AVUKATIN İCRA DOSYASI HARİCİNDEKİ ÖDEMELERİ GİZLEMESİ, MÜKERRER TAHSİLAT
TC
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu kararı
2013/1626 E.
2015/1187 K.
Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.02.2012 gün ve 2009/394 E- 2012/30 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 12.06.2012 gün ve 2012/5092 E-2012/10286 K. Sayılı ilamı ile;
(...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere göre davacının, davalılardan İ.. Y..'a yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davacının, davalılardan O.. Y..'a yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Dava konusu zararlandırıcı eylem 21.11.2002 tarihinde meydana gelmiş olup, dava ise 23.12.2009 tarihinde ikame edilmiştir.
Mahkemece, fail davalının eyleminin TCK'nun 240.maddesi kapsamında bulunduğu ve TCK'nun 102/4.maddesi gereğince de ceza davası zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğu gerekçesiyle yazılı biçimde karar verilmiştir. Dava tarihi itibariyle fail davalı hakkındaki ceza davası derdesttir. Davacı, ceza davasına müdahil olarak şahsi hak isteminde bulunabileceğine göre uzamış ceza davası zamanaşımı süresinin dolduğundan söz edilemez. Şu durumda, bu davalı yönünden uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
Davacı-borçlu, davalı olan avukatın alacaklısının vekili olduğunu, takip kapsamında icra dosyası haricinde yapılan ödemeleri gizleyerek, mükerrer tahsilata neden olduğunu, icra takibindeki alacağı temlik alan diğer davalı takip alacaklısı İ.. Y.. ile davalı avukat O.. Y..’un birlikte hareket etmesi ile evinin cebri satış sonucu elinden alındığını, evinin satışına neden olacak şekilde borçlu olmadığı halde, davalıların bu duruma neden olduğunu, davalının avukatlık görevini kötüye kullandığını, bu olay nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 20.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, ayrı ayrı davanın zamanaşımına uğradığını defi olarak ileri sürüp, esas yönüyle de, davanın reddini dilemişlerdir.
Yerel Mahkemece, “21.11.2002 tarihinde icra dairesinde temlik işleminin yapıldığı, davalı O.. Y..'un alacaklılardan A.. vekili olarak protokolü imzaladığı, incelenen Giresun 1.İcra Müdürlüğü'nün talimat dosyasından da 29/04/2004 tarihinde satış işleminin gerçekleştirildiği, satış 29.04.2004 tarihinde gerçekleşmiş olup, dava ise 23.12.2009 tarihinde açıldığı, İsmail yönünden öngörülen zarar olgusu sonucu bilindikten sonra eylem bir suç niteliği taşımadığından bir yıllık zamanaşımının dolduğu, yine O.. yönünden de görevi kötüye kullanma suçundan yapılan yargılama göz önüne alındığında O..'ın 21.11.2002 tarihinde devir işlemini yaptığı ve bu şekilde dosyadan el çektiği, zararın doğduğu tarihin de yine 29.04.2004 olarak kabulü gerektiği, bu kapsamda değerlendirildiğinde suç olarak değerlendirilen eyleminin görevi kötüye kullanma olarak değerlendirildiği ve bu şekilde ceza davasının yürüdüğü, suç tarihine göre 765 sayılı TCK uyarınca bu eylem için öngörülen ceza dava zamanaşımının 5 yıl olduğu göz önüne alındığında, öngörülen uzatılmış zamanaşımının da dolduğu” gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece davalı İ.. Y.. yönünden verilen karara yönelik temyiz itirazlarının reddine karar verilmiş ancak, diğer davalı O.. Y.. yönünde ise, yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, davalı O.. Y.. yönünden önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize, davacı vekili getirmiştir.
Davalı İ.. Y.. hakkındaki hüküm temyiz itirazları reddedildiğinden kesinleşmiş olup, uyuşmazlık dışıdır.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; haksız eylem iddiasına dayalı olarak açılan eldeki davada, davalı O.. Y.. yönünden dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı noktasında toplanmaktadır.
Görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir.
Bu nedenle, haksız fiil ve zamanaşımı kavramları ile bu hukuki müesseselerin kanuni düzenlemeleri üzerinde durulmasında yarar vardır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu(BK)'nun “haksız işlemlerden doğan borçlar”ı düzenleyen 41.mad65desinde haksız fiil; “Gerek kasten, gerek ihmal ve kayıtsızlık yahut tedbirsizlik ile haksız surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur’’ şeklinde tanımlanmıştır.
Buna göre, haksız fiil; hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.
Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalıdır. Nihayet, doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.
Öte yandan, özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)'nun 125-140'ncı maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve E:2010/8-231,
K:255; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457; 19.02.2014 gün ve E:2013/4-440, K:2014/115 sayılı ilamları).
İşte, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır (Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:IV, İstanbul 2001, Cilt:2, s.1761;Von Tuhr. A.Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.;Canbolat, Ferhat:Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 gün ve E:2010/9-629, K:2011/70; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457; 19.02.2014 gün ve E:2013/4-440, K:2014/115 sayılı ilamları).
Haksız fiillerde zamanaşımı ise, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.
Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren 10 sene mürurundan sonra istima olunmaz.” denildikten sonra; aynı maddenin ikinci fıkrasında, ceza dava zamanaşımına yollamada bulunularak; “Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha da uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik edilir.” hükmü getirilmiştir.
Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, haksız fiillere uygulanacak üç ayrı zamanaşımı süresi belirlenmiştir.
Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak olan 1 yıllık kısa süreli zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek 10 yıllık kesin süreli zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda suç oluşturduğu durumlarda uygulanacak olan uzamış (ceza davası) zamanaşımı süreleridir.
BK'nun 60.maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız fiil nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar. Eğer zarara uğrayan tüzel kişi ise, dava açmaya yetkili organın öğrenmesi dikkate alınır.
Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda fail, kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi gerekir.
BK'nun m.60/2.fıkrasında düzenlenen ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunda suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.
Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK'nun 60.maddesinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir.
Öğretide ve yargısal inançlarda, BK’nun m.60/2’deki hükmünün anlam ve amacı şu şekilde açıklanmaktadır:
Haksız fiillerin bir kısmı, sadece özel hukuk açısından değil, ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlar bakımından da sorumluluğu gerektirebilir. Haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur.
Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda suç teşkil ediyorsa ve bu yasalarda, bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin edilmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur.
Bu husus, 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, ceza davasının zamanaşımı "suçun türüne göre değişmekle beraber" çoğunlukla, BK'nun m.60/I'deki özel hukuk zamanaşımından daha uzundur.
O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde (hele ceza davasıdevam ederken) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olur.
Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise ve ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’nundaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I olaya uygulanacak; bu Kanunlarda tayin edilen zamanaşımı süresi BK. m. 60/I'deki süreden daha uzun ise, o zaman tayin edilen uzun süre, tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 sayılı TCK’nun 102 (veya halen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nun 66.) maddesine göre belirlenecektir.
Hemen belirtmek gerekir ki; BK. m.60/II'deki zamanaşımı, tamamen özel hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 102, 104 ila 107. maddeleri değil, aksine BK'nun, 132 ila 137. maddeleri uygulama alanı bulacaktır.
Öte yandan, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53).
Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa, hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak, haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.
Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK.m.108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir (Hukuk Genel Kurulu’nun 03.06.1953 gün ve E:4/71, K:77 sayılı ilamı).
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 60.maddesinin 2.fıkrasıyla, haksız fiilin ceza kanunları gereğince müddeti daha uzun zamanaşımına tabi bir suç teşkil etmesi halinde tazminat davasının ceza davası zamanaşımına tabi olacağı ve ceza davasından önce zamanaşımına uğramayacağı yolunda sevk edilmiş olan hüküm karşısında, ceza davası devam ettiği müddetçe zarar gören ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceğinden, haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün olduğu sürece tazminat davasının açılmasını kabul etmemek, anlamsız olacağı gibi bir çelişkiyi de ortaya çıkaracaktır.
Uzamış ceza davası zamanaşımının uygulanması için, davacıların ceza davasına katılmaları koşul değildir.
Hemen burada, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK)'ndaki zamanaşımı düzenlemesi üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.
Mülga 765 sayılı TCK’nun 102.maddesindeki süreler, “kamu davası açma süreleri” ve 112.maddesindeki süreler, “cezaları ortadan kaldıran süreler” (hükmedilen cezaların zamanaşımına uğrama süreleri) idi.
Halen yürürlükte bulunan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na öncekinden farklı madde başlıkları konulmuş olup, eski 102.maddenin karşılığı
olan 66.maddenin başlığı “Dava zamanaşımı” ve eski 112.maddenin karşılığı olan 68.maddenin başlığı “Ceza zamanaşımı”dır.
Tazminat davalarında uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir.
Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun (YBGK) 03.06.1942 gün ve E:1941/36, K:1942/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nda açıklandığı üzere: “Ceza davası zamanaşımı mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, mülga 765 sayılı TCK’nun 102’nci maddesinin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.”
Daha açık bir anlatımla, hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarına uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, mülga 765 sayılı TCK m.102’de (5237 sayılı yeni TKC m 66’da) ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreler üzerinden hesaplanacaktır.
Eski TCK’nun 102.maddesinin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere ilişkin cezalar yer almış ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler sıra ile 20, 15, 10, 5 yıl ve 2 yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2011 gün ve E:2011/4-640, K:2012/89; 19.02.2014 gün ve E:2013/4-440, K:2014/115 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Öte yandan, mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK)'nun yürürlükte olduğu dönemde (20.08.1929-31.05.2005) şahsi hak talebinde bulunmanın zamanaşımı süresi üzerindeki etkisine de değinmekte yarar vardır.
Mülga 1412 sayılı CMUK'nun 350 ila 358.maddeleri arasında “şahsi dava”; aynı Kanunun 365.maddesinde ise, kamu davasına müdahale ve şahsi hak talebinde bulunma düzenlenmişti. Buna göre, suçtan zarar gören kişi, kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına sahipti.
Ne var ki, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda şahsi davaya yer verilmediği gibi, ceza davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına da yer verilmemiştir. Böylece, ceza davasında şahsi hak talebinde bulunma olanağı, 01.06.2005 tarihi itibariyle ortadan kaldırılmıştır.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu'nun Geçici 1.maddesinde "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ceza mahkemelerinde açılmış bulunan davalardaki şahsi hak talepleri, görevsizlik kararı verilmeyerek bu mahkemelerce sonuçlandırılır." biçimindeki düzenlemeyle de, uygulamada ortaya çıkabilecek olası sorunlara çözüm öngörülmüştür (Ceza Genel Kurulu'nun 24.06.2008 gün ve E:2008/1-126, K:2008/177 sayılı ilamı).
Görüldüğü üzere, 01 Haziran 2005 tarihinden itibaren ceza mahkemelerinde açılan kamu davalarında kişisel hakka hükmedilemeyeceği gibi, bu talepler hakkında görevsizlik kararı verilmesi gerekmektedir (Ceza Genel Kurulu'nun 27.12.2011 gün ve E:2011/3-267, K:2011/297 sayılı ilamı).
Hemen belirtilmelidir ki, kamu (ceza) davasının açılmış olması, bu davaya müdahale talebinde bulunulması ve hatta şahsi hak (tazminat talebi) saklı tutulmak suretiyle kamu davasına müdahale talebi, haksız fiilden (suçtan) doğan tazminat alacağı için, BK'nun 133.maddesi bakımından zamanaşımını kesen bir neden olarak kabul edilemez (Baki, Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:II, İstanbul 2001, Sahife:1658 vd.; HGK'nun 11.05.1977 gün ve E:1976/4-3068, K:1977/468; 19.02.2014 gün ve E:2013/4-440, K:2014/115 sayılı ilamları).
Nihayet, 1 Haziran 2005 tarihi öncesi yukarıda belirtilen 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, ceza davası devam ettiği sürece kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmaktaydı (Mülga 1412 sayılı CMUK m.365/2). Ne varki, yukarıda vurgulandığı üzere, 01 Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nunda ceza davasına katılmak suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmadığından, bu tarih itibariyle somut olayda 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama imkanı kalmamıştır.
Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulu'nun 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457; 19.02.2014 gün ve E:2013/4-
440, K:2014/115 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Yukarıda yapılan hukuki açıklama ve saptamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; davacının ileri sürdüğü haksız eylemin gerçekleşme tarihi 22.11.2002'dir. Zira, bu durum Trabzon 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin (önce 23.09.2008 tarih ve E:2007/206, K:2008/171; sonra 07.06.2011 tarih ve E:2011/40, K:2011/100) 15.06.2011 tarihinde kesinleşen ilamında da 22.11.2002 tarihi kabul edilmiştir.
Davalı avukat O.. Y.. hakkında, az yukarıda vurgulanan ceza davasında görevi kötüye kullanmak suçundan 765 sayılı TCK’nun 240.maddesi gereğince açılan kamu davasında zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verilmiştir. Ceza davasının, eldeki davanın açıldığı tarihte (18.12.2009) henüz derdest olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda vurgulandığı üzere, mülga 818 sayılı BK'nun 60/2.maddesi gereğince, zarara yol açan eylemin, aynı zamanda suç oluşturması halinde, uygulanacak zamanaşımı süresi, o suç için öngörülen ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre, haksız eylemin gerçekleştiği
22.11.2002 tarihinde yürürlükte olan mülga 765 sayılı TCK'nun 240.maddesinde öngörülen suça ilişkin cezanın üst sınırı dikkate alındığında, aynı Kanunun 102/4.maddesi uyarınca ceza davası zamanaşımı süresi beş (5) yıldır.
Bu durumda, haksız eylemin gerçekleştiği 22.11.2002 tarihi gözetildiğinde, beş (5) yıllık dava zamanaşımı süresinin 22.11.2007 tarihinde dolduğu; eldeki davanın ise, dava zamanaşımı süresi geçtikten sonra 18.12.2009 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı, ceza davasına katılmış ise de, şahsi hak talebinde bulunmadığından, ceza davasına müdahale talebi dava zamanaşımı süresini kesmez.
Yerel mahkemece, zararın doğduğu tarihin 29.04.2004 olarak kabul edilmesi, ceza davasında kesinleşen haksız eylem tarihinin 22.11.2002 olması karşısında, bu yöndeki kabulü yerinde değil ise de, sonucu itibariyle davanın zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğrudur.
Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, yukarıda açıklanan hususları gözeterek, sonucu itibariyle dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle Özel Daire bozma ilamına karşı önceki kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur.
Bu nedenle direnme kararı yukarıda gösterilen değişik gerekçelerle onanmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile; direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 08.04.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.