “Anlaşma” başlıklı belgeye dayanmıştır. 09.10.2009 tarihli anlaşmanın 1. maddesine göre davalının 2010 yılının 6. ayından sonra hissedarlara olan borcunu en geç 1 yıl içinde, yani 2011 yılının 6. ayına kadar ödeyeceğini, 13. maddesine göre de ödemenin platin sac fiyatına endeksleneceği düzenlenmiştir. Davalının yapılan anlaşmaya göre hissedarlara düşen 13.000,00TL’yi ödediği davacının kabulünde olduğu gibi, bu husus davacı tarafından sunulan 25.4.2013 tarihli banka dekontu ve serbest meslek makbuzundan da anlaşılmaktadır. 6098 sayılı TBK 131. maddesine göre (818 sayılı BK 113. maddesi) “Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur. İşlemiş faizin ve ceza koşulunun ifasını isteme hakkı sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmuş ise ya da durum ve koşullardan saklı tutulduğu anlaşılmaktaysa, bu faizler ve ceza koşulu istenebilir.” Davacı tarafından sunulan ve taraflarca imzalanan anlaşma metninde davacının faiz isteme hakkını saklı tuttuğuna ilişkin bir düzenleme bulunmadığı gibi, davacının ödemeyi alırken faiz hakkını saklı tuttuğuna dair bir itiraz kaydı da mevcut değildir. Hâl böyle olunca mahkemece, anılan madde hükmü gereğince davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.09.2015 tarihli ve 2015/504 E., 2015/1014 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, taraflar arasında yapılan 09.10.2010 tarihli anlaşmada, davalı tarafın borcunu en geç 2011 yılının 6. ayına kadar ödeyeceğinin kararlaştırıldığı, ancak kararlaştırılan kesin vadede ödenmediği, bunun üzerine davacı tarafından davalıya Aydın 2. Noterliği’nin 15.02.2013 tarihli ve 3874 yevmiye numaralı ihtarnamesinin gönderildiği ve bu ihtarnamede faiz isteneceğinin belirtildiği, bu ihtarnameden sonra davalı tarafından borcun aslının ödendiği, yani ifa anına kadar faiz isteğinin saklı tutulduğunun davalı tarafa ihtarname ile bildirildiği, buna göre davacı tarafın davalıdan faiz talep edebileceği gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl borcun ifa edilmekle sona erdiği somut olayda davacı alacaklının işlemiş faiz yönünden hakkını saklı tuttuğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “ifa zamanı” kavramına kısaca değinilmelidir.
13. İfa zamanı alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimin ifa zorunda olduğu zamanı (borcun muacceliyeti) ifade ettiği gibi, bir başka yönden de borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı (borcun ifa edilebilirliği) gösterir.
14. Yürürlük tarihi itibariyle uyuşmazlıkta uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Ecel meşrut olmadığı veya işin mahiyetinden anlaşılmadığı takdirde borcun heman ifa ve derhal icrası talep olunabilir.” şeklindeki 74. maddesine göre, kural olarak borcun doğar doğmaz, hemen ifası istenebilir. Buradaki “hemen” sözünün zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Eren, F.: Borçlar Hukuk Genel Hükümler, İstanbul 2003, 8.b., s. 907).
15. Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisna da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir. Yeri gelmişken; vade ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesiti olarak tanımlanırken, sürenin belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavram olduğunu belirtmekte de fayda vardır.
16. İfa zamanı mutlak veya nispi olarak tayin edilebilir. İfa zamanının mutlak olarak tayini belli bir zaman ölçüsüne dayanır ve bir tarih, bir takvim günü esas alınır. İfanın nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.
17. Vade ile ilgili bir başka ayrım, olağan vade, belirli vade ve kesin vade kavramları arasında söz konusudur. Belirli vade, borcun muaccel olduğu zamanı ve bunun yanında borcun ifa edilmemesi hâlinde alacaklının ihtarına gerek olmaksızın mütemerrit duruma düşeceği zamanı ifade ederken, kesin vade söz konusu olduğunda borçlu ihtara gerek olmaksızın mütemerrit olur. Olağan vade ise, borcun muaccel olduğu, alacaklının edimini talep edebildiği, borçlunun da bunu ifa etmek zorunda olduğu tarihi anlatan bir kavramdır ve bu tür vadeye bağlı işlemler “ihbara bağlı olan işlemler” olarak adlandırılır. Burada borçlu vadenin gelmesiyle kendiliğinden mütemerrit olmaz.
18. Temerrüt kavramı ise, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer. Bu husus BK’nın 101. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiş olup 2. fıkra hükmüne göre ise “Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile” borçlu mütemerrit olacaktır.
19. Temerrüt için aranan ihtar hukuki işlem benzeri fiil mahiyetinde olup, alacaklının alacak miktarını belirterek borçludan borcun ifasını istemesi, ifayı kabule hazır olduğunu bildirmesi anlamına gelir. İhtar kural olarak şekle tabi olmayıp, yapılmadığı itirazı vaki olursa aksinin ispatı, niteliği gereği alacaklıdan beklenir.
20. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 28.03.2019 tarihli ve 2017/13-651 E., 2019/365 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
21. Somut olayda, taraflar arasında yapılan 09.10.2009 tarihli “Anlaşma” başlıklı belgenin 1. maddesinde davalının 2010 yılının 6. ayından sonra hissedarlara olan borcunu en geç bir yıl içinde, yani 2011 yılının 6. ayına kadar ödeyeceğinin, 13. maddesinde ise ödemenin platin sac fiyatına endeksleneceğinin kararlaştırıldığı, davacı tarafından sunulan 25.4.2013 tarihli banka dekontu ve serbest meslek makbuzundan da anlaşılacağı üzere davalının yapılan anlaşmaya göre hissedarlara düşen 13.000,00TL’yi ödediği hususlarında çekişme bulunmamaktadır.
22. Çekişme, davacının faiz hakkını saklı tutup tutmadığına ilişkindir. Bu bağlamda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 113. maddesi ( Türk Borçlar Kanunu’nun 131);
“Asıl borç tediye ile sair bir surette sabit olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair fer’i haklar dahi sabit olur.
Evvelce işleyen faizleri talep hakkının mahfuz bulunduğu beyan edilmiş veya hal icabından neşet eylemiş olmadıkça bu faizler talep olunamaz.
Gayrimenkul rehine ve kıymetli evraka ve konkordatoya müteallik hususi hükümler mahfuzdur.” hükmünü içermektedir.
23. Bu noktada, somut olayda, 25.4.2013 tarihinde yapılan ana para ödemesinden önce, davacının davalıya gönderdiği anlaşılan 15.02.2013 tarihli ihtarnamenin sonuç kısmında “işleyecek olan ticari faizi” ibaresinin mevcut olduğu anlaşılmakla, davacının faiz hakkını saklı tuttuğu hususunda kuşku ve duraksama olmamalıdır.
24. Hâl böyle olunca, Yerel Mahkemenin, gönderilen ihtarname ile faiz hakkının saklı tutulduğu yönündeki direnme gerekçesi yerindedir.
25. Ne var ki, taraf vekillerinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olup taraf vekillerinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 13. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.02.2020 tarihinde oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.