BİR BİNA DEPREM SEBEBİYLE YIKILMIŞ VE BUNA İLİŞKİN TAZMİNAT DAVASI AÇILMIŞSA, ZAMANAŞIMI DEPREMİN OLDUĞU TARİHTE BAŞLAR

BİR BİNA DEPREM SEBEBİYLE YIKILMIŞ VE BUNA İLİŞKİN TAZMİNAT DAVASI AÇILMIŞSA, ZAMANAŞIMI DEPREMİN OLDUĞU TARİHTE BAŞLAR

T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

2001/8406 E.

2001/12825 K.

11.12.2001 T.

• DEPREM NEDENİYLE ÇÖKEN BİNA ( Tazminat Davası – Zamanaşımı Başlangıcı/Binanın Tamamlanıp Teslim Edildiği Tarih ve Zararın Meydana Geldiği Tarih )

• TAZMİNAT DAVASI ( Deprem Nedeniyle Çöken Bina – Zamanaşımı Başlangıcı/Binanın Tamamlanıp Teslim Edildiği Tarih ve Zararın Meydana Geldiği Tarih )

• ZAMANAŞIMI ( Borcun Doğumu İle İlgili Olmayıp İstenmesini Önleyen Bir Savunma Olgusu Olması )

• ZAMANAŞIMI SÜRELERİNİN İŞLEMEYE BAŞLAMASI ( Öncelikle O Hakkın İstenebilir Bir Konuma Duruma Gelmesi Gerektiği )

• SÜRELERİNİN İŞLEMEYE BAŞLAMASI ( Zamanaşımı – Öncelikle O Hakkın İstenebilir Bir Konuma Duruma Gelmesi Gerektiği )

• ZARARLA HUKUKA AYKIRI EYLEM ARASINDAKİ İLLİYET BAĞI ( Dava Konusu Zararlandırıcı Sonuç Depremin Meydana Gelmesi İle Gerçekleşmiş Zarar Davalıların Yönetmeliklere Aykırı Davranmasının Etkisi Ancak Deprem Nedeniyle Oluşmuştur )

• İLLİYET BAĞI ( Zararla Hukuka Aykırı Eylem Arasında – Dava Konusu Zararlandırıcı Sonuç Depremin Meydana Gelmesi İle Gerçekleşmiş Zarar Davalıların Yönetmeliklere Aykırı Davranmasının Etkisi Ancak Deprem Nedeniyle Oluşmuştur )

• TAZMİNAT İSTEMİ ( Zamanaşımının Harekete Geçememek Durumunda Bulunan Kimsenin Aleyhine İşlemeyeceği )

818/m.60, 125, 126, 363

ÖZET :Hukuka aykırı eylem oluşmuş ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz. Deprem nedeniyle yıkılan binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olmasına karşın o tarihte zarar doğmadığından, davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olmayacaktır. Bu yüzden tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması, hakkın istenmesini olanaksız kılar.

Binanın yapımı tarihinde hukuka aykırı eylem gerçekleşmiş ama zarar deprem sonucu doğmuştur. BK.’nun 60’ıncı maddesinde öngörülen bir yıllık süre içinde dava açılabilir.

DAVA : Davacı Hasan Süheyl Yatağan vekili Avukat Semih Akıncı tarafından, davalı Aydın İnşaat Malzemeleri A.Ş. ve diğerleri aleyhine 11.8.2000 gününde verilen dilekçe ile deprem nedeniyle ayıplı yapılan binanın yıkılması ve binada bulunan murisin ölümü sebebiyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece zamanaşımı nedeniyle davanın reddine dair verilen 15.5.2001 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 4.12.2001 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı adına Avukat Melek Günebak ve Avukat Semih Akıncı ile karşı taraftan davalılardan Aydın İnşaat Malz. AŞ ve Mehmet Aydın adına Avukat Haluk Burcuoğlu ve Avukat Nural Artunar Gören geldiler. Diğer davalı Y. M. Cafer Bozkurt adına kimse gelmedi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

KARAR : Davacı, 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle binanın çökmesi sonucu annesinin öldüğünü, bu binanın davalılar tarafından yapıldığını, zararın oluşumuna davalıların hukuka aykırı eylemlerinin neden olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalılar, süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmakla birlikte, sorumluluklarının bulunmadığını da ileri sürmüşlerdir.

Mahkemece, deprem nedeniyle binanın yıkılması sonucu zararın meydana geldiği, ne var ki binanın yapılmasından bu yana on yıldan daha fazla bir sürenin geçtiği, böylece BK.nun 125,126 ve 363. maddeleri gözönünde tutulduğunda, on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği belirtilerek istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Kanıtlara göre, yıkılan bina ile ilgili olarak dosyada 1972 tarihli bir yapı projesi bulunmakta, ancak hangi tarihte tamamlanıp teslim edildiği konusunda kesin kanıtlar bulunmamaktadır. Buna karşın binanın yıkıldığı tarihten on yıldan daha fazla süreden önce tamamlandığı konusunda yanlar arasında uyuşmazlık da yoktur. Uyuşmazlık, zamanaşımının başlangıç tarihi ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, binanın tamamlanıp teslim edildiği tarihden mi, yoksa zararın meydana geldiği tarihten itibaren mi başlayacağı konusundadır.

Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun varolduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp istenmesini, önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

İşte bundan dolayı, yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle o hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir. Yasalarda bu istenebilir konumuna, yerine getirilmesinin gerektiği gün, yani ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmemişse istenemez.

Davaya konu edilen olayda, 1972 yılında yapılıp tamamlanan ve 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle yıkılan binanın, Yapı İşleri Genel Teknik Şartnamesine ve ayrıca. Afet Bölgelerinde Yapılacak Olan Yapılar Hakkındaki Yönetmeliğe uygun yapılmadığı tartışmasızdır. Demek oluyor ki davacı, 1972 yılında yapılan ancak deprem sonucu yıkılan bina nedeniyle uğradığı zararını istemektedir.

Sorumluluk Hukukunun genel kuralı gereğince, bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu olabilmesi için, öncelikle hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun illiyet bağının olması zorunludur.

Somut olayda davalıların, Yapı Yönetmeliklerinde öngörülen koşullara uymamakla, hukuka aykırı davrandıkları açıktır. Zararın var olduğu da tartışmasızdır. Tartışma, davalıların zararın meydana gelmesinde kusurları olup olmadığı ve zararla hukuka aykırı eylem arasında uygun illiyet bağının bulunup-bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davacı iddiasında, davalıların yönetmeliklere uygun yapı yapmadıklarını, meydana gelen depremin etkisiyle binanın yıkıldığını, yapı hukuksal düzenlemelerde öngörülen kurallara uygun yapılsaydı yıkımın, bunun sonucu olarak da zararın doğmayacağını, bu yüzden davalıların kusurlu olduklarını ileri sürmüştür. Öncelikle, davalıların zararın meydana gelmesinde kusurları olup-olmadığı irdelenmelidir. Gerçekten yapının öngörülen koşullarda yapılmadığı açıktır. Demek oluyor ki, davalıların hukuka aykırı davrandıkları, böylece kusurları bulunduğu da sabittir.

Zararla, hukuka aykırı eylem arasında, uygun illiyet bağının bulunup-bulunmadığı koşuluna gelince, dava konusu zararlandırıcı sonuç, depremin meydana gelmesi ile gerçekleşmiştir. Başka bir anlatımla zarar, davalıların yönetmeliklere aykırı davranmasının etkisi, ancak deprem nedeniyle oluşmuştur. Şu durumda burada tartışılması gereken konu, zararlandırıcı olan sonuca, yönetmeliklere uygun davranmamanın etkisi olup-olmadığı üzerinde durmak gerekir. Dosyaya sunulan bilirkişi raporunda, yapının yönetmeliklere uygun olmadığı, belirtilmiş ise de, depremin etkisi tartışılmamıştır. Çünkü mahkeme, istemi zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir. Bu bağlamda deprem olmasaydı, zararda meydana gelmezdi biçimindeki olgu gözönünde tutulduğunda, sanki zararın salt depremin varlığının bir sonucu olduğu düşünülebilir. Ancak görünürdeki sonuç böyle ise de, gerçek durum, davalıların binayı depreme dayanıklı durumda yapmamalarıdır. Eğer bina, yazılı bulunan yapı yönetmeliklerine ve teknik koşullara uygun yapılsaydı, buna karşın deprem nedeniyle yıkılsaydı, bu durumda, zararla hukuka aykırı eylem arasındaki illiyet bağı kesilmiş olacağından davalıların sorumluluklarına gidilmeyecekti. Hiç deprem olmasaydı, davalıların yıllarca önce işledikleri hukuka aykırı eyleminden dolayı, zararda olmadığı için eldeki davaya konu edilen biçimde bir ödence davası açılamayacaktı. Diğer bir anlatımla, davalıların hukuka aykırı eyleminin, ileride bir zarar doğuracağı varsayımı ile bu nitelik ve kapsamda sorumluluklarına gidilmeyecekti.

İstemin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı sorununa gelince, BK.nun İkinci Fasıl’m başlığı “Haksız muamelelerden doğan borçlar” başlığını taşımakta olup, 41-60. maddeleri kapsamakta ve haksız eylemlerden doğan düzenlemeleri içermektedir.

Bu faslın içinde yer alan 60. madde ise, “Müruruzaman” başlığını taşımaktadır. Anılan bu madde de, haksız bir eylem sonucu meydana gelen zarar nedeniyle zarar görenin, zararı ve zarar vereni öğrendiği günden itibaren bir yıl ve her durumda, zararın meydana gelmesini sağlayan eylemden itibaren de on yıl içinde istemde bulunmasını öngörmüştür. Devamında ise, haksız eylemin suç teşkil etmesi durumunda, bu sürelerin ceza yasasında öngörülen sürelere bağlı olacağı hüküm altına alınmıştır. Yine aynı maddenin, “…zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren…” biçimindeki düzenlemede hukuka aykırı eylemin yanında zararında gerçekleşmesinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla, hukuka aykırı eylemin varlığına karşın, zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olmayacaktır. Somut olayda, hukuka aykırı eylem daha önce, zarar ise depremin oluşumu ile gerçekleşmiştir.

Maddenin bu düzenleniş biçimi, somut olaya uygulandığında, şöyle bir sonuca varmak gerekir. Bir kimsenin, ödence isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın olması ilk koşuldur. Çünkü davanın hukuki nedeni ödence olunca, öncelikle bunun var ve miktarının da belli veya belirlenebilir olması gerekir. Öte yandan ve en önemli koşul, bu zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma da gelmesidir. Davaya konu edilen olayda olduğu gibi, davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiştir. Ancak o tarihte davacının eldeki davaya konu ettiği tür ve kapsamda bir zararı doğmamıştır. Böyle bir zarar olmayınca, davacının eldeki gibi böyle bir dava açma olanağı da bulunamayacağı doğaldır. Zamanaşımı, harekete geçememek durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez.

Yapıyı yapan davalılar ile, yapıyı yaptıran iş sahibi arasında düzenlenen yapım sözleşmesinde, yıkılan binanın var olan durumuna göre yapılması öngörülmüşse, yapı sahibinin de sözleşmeye göre bir istemi olmayacaktır. İş sahibinden binayı o haliyle devir alanında bir istemi bulunmayacaktır. Çünkü böyle bir sorumluluk, sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, binadaki gizli ayıplar için öngörülen sürelerin, dava konusu olayda uygulama olanağı olamaz. Biri haksız eylem, diğeri sözleşmeden kaynaklanan sorumlulukla ilgilidir. Bundan dolayı da, yanları ve hukuki sorumluluğunun nedenleri ayrı olan iki düzenlemeyi, aynı hukuki sonuca bağlamak düşünülemez.

Hukuki düzenleme ve eldeki bu olgulara göre, binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olmasına karşın, o tarihte zarar doğmadığından davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olamayacaktır. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar. Binanın yapım tarihinde, davalının hukuka aykırı olan eylemi gerçekleşmiştir. Ancak ortada henüz bir zarar bulunmamaktadır. Somut olayda olduğu gibi, her hukuka aykırı eylem, zararın oluşmasına neden olmayabilir. Binanın yapımı sırasındaki hukuka aykırılık eylemi nedeniyle, depremin oluşum sonucu zarar doğmuştur.

Davaya konu edilen olaydaki deprem, yani zarar doğurucu sonuç 17.8.1999 günü meydana gelmiş olup, eldeki işbu dava ise 11.8.2000 günü yani bir yıllık süre içinde açılmıştır. Bu süre, BK.nun 60. maddesinde öngörülen bir yıllık süreye uygun düşmektedir. Davanın açıldığı tarih itibariyle daha uzun süreli bu bağlamda ceza zamanaşımının uygulanıp-uygulanmaması konusunun tartışılmasını eldeki bu dava için gerekli görmüyoruz.

Tüm bu olgular gözönünde tutulduğunda, istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddedilmiş olması usule, yasaya ve dosyadaki somut olgulara uygun düşmemektedir. O halde mahkemece yapılacak iş, somut olayın özelliği oluş biçimi de gözetilerek belirlenecek ödenceye hükmetmektir. Bu yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve davacı yararına takdir olunan 250.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine 11.12.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.