AV.YUSUF KARATAŞLI'NIN KALEMİNDEN-KORONA VİRÜSÜ NEDENİYLE BORÇLARINI ÖDEYEMEYEN İNSANLARIN HUKUKİ HAKLARI-

AV.YUSUF KARATAŞLI'NIN KALEMİNDEN-KORONA VİRÜSÜ NEDENİYLE BORÇLARINI ÖDEYEMEYEN İNSANLARIN HUKUKİ HAKLARI-

 KORONA VİRÜSÜ NEDENİYLE BORÇLUNUN BORCUNU ÖDEYEMEMESİ VE HUKUKİ HAKLARI

          Korona virüsü ile beraber devletimiz bir dizi önlemler almıştır. İşyerlerinin kapanması da bu önlemlerden biri olup salgın hastalığın yayılmasının önüne geçmek amaçlanmıştır. Fakat bu amaçlanır iken işverenlere vergi beyannamesi vermeleri ileri bir tarihe alınmış, vergi ödemeleri de uzun bir süre ötelenmiştir. Kapanan işyerlerinde çalışan işçilerin işsiz kalması neticesinde geçimleri için devletimiz tarafından finanse edilecek çok fazla kaynak açıklanmamıştır. Zor durumda olan, işinden süreli veya sürekli bir nedenle ay(ı)rılmış olan insanların da asgari düzeyde de olsa bir geçimi söz konusu olacaktır. Daha önceki yazımda da belirttiğim üzere devletimizin vereceği kaynakta işinden olan kişiler için en düşük asgari ücret düzeyinde kaynağın ödenmesi gerektiğini söylemiştim. Çalışamayan işçilerin borçlarını ifa edememeleri neticesinde hukuki haklarının neler olduğunu kısaca aşağıda anlatacağız.

          Korona virüsü bir salgın hastalık olup kanunen mücbir sebep olarak tanımlanır. Mücbir sebep hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk ve buna benzer hallerdir. Mücbir sebep hukukun hemen hemen bütün hallerinde uygulama alanı bulmaktadır. Mücbir sebep, beklenmeyen bir aşamada ortaya çıkmakta olup hukuken sorumlu kişiler sorumluluklarını mücbir sebep nedeni ile yerine getirememektedirler. Bu sorumluluğu yerine getiremeyen, yükümlülüklerini ifa edemeyen kişilerin oluşan bu ifasızlık halinde hukuk karşısında korunma durumu oluşacaktır.

          Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) borcun ifasını yerine getirememe hali 136, 137 ve 138. Maddelerinde düzenlenmiştir. TBK 136. Maddesinde borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer denilerek borçlunun borcunu mücbir sebep nedeniyle ödeyememesi durumunda borçlunun korunacağı belirtilmiştir. Korona virüsü nedeniyle salgın hastalığın ülkemizde artması ile devlet yayınlamış olduğu genelgeler ile alışveriş merkezleri, kafeler, restaurantlar ve halkın yaşam döngüsünün içerisinde birinci sırada önem arz etmeyen bir çok sektördeki işletmenin kapatılmasına karar vererek,  işsiz kalan kişinin kendi isteği dışında, devletimizin aldığı önlemler dâhilinde işsizler kadrosuna katılmasına istemeden de olsa sebebiyet vermiş ve bu durum bir anda işsizlik kadrosunda çığ gibi bir büyüme yaratmıştır. Hem işçi hem de işveren, salgın hastalığı ve işsiz kalmayı/işten çıkarmayı mümkün değil öngörememektedir. Bu sebepler ile borçlarını ifa edemeyen kişiler ifa imkansızlığı çatısı altında borçlarından kurtulmaktadırlar. Bu hak kanunumuzun verdiği bir haktır. Kanunumuz ifa imkânsızlığı nedeniyle borçların ödenememesini karşılıklı borç doğuran sözleşmeler neticesinde edimini yerine getiren borçluyu da korumaktadır. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi ise isteme hakkını kaybedecektir.  Yani bir örnek vermek gerekir ise bir binanın yapımı için anlaşılan eser sözleşmesinde ücretini peşin alan yüklenici firma salgın hastalık neticesinde eserin yapımını sağlayamaz ise işveren firma bu eserin yapımını yüklenici firmadan isteyemeyecektir. Fakat bu durumda işveren firmanın yüklenici firmaya ödediği bedeli yok saymak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple yüklenici firmanın eser sözleşmesinin karşılığında almış olduğu bedeli işveren firmaya ödemesi gerekecektir. Şayet eserin bir kısmı yapıldı ve bir kısmı kaldı ise makul ölçüde masraflar düşülerek kalan bedel işveren firmaya iade edilecektir. Şayet yapılmayan iş karşılığında alınan bedel iade edilmediği takdirde yüklenici firmanın sebepsiz yere zenginleştiğinden söz edilir ki hukuken de talep edilecek bedel sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre talep edilecektir. Aslında bu durum hem alacak hem de borç doğuran sözleşmelerde sözleşmenin her iki tarafı için haklı nedenle sözleşmenin feshi gerekçesini doğuracaktır. TBK 136. Maddesinin 3. Fıkrasında ise tüm bu anlatılanları kalıcı bir şarta bağlamıştır. Bu şart ise borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlü olacaktır. Yani borçlu ifa imkansızlığı sebebi ile yükümlülükleri yerine getiremeyeceğini makul süre içinde alacaklıya bildirimde bulunmaz ise doğacak zararları karşılamaktan kaçamayacaktır. Fakat kanun ifa imkansızlığının alacaklıya bildirimi için “gecikmeksizin” kavramı kullanarak net bir süre belirtmemiştir. Yani bu sürenin hesaplanması her durum ve olayın kendi içinde münferit değerlendirilmesi gerekmektedir. Farazi vadeli borcu bulunan bir kişi 4 ay borcunu ödeyemeyip 4 ay sonra bildirimde bulunup mücbir sebepten bahsedip borcunun bittiğinden söz edemez. Bu durumda borçlu, alacaklı aleyhine doğacak bütün zararlardan sorumlu olacaktır.

          Yaşanılan beklenmedik olay nedeniyle borçlu borcunun tamamını değil bir kısmının ifasını yerine de getiremeyebilir. TBK 137. Maddesi ise kısmi ifa imkansızlığını düzenlemiştir. İlgili maddeye göre borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur denilerek borçlunun ödeyemediği kısmi borcundan korunması öngörülmüştür. Fakat kanun koyucu borçluyu korur iken alacaklıyı da hakkaniyet ve dürüstlük kuralı çerçevesinde korumak istemiştir. Bu nedenle TBK 137. Maddesinin 2. Fıkrasına göre borçlunun borcunu kısmen ifa edememesi durumunda alacaklı ifa edilen kısma razı gelir ise karşı edimi var ise o oranda sorumluluğunu yerine getirir ve sözleşmenin geçerliliği devam edecektir. Şayet borçlunun borcunu kısmen yerine getirmesi halinde alacaklı kısmi ifaya rıza göstermez ise yukarıda anlattığım tam ifa imkânsızlığı doğacak her iki taraf da sözleşmeyi haklı nedenle fesih edebilecektir.

          TBK 138. Maddede ise sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir denilerek aslında yaşanılan bu korona virüsü nedeniyle borçlu lehine uyarlama davasını açabilmeyi öngörmektedir. Yani yaşanan bu pandemi hiçbir insanın öngörebileceği durum olmadığı gibi aynı zamanda beklenmeyen bir haldir. Ülkemiz 2000’li yılların başında develasyon durumu içerisinde iken mahkemeler dövizle borçlanan borçluların açmış olduğu uyarlama davaları ile doluydu. Mahkemelerimiz her dava için ayrı bir değerlendirme yaparak, sözleşmelere bakarak karar veriyorlardı. Sözleşmelerini develasyon içerisinde yapan borçluların davalarını, develasyonun varlığı içerisinde sözleşme yapmalarını dikkate alarak öngörülebilirlik durumu olması sebebi ile taleplerini reddetti. Ama develasyon yaşanmadan önce yapılan sözleşmeleri ise Türkiye’de yaşanan dövizin artacağını öngöremeyebilir diyerek bir çok uyarlama davasını kabul etmiştir.

          Ülkemizde salgın hastalık neticesinde genelge ile birçok vergi düzenlemesi getirildiği gibi işyerlerinin kirasının da 30.06.2020 tarihine kadar ödemelerinin ötelenmesi durumu getirilmiştir. Yine banka kredilerinin belirli bir miktar faiz mukabilinde ödenmesi ileri tarihe atıldı.  Yani bu kararlar ile vergisini, banka kredisini ve işyeri kirasını ödemeyenler temerrüde düşmüş sayılmayacak. Fakat ev kiralarının ve özel borçların ötelenmesine ilişkin herhangi bir genelge yayınlanmamıştır. Bu durumda bu borçlar için milletimizden istenen alacaklıları ile diyalog çerçevesinde ödemelerinin ötelenmesini veya alacağın tenzilini çözmeleridir. Şayet alacaklı ile diyalog olumlu sonuç vermez ise geriye yapılacak tek yol her iki taraf için de sözleşmenin yukarıda anlattığımız kriterler neticesinde feshi olacaktır. Fakat salgın hastalık ile fesih edilecek durumlar gecikmeksizin bildirim ile sağlanacaktır. Aksi halde borçlu için sonuç daha negatif olacaktır.

          Ülkemizin daha önceleri yaşadığı mücbir sebepler neticesinde vergi ile ilgili düzenlemeler yapılmasına rağmen özel hukuk hayatında yine pek düzenleme yapılmamış olup mahkemelerde ise uyarlama davalarında yapılan vergisel düzenlemeler dikkate alınmış özel hukuk davalarının sonuçlandırılmasına bu doğrultuda gidilmiştir.

          Yukarıda detayları ile anlatmış olduğumuz bu durumlar neticesinde kanaatimizce mücbir sebeplerin her ne kadar kanunda sınırlı olarak sayılmadığı da dikkate alındığında yaşanılan bu salgın hastalığın bir mücbir sebep olup kanunen bu ilkeler neticesinde hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi gerekecektir. Sözleşmelerine hangi hususların mücbir sebep olduğuna ilişkin haricen yazan ve borçlarının ödenmesine ilişkin şartları sözleşmeye koyan kişiler, sınırlı olarak koydukları mücbir sebep hallerinin içerisinde “salgın hastalık” kavramını eklememişler ise uyarlama davasında veya benzer ihtilaflarda borçlu borcun tamamından sorumlu olacaktır. Fakat buna karşılık sözleşmeye mücbir sebep hallerini tek tek sayarak yazan ve “benzer haller”  ibaresini kullanarak çoğaltılabilecek mücbir sebep hallerinin önünü açan borçlu ödeme güçlüğüne düştüğünde ve  ihtilaf halinde uyarlama davasında, sözleşmenin feshinde, ödemenin tenzilinde, borcun geç ödenmesine yönelik taleplerinde daha kolay hukuki sonuç elde edebilecektir.

Hukukun Üstünlüğünün Daha Etkin Olması Dileğiyle…

18.04.2020

Av. Yusuf KARATAŞLI