BİRDEN FAZLA KİŞİNİN YARALANMASINA VE ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN SÜRÜCÜNÜN EYLEMLERİ OLASI KAST İLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ

BİRDEN FAZLA KİŞİNİN YARALANMASINA VE ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN SÜRÜCÜNÜN EYLEMLERİ OLASI KAST İLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

2018/545 E.

2019/504 K.

27.06.2019 T.

Özet: Sanığın 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak güvenli sürüş yeteneği ortadan kalkmış bir vaziyette, yasal hız limitlerinin çok üzerinde bir hızla yerleşim yeri içerisinde kırmızı ışık ihlalleri yaparak ve makas atıp trafiği tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmek suretiyle seyretmek, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemelerine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam etmek, olayın hemen öncesinde yaklaşmakta olduğu kavşakta yeşil ışığın henüz yandığını ve kırmızı ışıkta beklemekte olan araçların yeni harekete geçtiğini görmesine rağmen hızını azaltmayıp bu araçların arasından da makas atarak geçmek suretiyle, hiçbir kural tanımadan hareketlerini sürdürmesi ve öngördüğü neticeyi engellemeye yönelik hızını azaltmak, frene basmak gibi herhangi bir tedbire de başvurmaması karşısında öngördüğü muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlediği ve eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 3650-146

Sanık … hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan TCK’nın 85/2, 22/3, 62/1, 63 ve 53/6. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba ve sürücü belgesinin 1 yıl süreyle geri alınmasına ilişkin Adıyaman 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.09.2017 tarihli ve 90-160 sayılı hükme yönelik sanık müdafileri ile katılanlar …, …, … ve … vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesince 17.01.2018 tarih ve 3650-146 sayı ile CMK’nın 280/1-a maddesi gereğince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi ile katılanlar … ve … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.06.2018 tarih ve 3564-6753 sayı ile;
“…Yasada, taksirin bir türü olarak düzenlenmiş bulunan bilinçli taksir esas itibarıyla olası kastın sınırlarını daraltıcı bir işlev görmektedir. Bu nedenle, olası kastın anlamı ve sınırları belirlenmeden, bilinçli taksirin kapsamının tayini mümkün değildir.
Olası kast ve bilinçli taksir öngörme unsuru itibarıyla örtüşmesine rağmen, isteme unsuru bakımından ayrılmaktadır.
Olası kastı bilinçli taksirden ayıran özellik, mümkün ya da muhtemel olarak öngörülen neticenin kabullenilmesi, failin öngördüğü tipik neticenin meydana gelmeyeceğine yönelik bir güveni olmadan hareket etmesidir. Başka bir anlatımla, fail öyle ya da böyle her hâlde hareketi gerçekleştirirdim diyorsa olası kast, neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi gerçekleştirmezdim, diyorsa bilinçli taksir söz konusudur.
Somut olaya gelince; olay günü sanığın sevk ve idaresindeki araç ile gece vakti, meskûn mahalde, zemini ıslak nemli, bölünmüş asfalt kaplama devlet kara yolunda, araç içerisinde yolcu olarak bulunan … ile …, … ve … ile seyir hâlinde iken, kendisi ile aynı istikamette önünde seyir hâlinde olan müşteki …’in sevk ve idaresinde bulunan aracı, makas tabir edilen biçimde ve yasal hız sınırlarının çok üzerinde bir hızla geçmeye çalıştığı, bu sırada aracının sağ orta kısımlarıyla, sağ şeritte seyreden ve müşteki …’in sevk ve idaresinde bulunan aracın sol arka yan kısımlarına çarpmasıyla, direksiyon hâkimiyetini kaybederek orta refüjde bulunan demir çitlerin 10 metrelik kısmını devirdikten sonra müşteki …’in aracını yan yatırmak suretiyle durması ile gerçekleşen çift taraflı ölümlü trafik kazasında, iki kişinin ölümüne bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği somut olayda; sanığın 1,12 promil alkollü vaziyette şehir içinde seyir hâlinde iken, aracı çok hızlı kullandığı, kırmızı ışıklarda durmayarak yoluna devam ettiği, sanığın aracında bulunan tanıklar tarafından uyarılması üzerine sanığın yavaşladığı, hızını tekrar artırması üzerine uyarıldığında sanığın bu kez yapılan ikazları duymamak için müziğin sesini açtığı, tanık beyanları itibarıyla sanığın kullandığı aracın ibresinin 140 kilometreyi gösterdiği, kendisiyle aynı istikamette bulunan ve kırmızı ışıkta bekleyen fakat sanığın geçişi esnasında yeşil ışık yanması üzerine hareket eden araçların arasından birden fazla defa makas atmak suretiyle geçtiği anlaşılmakla, kendisine yapılan uyarılara rağmen sanığın eylemine devam edip seyrini sürdürmekle meydana gelecek neticeyi kabullendiği anlaşılmakla, sanığın eylemini olası kast ile işlediği ve olası kast hükümleri uygulanmak suretiyle cezalandırılması yerine suç vasfında yanılgıya düşülerek, bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle, mahkûmiyetine karar verilmesi,
Kabul ve uygulamaya göre de;
Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre kendilerini ortak vekille temsil ettiren katılanlar … ve … lehine, 3.960 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,” isabetsizliklerinden bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiş,
Daire Başkan Vekili B. Köksal ve Daire Üyesi S. Yıldırım;
“Sanığın olay tarihinde alkollü şekilde kullandığı araç ile seyir hâlinde iken kırmızı ışık ihlalleri ile aşırı hız yaptığı ve makas tabir edilen şerit ihlallerinde bulunduğu, müşteki …’in aracının sol arka yan kısmına çarptıktan sonra direksiyon hâkimiyetini kaybedip orta refüjdeki bariyere çarparak aracı yan yatırdığı, meydana gelen kazada kendi aracında bulunan iki kişinin öldüğü, bir kişinin yaralandığı, aynı zamanda çarptığı aracın sürücüsü Murat’ın da yaralandığı olayda sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki görüş uyuşmazlığı eylemin bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı işlendiği noktasında ortaya çıkmaktadır.
Eylemin olası kastla işlendiğinin kabulü için öngörme ve kabullenme unsurunun bulunması gerekir.
Öngörme tali neticenin gerçekleşmesinin ihtimal dâhilinde olduğunun tahmin edilmesini ifade eder.
Kabullenme ise netice açısından öngörüp kayıtsız kalma hâlidir.
Bilinçli taksirle olası kastın ayrımını irdeleyecek olursak:
Olası kastla bilinçli taksirin iki müşterek bir de farklı yönleri bulunmaktadır. Ortak yönlerden ilki failin neticeyi öngörerek hareket etmesidir. Diğer bir ortak yön öngörülen neticenin olasılık boyutunda olmasıdır.
Aralarındaki farkı ise neticeye yönelik düşünce oluşturmaktadır. Olası kastta fail gerçekleşme olasılığını öngördüğü neticeyi göze almakta, kabullenmektedir. Bilinçli taksirde ise failin neticeye yönelik iradesi istememe şeklindedir.
Olası kastta fail amacı dışındaki neticenin meydana gelebileceğini öngörmekte fakat amacına ulaşmak onun için çok önemli olduğundan olursa olsun diyerek tali neticenin oluşmasını kabullenmektedir. Neticenin gerçekleşmeyeceğine dair salt şansına güvenme veya boş bir ümit veya inanç içinde olmak kastı taksire dönüştürmeyecektir. Buna karşın failin öngördüğü muhtemel neticenin somut olaydaki kimi etkenler dolayısıyla meydana gelmeyeceği kanaatiyle veya fiili icra sırasında göstereceği maharet ya da çaba ile neticenin doğumunu önleyeceği inancıyla hareket etmesi durumunda bilinçli taksirden söz etmek gerekir. ‘Failin psişik durumu neticenin gerçekleşmeyeceğine ilişkin boş ve dayanaksız bir ümitten ibaret olmayıp olgu veya olasılığa dayanan kanaat mahiyetindedir. Başka bir anlatımla neticenin kesin olarak meydana geleceğini bilseydi bu fiili işlemezdi denilebilirse failin bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilmelidir.’ (Önder, Ceza Hukuku Dersleri, 1992 Sayfa:320.)
Mevcut olayımızı irdelediğimizde sanık olayda birden fazla ihlal içeren hareketiyle kaza yapabileceğini öngörmüş ve kabullenmiştir. Ancak meydana gelen netice açısından ölüm olayının meydana geleceğini öngörüp kabullenmesinden söz edilemez.
Yukarıda da değinildiği üzere ölüm olayının meydana geleceğini bilmesi hâlinde icrai hareketlerine devam edeceği yönünde bir durum söz konusu değildir çünkü kendi aracı içinde bulunan kişiler arkadaşlarıdır.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 16.10.2008 tarihli, 5343/11133 sayılı benzer nitelikteki olayla ilgili içtihadında da eylemin bilinçli taksirle gerçekleştiği şeklindeki kararı mevcuttur.
Tüm bu açıklamalar ışığında meydana gelen olayla ilgili olarak sanığın bilinçli taksir ile eylemi gerçekleştirdiği şeklindeki Yerel Mahkemenin suçun sübutunu kabul ve vasıflandırması usul ve yasaya uygun olduğundan kararın onanması kanaatiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.07.2018 tarih ve 29232 sayı ile;
“… İtiraza konu uyuşmazlık, sanığın, sevk ve idaresindeki araç ile seyir hâlinde iken alkollü olduğu ve kırmızı ışık ihlalleri ile aşırı hız yaptığı ve makas tabir edilen şerit ihlallerinde bulunduğu ve müşteki …’in aracının sol arka yan kısmına çarptıktan sonra direksiyon hâkimiyetini kaybedip orta refüjdeki bariyere çarparak aracı yan yatırdığı ve meydana gelen kazada kendi aracında bulunan iki kişinin öldüğü, bir kişinin yaralandığı, aynı zamanda çarptığı aracın sürücüsü Murat’ın da yaralandığı olayda, TCK’nın 85/2. maddesine uyan eylemin bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı işlendiğine ilişkindir.

…Maddi olayda, sanık …’nın sevk ve idaresindeki araç ile gece vakti, meskûn mahalde, zemini ıslak nemli, bölünmüş asfalt kaplama devlet kara yolunda, araç içerisinde yolcu olarak bulunan … ile …, … ve … ile seyir hâlinde iken, kendisi ile aynı istikamette önünde seyir hâlinde olan müşteki …’in sevk ve idaresinde bulunan aracı, makas tabir edilen biçimde ve yasal hız sınırlarının çok üzerinde bir hızla geçmeye çalıştığı, bu sırada aracının sağ orta kısımlarıyla, sağ şeritte seyreden ve müşteki …’in sevk ve idaresinde bulunan aracın sol arka yan kısımlarına çarpmasıyla direksiyon hâkimiyetini kaybederek orta refüjde bulunan demir çitlerin 10 metrelik kısmını devirdikten sonra müşteki …’in aracını yan yatırmak suretiyle durması ile gerçekleşen çift taraflı ölümlü trafik kazasında, iki kişinin ölümüne bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği şeklinde gerçekleşen eylemde,
Sanığın 1,12 promil alkollü vaziyette şehir içinde seyir hâlinde iken, aracı çok hızlı kullandığı, kırmızı ışıklarda durmayarak yoluna devam ettiği, sanığın aracında bulunan tanıklar tarafından uyarılması üzerine sanığın yavaşladığı, hızını tekrar artırması üzerine uyarıldığında sanığın bu kez yapılan ikazları duymamak için müziğin sesini açtığı, tanık beyanları itibarıyla sanığın kullandığı aracın ibresinin 140 kilometreyi gösterdiği, kendisiyle aynı istikamette bulunan ve kırmızı ışıkta bekleyen fakat sanığın geçişi esnasında yeşil ışık yanması üzerine hareket eden araçların arasından birden fazla defa makas atmak suretiyle geçtiği ve pek çok kural ihlali yaptığı ve tam ve asli kusurlu olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Sanığın, meydana gelen trafik kazasına yönelik neticenin meydana gelmesini istememesine rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesinden dolayı neticenin meydana gelmesini engelleyemediği,
Sanık suç tarihinde 19 yaşında olup gençlik enerjisi içinde ve aldığı alkolün etkisiyle, aracın içinde bulunan kız arkadaşlarına beceri derecesi yüksek bir biçimde araç sürebilme yeteneğini gösterme amacıyla hareket ettiği ve araçta bulunanların sanığın yakın arkadaşları olduğu, sanığın şoförlük yeteneğine, aynı yönde araç kullananların kendilerini koruma yönünde dikkatli davranacaklarına güvendiği, neticeyi öngörmüş olmasına karşın, neticenin gerçekleşmesini istemediği ve bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilmelidir.
Sanığın, eylemini gerçekleştirdiği sırada, neticeyi öngörmesine rağmen umursamadığı ve olursa olsun düşüncesiyle hareket ederek icrai hareketlerine devam ettiği konusunda dosya kapsamında bir tespitin bulunmadığı ve sanığın suça konu eylemini, olası kasıtla işlediğinin kabul edilemeyeceği,
Sanığın TCK’nın 85/2. maddesinde yazılı suçu objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesinden dolayı neticenin meydana gelmesini engelleyemediği ve neticenin gerçekleşmesini istemediği ve eylemi bilinçli taksirle işlediği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.09.2018 tarih, 5195-8199 sayı ve oy çokluğu ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yaptığı trafik kazası sonucunda sevk ve idaresindeki araçta yolcu olarak bulunan iki kişinin ölümüne, çarptığı araçta bulunan ve şikâyetinden vazgeçen bir kişinin de yaralanmasına neden olan sanığın eylemini bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı gerçekleştirdiğinin belirlenmesine ilişkin ise de 18.06.2019 tarihli ilk müzakere esnasında, bir Ceza Genel Kurulu Üyesi tarafından suç vasfına yönelik bir temyiz nedeni bulunmadığından Özel Dairece, sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğundan bahisle bozma kararı verilemeyeceğinin, buna bağlı olarak Ceza Genel Kurulunca uyuşmazlığın esasının görüşülmesinin mümkün olmadığının ileri sürülmesi üzerine öncelikle bu hususun değerlendirilmesi gerekmiştir.
1- Temyiz sebepleri gözetildiğinde, istinaf başvurularının esastan reddine dair kararın, Özel Dairece sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasının mümkün olup olmadığı, buna bağlı olarak Ceza Genel Kurulunca uyuşmazlığın esasının görüşülüp görüşülemeyeceği;
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık müdafisinin 11.02.2018 tarihli temyiz dilekçesinde;
1- Gerekçeli kararın, taraflı tanıklar… ve Halil Musab’ın beyanlarına dayandırıldığını, bu tanıkların gerçeğe aykırı beyanda bulunduklarını, tanık …’in beyanlarının gerçeği yansıtmadığını, müvekkili lehine olan delillerin ve beyanların dikkate alınmadığını,
2- Mahkemenin, sanığın alkollü bir şekilde saatte 140 km hızla kaza mahalline kadar kırmızı ışıklarda durmayıp tanıklar tarafından uyarılmasına rağmen hızını azaltmadığı, ikazları duymamak için müziğin sesini açtığı, trafikte yeşil ışık yanması üzerine henüz yeni hareket eden araçların arasından makas atmak suretiyle geçmeye çalıştığı, bu şekilde iki aracı makas atmak suretiyle solladığı şeklindeki kabulünün yerinde olmayıp bilirkişi raporunda sadece Karayolları Trafik Kanunu’nun 46 maddesinin (c) bendi uyarınca kusurlu olduğunun belirtildiğini,
3- Sanığın kırmızı ışıkta geçmediğini,
4- Sanığın makas atmadığını,
5- Tanık …’un keşifteki, şikâyetçi …’in ise duruşmadaki beyanlarından sanığın kırmızı ışıkta geçmediğinin ve makas atmadığının sabit olduğunu, müvekkilinin hızının normal olduğunu,
6- Sanıkta tespit edilen alkol miktarının yasal sınırın biraz üzerinde olduğunu, sanığın alkolün etkisiyle kaza yaptığı yönündeki kabulün hukuki olmadığını,
7- Kaza yeri ile sanığın aracını durdurduğu yer arasındaki mesafenin fazlalığının sanığın hızlı bir şekilde seyrettiğini gösterdiğine dair kabulün yerinde olmadığını,
8- 25.12.2016 tarihli, alkollü araç kullanan sürücü gözlem tutanağındaki sanığın sendelediğine, anlama yeteneğinin az olduğuna, sorulan sorulara yanıt veremediğine ilişkin değerlendirmenin yerinde olmadığını,
9- Sanığın vefat eden … ile nişanlandıkları beyan edilmesine rağmen bu hususta sanığın annesinin ve babasının dinlenilmesi talebinin reddedildiğini,
10- Bilinçli taksir koşullarının oluşmadığını ve cezanın alt sınırdan uzaklaşılmasını gerektirir bir durumun olmadığını,
Belirterek,
Katılanlar … ve … vekilinin 09.02.2018 tarihli temyiz dilekçesinde;
1- Sanık hakkında takdiri indirim yapılmaması,
2- Ceza tayin edilirken üst sınıra yakın tayin edilmesi,
3- Katılanlar yararına vekâlet ücretine hükmedilmesi,
Gerektiğini belirterek,
Gösterilen ve resen gözetilecek nedenlerle istinaf başvurularının esastan reddine dair hükmün bozulmasını talep ettikleri,
Anlaşılmaktadır.
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir.
İstinaf, ilk derece mahkemelerinin henüz kesinleşmemiş hükümlerinin hem maddi hem de hukuki yönden denetlenmesi için kabul edilmiş olan olağan bir kanun yolu olup ikinci derecedir. 5235 sayılı Kanun’un 3. maddesinde de istinaf incelemesi yapacak olan bölge adliye mahkemelerinin “adli yargı ikinci derece mahkemeleri” olduğu açıkça belirtilmiştir. İstinaf kanun yolunda ilk derece mahkemesinin hükmü, hem delillerin tespiti, değerlendirilmesi ve sübut konusundaki hatalar yönünden hem de sabit kabul edilen olaylara hukuk normları uygulanırken hata yapılıp yapılmadığı yönünden incelenir.
Temyiz ise kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan bir olağan kanun yoludur. Bu kanun yoluna başvurulduğunda uyuşmazlığa hüküm mahkemesinden başka bir yargı mercisi bakar. Temyizde hükümler hukuki yönden, yani fiilin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, nasıl yargılama yapıldığı, delillerin nasıl değerlendirildiği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, hükmün doğru oluşturulup oluşturulmadığı ve diğer hukuka aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden incelenir. Temyiz kanun yolu hukuki meseleye ilişkin hukuka aykırılıkları çözmek için kabul edildiğinden hukuki derece yoludur.
İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dâhil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, resen temyiz tercihinden vazgeçmiş ve CMK’nın “Temyiz başvurusunun içeriği” başlıklı 294. maddesinde, temyiz edenin, temyiz başvurusunda hükmün hangi nedenden dolayı bozulmasını istediğini, diğer bir deyişle temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu, temyiz sebebinin ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabileceğini belirtmiş, CMK’nın “Temyiz gerekçesi” başlıklı 295. maddesinin birinci fıkrasında da, temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe verilmesi gerektiğini düzenlemiştir.

Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekmektedir. Temyiz dilekçesinin, örneğin; “Hükmü temyiz ediyorum.” şeklindeki bir açıklamadan ibaret olup herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda, tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hâllerinde olduğu üzere usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden CMK’nın 298. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddi gerekir.
Mülga 1412 sayılı CMUK’nın “Temyiz sebebi” başlığını taşıyan 307. maddesi; “Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur. Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi kanuna muhalefettir.” düzenlemesini taşımakta iken, 5271 sayılı CMK’nın “Temyiz nedenleri” başlıklı 288. maddesi;
“1- Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır.
2- Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.” şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin Hükümet Tasarısı’ndaki gerekçesinde de;
“Madde, 1412 sayılı Kanun’dan ayrılarak ‘kanuna aykırılık’ yerine daha geniş anlamlı ve amaca uygun olan ‘hukuka aykırılık’ sözcüklerine yer vermiştir.
Yargılamanın konusunu oluşturan cezai uyuşmazlık çözüldükten ve maddi gerçeğe ulaşıldıktan sonra ilgili hukuk kuralının eksik veya yanlış uygulanması veya hiç uygulanmaması hukuka aykırılığı oluşturur.
Hukuk kuralı deyimi, temel hukuk ilkelerini, yazılı olan veya olmayan hukuk kurallarını, yargılama hukukuna ilişkin kurallarla maddi hukuka ilişkin kuralların tümünü kapsar.
Temyiz başvurusunun, hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayandırılması gerekir. Delillerin yanlış değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin saptanmasını etkilediğinde elbetteki hukuka aykırılık oluşturur.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Mülga 1412 sayılı CMUK’da temyiz sebebi “kanuna aykırılık” olarak belirlenirken, 5271 sayılı CMK’da “hukuka aykırılık” olarak belirlenmiştir. Ancak her iki Kanun’a bakıldığında bu iki farklı kavramın aynı şekilde anlaşılmasının istendiği sonucuna varılmaktadır. Zira her iki Kanun’un ilgili hükümlerinde bu kavramlar, “bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması” şeklinde tanımlanmış olup öğretide de geçmişten bu yana kanuna aykırılık kavramı geniş yorumlanmış ve bu ifadenin yazılı hukukla sınırlı anlaşılmaması gerektiği, bu nedenle yazılı hukuka ek olarak; içtihada aykırılık, tecrübe ve mantık kurallarına aykırılık, öğretiye aykırılık, maruf ve meşhur olan şahsi bilgilerdeki hataların da kanuna aykırılık kapsamında denetlenebileceği, ayrıca uluslararası hukuka ve evrensel hukuki değerlere aykırılığın da temyiz nedeni olarak ileri sürülebileceği ifade edilmiştir.
Temyiz nedenleri bakımından iki Kanun arasındaki esas farklılık, 5271 sayılı CMK’nın temyiz başvurusunun içeriği başlıklı 294. maddesinden kaynaklanmaktadır.
Mülga 1412 sayılı CMUK’nın “Temyiz istidası ve ihtiva edeceği noktalar” başlığını taşıyan 313. maddesi;
“Temyiz eden taraf hükmün hangi cihetine itiraz ve neden dolayı bozulmasını talep etmekte olduğunu temyiz istidasında veya beyanında veyahut layihasında gösterir.
Temyiz için istinad edilen sebeplerde muhakeme usulüne müteallik hukuki bir kaideye mi yoksa kanuni diğer hükümlere mi, muhalefet etmiş olmasından dolayı itiraz olunduğu gösterilir.
Birinci hâlde kanuna muhalif olan vak’alar izah olunur.” şeklinde düzenlenmiş iken,
5271 sayılı CMK’nın “Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi;
“1- Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
2- Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 313. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 294. maddesinin ilk fıkraları temyiz sebeplerinin gösterilmesi hususuna ilişkindir ve arada ciddi bir fark yoktur. Oysa her iki maddenin ikinci fıkraları birbirinden tamamen farklıdır. 5271 sayılı Kanun’un 294. maddesinin ikinci fıkrasında temyiz sebebinin ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabileceği açıkça belirlenmiştir.
Fiilin sanık tarafından işlenip işlenmediği maddi sorunu oluştururken sanık tarafından gerçekleştirilmiş fiilin suç oluşturup oluşturmadığı, suç oluşturduğu kabul edilen fiile hangi cezanın verilmesi gerektiği, delillerin nasıl değerlendirildiği, nasıl yargılama yapıldığı, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, hükmün doğru oluşturulup oluşturulmadığı gibi hususlar ise hukuki sorunu oluşturur. Sübut da denilen maddi mesele, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin sözlülük ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak eylemi öğrenmesidir. Hukuki mesele ise olayın hukuk karşısındaki durumunu tespit etmek anlamına gelir.
Temyiz nedeni olan hukuka aykırılık, muhakeme hukuku normunun ihlali (Örneğin, tanıklıktan çekinme hakkı bulunan tanığa bu hakkının hatırlatılmaması, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi gibi.) ya da maddi hukuk normunun ihlali (Örneğin, sanığın eylemi suç teşkil etmediği hâlde mahkûmiyet hükmü kurulması, suçun niteliğinin hatalı belirlenmesi, eksik araştırmaya dayalı olarak karar verilmesi gibi.) şeklinde ortaya çıkabilir. Maddi hukuk normunun ihlâli hâlinde temyiz edenin sıfatı da dikkate alınarak kararın bozulması gerekmekte ise de muhakeme hukuku normlarının ihlallerinde, ihlalin hükmü etkileyip etkilemediği gözetilmelidir.
Bu kapsamda, muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz nedeni olarak açıkça ileri sürülmesi gerekmektedir. Muhakeme hukukuna aykırılık iddiasına dayanan temyiz taleplerinde Yargıtay hem muhakeme normunun doğru uygulanıp uygulanmadığını hem de ilk derece veya bölge adliye mahkemelerince muhakeme normunun uygulandığı olayın doğru tespit edilip edilmediğini denetleyecektir. Temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamında hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda işaret edilmekle yetinilecektir.
Temyiz nedeninin, maddi hukuk kurallarına aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezaî yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuk kurallarına aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
Nitekim, 5271 sayılı CMK’nın 301. maddesinin Hükümet Tasarısı’ndaki gerekçesinde; “Yargıtay, yalnız temyiz dilekçesi veya beyanında maddi hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle ileri sürülen hususlarla, temyiz istemi yargılama hukukuna ilişkin kuralların uygulanmaması veya eksik veya yanlış uygulanmasından dolayı yapılmışsa bu olgular hakkında inceleme yapar.” açıklamalarına yer verilerek temyiz sebebinin hangi hukuka aykırılık iddiasına dayandırıldığının gösterilmesi; muhakeme hukukuna aykırılık iddiasına ilişkin temyiz taleplerinde, hiç uygulanmayan, eksik veya yanlış uygulanan usul kuralları ile buna dayanan maddi olguların ileri sürülmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Öğretide de, temyiz sebeplerinin muhakeme hukukuna ve maddi hukuka ilişkin olarak ileri sürülmesi bakımından; “Maddi hukuk normlarına ilişkin temyiz başvurularında sebep gösterilmesi zorunluluğunun Yargıtay incelemesinde önemli bir sınırlama içermediği, muhakeme hukukuna aykırılık nedeniyle hüküm temyiz ediliyorsa hükmü temyiz edenin, bu aykırılığa temel oluşturan maddi olguları göstermek zorunda iken maddi hukuka aykırılıkta, maddi hukuka aykırılıktan dolayı hükmün temyiz edildiğinin belirtilmesinin yeterli olduğu, Yargıtayın maddi hukuk normlarının tümünü göz önünde tutup inceleme yapması gerektiği,”; (Serap Keskin Kiziroğlu, Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Temyiz Yasa Yoluna İlişkin Değişikliklere Bakış, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kasım-Aralık, 2017, s.182 vd.) “5271 sayılı CMK’nın 288. maddesi uyarınca temyiz sebebi olarak belirtilenler dışında kalan muhakeme hukukuna ilişkin diğer hukuka aykırılıklar bakımından Yargıtayın karar vermesine olanak bulunmadığı, buna karşılık, kararın hukuka aykırı olduğu ve bozulması gerektiği yönünde bir irade ortaya konulduğu sürece incelemenin maddi hukuka ilişkin tüm hukuka aykırılıklar yönünden yapılabileceği, bu bağlamda, Yargıtayın olayda meşru savunma koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle yapılan bir temyiz istemi karşısında bu istemi yerinde bulmasa bile haksız tahrikin koşullarının gerçekleştiği ve bu nedenle de cezanın indirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozabileceği,” (Mustafa Ruhan Erdem, Cihan Kavlak, Ceza Muhakemesinde Temyiz İncelemesinin Kapsamı ve Sınırları, Yargıtay Dergisi, Ekim 2018, Sayı: 4, s. 1434-1472.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Bu aşamada, bölge adliye mahkemelerince verilen kararların temyizi üzerine temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağına da değinilmelidir.
5271 sayılı CMK’nın “Temyizde incelenecek hususlar” başlıklı 301. maddesi;
“1- Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında inceleme yapar.”
Biçiminde düzenlenmiştir.
Doktrinde, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından; “Yargıtay hukuksal incelemesine önündeki hüküm bakımından ispat konularının sübuta erdiği varsayımından başlar. Temyiz mahkemesi yalnızca hâkimin delilleri değerlendirmesinde hukuksal hata yapıp yapmadığını değerlendirebilir. Delillerin değerlendirilmesi ve ispat açısından vicdani kanıyı olay hâkiminin oluşturması gerekir. Ancak bunun için de yerel mahkeme kararının gerekçesi ve dayanaklarının, sanığın tüm sorgu tutanaklarının, temyiz mahkemesine sunulması gerekir.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2017, s.778 vd.); “Yargıtay, ilk derece mahkemesinin yerine geçerek eylemin varlığı veya yokluğu, kanıtların inandırıcılığı ya da kesinliği gibi yargılarda bulunamaz, ancak maddi olayların gerekçede yeterince yansıtılıp yansıtılmadığı, yansıtılan maddi olaylara ilişkin kanıtların tartışılıp tartışılmadığı, bu tartışma yapılırken doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uyulup uyulmadığı yönlerinden hükmü inceleyerek olay yargılamasını sınırlı bir şekilde denetleyebilir.” (Sami Selçuk, Temyiz Denetiminin Sınırları, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, s.336); “Temyiz kanun yolunda maddi mesele incelenemez. Ancak kanun koyucu sanığa gerçekçi bir hukuki koruma sağlamayı amaçladığı için aradan geçmiş olan zamanın olumsuz etkilemediği oranda maddi mesele incelenebilmelidir. Burada esas mahkemesindeki hâkimin doğrudan doğruyalık ilkesinden kaynaklanan maddi meseleyi takdir etme yetkisi ortadan kaldırılmadan, dosyaya girdiği oranda maddi meseleyi inceleyen, bu istisna dışında sadece hukuki mesele ile ilgilenen bir temyiz incelemesi yapılmalıdır. Yargıtay maddi meseleyi sadece hükmün gerekçelerine dayanarak incelemelidir.” (Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014, s.1234.); “Tamamen maddi soruna ilişkin olan aykırılıkların temyiz kanun yolunda denetlenmesi mümkün değildir. Ancak, mahkemenin, elindeki maddi olguları hukuk kurallarına uygun olarak değerlendirip değerlendirmediği ve hükme esas alırken hukuk kurallarına bağlı kalıp kalmadığı Yargıtay tarafından incelenmek zorundadır. Aynı şekilde hukuka aykırılığın, yargılama kurallarının doğru uygulanmaması nedenine dayandığının ileri sürülmesi hâlinde de Yargıtay hem yargılama kuralarına uyulup uyulmadığına hem de bu kuralların uygulanmasına esas teşkil eden ve daha önce mahkemece tespit edilmiş olan maddi vakıaların doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini inceleyebilecektir.” (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, İzmir, 2017, s.856.); “Temyiz kanun yolunda temyiz mahkemesi, sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak geçmişte olan bir olayın nasıl meydana geldiğini ortaya çıkaran olay hâkiminin tespitleriyle bağlıdır. Bununla birlikte olay mahkemesinin tespitleri belirsiz, eksik, çelişkili, mantık veya deneyim kurallarıyla çatışıyorsa olay mahkemesinin tespitleriyle bağlılık ortadan kalkar. Yargıtayın, bölge adliye mahkemesi incelemesinden geçmiş bir kararla ilgili yapacağı denetimin, verilen kararın hukuksal yönüyle sınırlı olması hâli, Yargıtayca hiçbir zaman maddi olay denetimi yapılamayacağı anlamına gelmez. İlk derece veya bölge adliye mahkemelerinin kararlarında bilimin yerleşmiş ilkelerine, genel yaşam deneyimlerine, mantık kurallarına aykırılıklar varsa, ulaşılan sonuç ve gerekçe arasında birbiriyle açıkça çelişen tespitler bulunuyorsa, maddi olay açık, kesin ve tam olarak belirlenememiş ise ve bu nedenlerle kararın hukuksal yönden denetimine olanak yoksa Yargıtay maddi olay denetimi yapabilir.” (Erdem-Kavlak, s.1424-1460.); “Bir olayı tespit ederken ilk derece mahkemesi hâkimi delilleri serbestçe takdir eder. Ancak bu tespitin eksiksiz olması ve hâkimin kanaatinin objektif dayanaklarının hükümden anlaşılması gerekir. Bu nedenle maddi olaya ilişkin denetim, maddi vakıanın sübutuna ilişkin kanaatin yeterli delile dayanarak ve mantık kurallarına uygun bir şekilde oluşturulup oluşturulmadığı açısından yapılmaktadır.” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, İstanbul, 2016, s.840.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Görüldüğü gibi doktrinde çoğunlukta olan anlayışa göre, Türk Ceza Muhakemesine istinaf kanun yolunun getirilmiş olması, temyiz mahkemesinin önceden olduğu gibi somut temyiz denetiminin elverdiği ölçüde maddi soruna girmesine engel oluşturmayacak, temyiz kanun yolunda somut dava üzerinden içtihatlarla birliği sağlayacak olan Yargıtay, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir etme yetkilerini de dikkate alarak bu delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görebileceği ve inceleyebileceği maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıklardan dolayı bozma kararı verebilecektir.
İlk derece ve bölge adliye mahkemelerinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olması, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, maddi sorun ile maddi hukuk normlarının bu ayrılmaz niteliğinden dolayı uygulanan maddi hukuk normlarının hatalı olduğu iddiasıyla yapılan temyiz başvurularında hükmün hukuki yönden denetiminin maddi sorundan ayrılması mümkün değildir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması sonucunda maddi sorunun da hatalı şekilde belirlendiği hâllerde dosyaya yansıyan tüm delillerle birlikte maddi sorun irdelenmeksizin hükmün hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olamayacaktır. Kaldı ki, Kanun’da Yargıtayın temyiz denetimi sırasında maddi sorunu inceleyemeyeceğine ilişkin bir hüküm de mevcut değildir. 5271 sayılı CMK’nın “Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek hâller, hukuka aykırılığın düzeltilmesi” başlıklı 303. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, olayın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraate veya davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının gerektiği durumlarda, Yargıtayın, davanın esasına hükmedebileceği belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre ilk derece veya bölge adliye mahkemelerinin tespitlerinin hukuki denetim yapılmasına olanak vermeyecek ölçüde yetersiz olması hâlinde maddi sorunun tespiti ve buna bağlı olarak maddi ceza normunun doğru tatbik edilmesi bakımından Yargıtayın eksik araştırma nedeniyle bozma kararı verebilecek olması, hukuki denetimin, o ana kadar yapılan tespitlerin, normun olaya uygulanması için yeterli dayanak oluşturup oluşturmadığı hususunu da içerdiği sonucunu doğurmaktadır.
Sonuç olarak, Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtayın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasa’nın 138. maddesi de tüm hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkânı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hâllerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtayın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik sanık müdafisi ile katılanlar vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği, bu kararın sanık müdafisi tarafından tanık dinletme taleplerinin reddedildiğine ve sanık lehine delillerin dikkate alınmadığına dair muhakeme hukukuna aykırılık iddialarına dayalı nedenler ile Yerel Mahkemenin olayın gerçekleşme şekline ilişkin kabulünün yerinde olmadığına, bilinçli taksir koşullarının oluşmadığına, cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesini gerektirir bir durum olmadığına ilişkin maddi hukuka aykırılık iddialarına dayalı ve resen gözetilecek nedenlerden, katılanlar … ve … vekili tarafından ise katılanlar yararına vekâlet ücretine hükmedilmediğine ilişkin muhakeme hukukuna ilişkin aykırılık iddiasına dayalı neden ile sanık hakkında takdiri indirim yapılmaması ve cezanın üst sınıra yakın tayin edilmesi gerektiğine ilişkin maddi hukuka aykırılık iddialarına dayalı ve resen gözetilecek nedenlerden bozulması talebiyle temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, sanığın eylemini olası kast ile gerçekleştirdiğinden, kabule göre de temyiz yoluna başvuran katılanlar lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği anlaşılmakla; sanık müdafisinin Yerel Mahkemenin olayın gerçekleşme şekline ilişkin kabulünün yerinde olmadığına, bilinçli taksir koşullarının oluşmadığına, cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesini gerektirir bir durum olmadığına, katılanlar … ve … vekilinin ise sanık hakkında takdiri indirim yapılmaması ve cezanın üst sınıra yakın belirlenmesi gerektiğine ilişkin temyiz nedenlerinin maddi hukuka aykırılık iddialarına dayanması, Yargıtayca da maddi hukuka aykırılık iddiasına dayalı temyiz istemlerinde dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıkların temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılmasının gerekmesi karşısında, eylemi olası kastla öldürme suçu olarak değerlendiren Özel Dairece, sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik istinaf başvurularının esastan reddine dair kararın, katılanlar … ve … vekili tarafından açıkça temyiz nedeni olarak ileri sürülmemekle birlikte sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturma ihtimaline göre maddi hukuka aykırılık nedeninden bozulmasının mümkün olduğu, buna bağlı olarak Ceza Genel Kurulunca sanığın eylemini olası kastla mı bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiğine ilişkin uyuşmazlığın esasının görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Sanık hakkında taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan kamu davası açıldığı, Adıyaman 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; sanığın bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilerek TCK’nın 85/2, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine karar verildiği,
Sanık müdafileri ve katılanlar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,
Bu hükmün sanık müdafisi yanında katılanlar vekili tarafından temyiz edildiği, katılanlar vekilinin temyiz dilekçesinde;
‘-Sanık hakkında takdiri indirim nedeninin uygulanmasının hatalı olduğu,
-Temel ceza tayini sırasında üst hadden uzaklaşılmaması gerektiği,
-Ve katılanlar yararına vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği’
Şeklindeki üç temyiz nedeni gösterilerek ve ayrıca Yargıtay tarafından nazara alınacak nedenlerle Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesinin kararının bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunduğu, katılanlar vekilinin talebinin maddi hukuka aykırılık iddiasına dayandığı, yargılama hukukuna aykırılık iddiasının ileri sürülmediği,
Dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince özetle, sanığın eylemini olası kastla işlediği, mevcut kanıtlara göre olası kast hükümleri uygulanmak suretiyle cezalandırılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının özetle; ‘…sanığın eylemini bilinçli taksirle işlediği, mevcut kanıtlara göre olası kastla gerçekleştirdiğini kabule olanak bulunmadığı, vekalet ücreti yönünden hükmün düzeltilerek onanması gerektiği,’ görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurduğu, Özel Dairenin ise itirazı yerinde görmeyerek dosyayı Ceza Genel Kuruluna gönderdiği,
Ceza Genel Kurulunca yapılan incelemede;
Tarafların temyiz dilekçelerinde maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanmaları nedeniyle CMK’nın 289. maddesindeki kesin hukuka aykırılıklar yanında dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıkların incelenebileceği, bu kapsamda temyiz dilekçesinde gösterilmese dahi sanığın olası kastla hareket edip etmediğinin incelenebileceği, sanığın bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin incelemenin, diğer bir ifadeyle kastının belirlenmesinin maddi vaka denetimi sayılmayacağı, sonucuna ulaşılarak itirazın esasının incelendiği,
Anlaşılmaktadır.
Aşağıda arz edilen nedenlerle sayın çoğunluğun usul ve yasaya aykırı olduğu düşünülen bu görüşüne iştirak edilmemiştir.
A- Tarafların temyiz başvurularında gösterdikleri temyiz sebeplerinin incelemeye sınırlama getirip getirmediği hususunun incelenmesinde; 5271 sayılı CMK’nın 288. maddesi ‘Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır’, aynı Kanun’un 294. maddesi ‘Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.’ ve aynı Kanun’un 301. maddesi ‘Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.’ şeklinde hükümler içermektedir. Bu açık düzenlemelere göre Yargıtay tarafların ileri sürdüğü temyiz nedenleriyle bağlı olup, CMK’nın 289. maddesinde gösterilen mutlak temyiz nedenleri dışında ileri sürülmeyen hukuka aykırılıkları, hükme ne derece etkili olursa olsun, kendiliğinden inceleyemez. 1412 sayılı CMUK’nın 320. maddesi temyiz dilekçesinde gösterilmese dahi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görmesi hâlinde Yargıtaya inceleme ve bozma yetkisi vermekteydi. Oysa bunun karşılığı olan CMK’nın 301. maddesi açıkça sadece temyiz başvurusunda belirtilen hususları inceleme yetkisi vermektedir. Bu nedenle ‘tarafların temyiz dilekçesinde maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması nedeniyle, CMK’nın 289. maddesindeki kesin hukuka aykırılıklar yanında dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıkların incelenebileceğine’ ilişkin düşüncenin yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca maddi hukuka ilişkin bir sebebin ileri sürülmesi hâlinde, lehe aleyhe bakılmaksızın tüm maddi hukuka aykırılıkların incelenmesi yoluna gidilmesi sınırsız inceleme olanağı getirir ve usulün emredici temyiz sebebiyle sınırlı inceleme kuralını işlemez hâle getirir.
Öte yandan gösterilen sebeple sınırlı inceleme yapma kuralının sonucu olarak, bu kuralı işletecek ölçüde, diğer bir ifade ile dosyayı ve hükmü tümüyle incelemeye gerek kalmadan, dilekçeye bakarak nelerin inceleneceğini anlamayı ve sınırlandırmayı sağlayacak biçimde nedenlerin somutlaştırılması gerekir. Temyiz dilekçesi kapsamından muhakeme ve maddi hukuka ilişkin hangi normun ihlal edildiğinin anlaşılması veya en azından belirlenebilir olması gerekir. Bu kapsamda ‘hüküm hukuka aykırıdır’, ‘usul ve yasaya aykırıdır’, ‘temyiz ediyorum’, ‘ceza fazladır veya eksiktir’ veya ‘resen dikkate alınacak sebeplerle hükmün bozulması gerekir’ şeklindeki temyiz başvuruları kabul edilemez. Aksinin kabulü hâlinde bu şekilde sadece soyut ve genel ifadeler içeren temyiz dilekçeleri üzerine hükmün tüm yönleri incelenir ve sebeple sınırlı inceleme kuralı işlemez hâle gelir. Özetle başvuruda kullanılan ifadeler, kararın hangi nedenle bozulması gerektiği konusunda yeterli bir irade ortaya koymuyor ve incelemenin kapsamını sınırlandırmıyor ise bu temyiz sebebinin dikkate alınmaması gerekmektedir.
Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz incelemesi öncesi düzenleyeceği tebliğname ve inceleme sonrası düzenleyeceği itiraznamede tarafların ileri sürmedikleri hukuka aykırılıkları ileri süremezler. Temyizin sebeple sınırlı olması kuralı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı değerlendirmeleri için de geçerlidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; İlk derece ve istinaf mahkemesi sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğini kabul ederek hüküm kurmuşlardır. Başta katılanlar vekilinin temyiz dilekçesi olmak üzere temyiz başvurularının hiçbirisinde sanığın olası kastla hareket ettiğine ilişkin bir temyiz nedeni bulunmamaktadır. Temyiz dilekçelerinde yer alan ‘resen nazara alınacak’ ve ‘mahkemenizce göz önünde bulundurulacak nedenlerle’ hükmün bozulması istekleri yasal temyiz nedeni değildir ve bunlara dayanılarak incelemenin kapsamı genişletilemez. Buna rağmen Özel Dairenin sanığın olası kastla hareket ettiğinden söz ederek bozma kararı vermesi CMK’nın 288, 294 ve 301. maddelerinde öngörülen temyiz incelemesinin gösterilen sebeple sınırlı olmasına ilişkin kurala açıkça aykırıdır. Tarafların göstermedikleri bir nedenle bozma kararı verilerek sanık aleyhine durum yaratılması yasal değildir.
B- Sanığın kastının bulunup bulunmadığının belirlenmesinin maddi sorun mu yoksa hukuksal sorun mu olduğunun, bu kapsamda temyiz mahkemesinin bunu incelemeye yetkili olup olmadığının değerlendirilmesine gelince; Kural olarak Yargıtay, sadece hukuka aykırılıkları incelemekle yetkili olup, dosyadaki maddi olguları inceleyemez ve denetimini yapamaz, mahkemenin takdirinin yerinde olup olmadığını değerlendiremez, sadece hükmün bir kanun ihlal edilerek kurulup kurulmadığına bakılır. Diğer anlatımla temyizde, uyuşmazlığın sadece hukuki yönünü, yani ilk derece veya BAM tarafından tespit edilen maddi olayın hukuk normları karşısındaki durumu ele alınarak, hukuk normlarının maddi olaya doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığı, norm ihlali olup olmadığı denetlenmektedir. Bu yapılırken alt mahkemelerin tespit ettiği maddi olay inceleme dışı kalacak, yerel ve istinaf mahkemesi tarafından saptanan olgular ve hükme esas alınan deliller üzerine kurulan hükümde, hukukun doğru ve eksiksiz uygulanıp uygulanmadığı araştırılacaktır. Temyizin amacı Bölge Adliye Mahkemelerinin karalarındaki hukuka aykırılıkları gidererek ülkede uygulama birliğinin sağlanması ve hukukun geliştirilmesidir.
Yargılama kuralları ile usul yasasında öngörülen kanun yollarının ana hedefi daha doğruyu, gerçeği ve buna uyan hukuk normlarını belirlemektir. Bu bağlamda temyiz incelemesinde ulaşılmak istenen amaç, yargılama konusu olayda mümkün olan en adil kararı vermek ise, dikkate alınacak husus, Yargıtay tarafından verilecek olan kararın, alt mahkemelerde verilmiş olan kararlardan daha iyi ve daha değerli bir karar olmasıdır.
Maddi vakaların belirlenmesi esasen fiilin öğrenilmesi faaliyetidir, fiilin öğrenilmesi ise delillerin ortaya konulup tartışılmasıyla olur. Bu görev esas hâkimi denilen ilk derece hâkimine ve hükmün istinaf edilmesi durumunda istinaf hâkimine ait bir yetkidir. Temyiz mahkemesi ise yargılamanın en önemli aşaması olan duruşmayı ve dolayısıyla öğrenme yargılamasını yapmamaktadır. Bu nedenle kural olarak temyiz hâkimi, maddi tespitlerle ilgili ilk derece hâkiminin ulaştığı vicdani kanaati kaldırıp bundan farklı şekilde kendi kanaatini ikame edemez. Çünkü bu tespitler yüz yüze yapılan duruşmada ortaya konulmuş olan delillerden elde edilen kanaatle oluşmuştur. Hâkimin yüz yüze yapılan sözlü duruşmada, huzurunda kanıtların tartışılması ve beş duyusu ile elde edebildiği bilginin, bunları belirleme ve algılama olanağından yoksun temyiz hâkimince denetlenmesi hukuktan önce mantık kurallarına aykırıdır ve akli değildir, gerçeği bulmaya katkı sağlamaz. Delillerle doğrudan temas eden, kanıtlarla diyalektik ilişki kuran hâkimin maddi olay bakımından vardığı sonucun, doğrudanlık ve sözlülük ilkelerine aykırı biçimde temyiz hâkimince denetlenmesi bizi yanlış sonuçlara götürür. İlk derece mahkemesi tarafından doğrudan elde edilen ve yaşanmış bir duruşmadan çıkan vicdani kanaatin yerine, temyiz mahkemesi bundan yoksun hâlde oluşturduğu kendi görüşünü koyarsa, ilk derecenin daha iyi yaptığı işlemin yerine, kendi kötü işlemini koymuş olur. Gerçeği bulma konusunda yerel mahkeme daha iyi araçlara ve imkâna sahiptir. Huzurunda tartışılan kanıtlar nedeniyle olayı kısmen gören ve yaşayan yerel mahkeme, sadece dosyayı ve duruşma tutanaklarını gören temyiz mahkemesinden daha doğru sonuca ulaşır. Açıklanan sebeple Yargıtay ilk derece mahkemesinin yaptığı tespitlerden sadece doğrudan ve sözlü bir duruşma yapmaksızın denetlenebilen tespitleri denetleyebilir. Yargıtayın maddi tespitle ilgili her sorunu çözmeye yeltenmesi gerçeği bulmaya yardımcı olamaz, tarafların etkin katılmadıkları soyutlandıkları bir karar ortaya çıkar. Bu nedenle maddi tespitlerin Yargıtay tarafından denetlenmesine mantıklı bir sınırlama getirilmesi zorunludur, yasa koyucu da yukarıda belirtilen düzenlemelerle bu yolu benimsemiştir. Yargıtay hukuk sorunu ile olay sorununu ayırmalı, duruşma yapamadığı için de yerel mahkemenin yerine geçerek olay sorununu tüm yönleri ile incelememeli, eylemin varlığı yokluğu, kanıtların yeterliliği, delillerin yanlılığı veya yansızlığı gibi konulara bakmamalı, varlığı kabul edilen olayı doğru nitelemeye odaklanmalı, yerel mahkemenin hukuksal değerlendirmesinin yerinde olup olmadığını incelemelidir. Esasen duruşma yapmayan mahkeme veya hâkimin olayı doğru değerlendirmeye ve çözmeye ne olanağı, ne de yetkisi vardır. Duruşmaya katılmayan hâkimin olaya ilişkin sorunları çözmesi eşyanın doğasına aykırıdır. Temyiz mahkemesinin maddi meseleyi çözmeye kalkışması doğrudanlık, yüz yüze olma, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşmayı gereksizleştirir, hâkimin duruşmada sunalan kanıtlara göre vicdani kanaatini oluşturması ilkesi yerine, buna yabancı hâkimin kanaati konur. Bu da adli yanılgıları artırır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Failin iç ve psikolojik dünyasını ilgilendiren suç kastının var olup olmadığını, var ise hangi suç kastını taşıdığını ve kast türlerinden hangisi olduğunu belirlemek bir olay sorunu, yani maddi sorundur. Zira, bir olayda sanığın iç dünyasını ilgilendiren kastının belirlenmesi ortaya koyduğu söz ve davranışlara bakılarak belirlenmektedir. Sanığın söz ve davranışlarının belirlenmesi ise tipik maddi olayın belirlenmesi işi olup tamamen ilk derece ve istinaf mahkemesinin görev alanına girmektedir. Somut olayda da sanığın bilinçli taksirle mi, yoksa olası kastla mı hareket ettiğinin belirlenmesi için, olay sırasındaki hızının, alkollü olup olmadığının ve düzeyinin, kırmızı ışık ihlali yapıp yapmadığının, tanık beyanlarının, bilirkişi raporlarının, tarafların ilişkilerinin ve sair yönlerinin saptanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunların tespit ve değerlendirilmesi ise tamamen maddi sorundur, diğer bir ifadeyle geçmişte yaşanan bir olayın nasıl meydana geldiğinin ortaya çıkartılması faaliyetidir. Bunu yapma görev ve yetkisi ise yukarıda ayrıntıları gösterilen nedenlerle sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerine uygun şekilde ilk derece ve istinaf mahkemelerine aittir. Tarafların temyiz dilekçelerinde bozma nedeni olarak gösterilmiş olsa dahi Yargıtay’ın sanığın kastını belirleme yetkisi bulunmamaktadır, esasen bunu ilk derece mahkemesinden daha doğru belirlemesi olanağı da yoktur.
Sonuç olarak, sanığın olası kastla hareket ettiğine ilişin tarafların gösterdiği bir temyiz nedeni bulunmadığı gibi, maddi sorun niteliğinde olan kastın belirlenmesi faaliyetinin ilk derece ve istinaf mahkemesinin görevi kapsamında bulunması nedeniyle, sebeple sınırlı olarak hükmü sadece hukuki yönden denetlemeye yetkili Özel Dairenin bozma kararının yetki aşılarak verildiği ve dolayısıyla hukuka aykırı olduğu nazara alınarak itirazın değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.” düşüncesiyle,
Üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de, benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
2- Ceza Genel Kurulunca uyuşmazlığın esasının görüşülebileceği sonucuna ulaşılmakla, yaptığı trafik kazası sonucunda sevk ve idaresindeki araçta yolcu olarak bulunan iki kişinin ölümüne, çarptığı araçta bulunan ve şikâyetinden vazgeçen bir kişinin de yaralanmasına neden olan sanığın eylemini bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı gerçekleştirdiği;
İncelenen dosya kapsamından;
25.12.2016 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; sanık sürücü …’nın sevk ve idaresindeki 09 .. 975 plaka sayılı aracı ile Atatürk Bulvarını takiben Karayolları Kavşağından Altınşehir istikametine doğru seyir hâlindeyken Park Hospital Hastanesi karşısına geldiği esnada yine aynı istikamette önünde seyreden sürücü …’in sevk ve idaresindeki 02 .. 703 plaka sayılı araca makas atmaya çalışırken aracının sağ orta kısmıyla sağ şeritte seyreden 02 .. 703 plaka sayılı aracın sol arka yan kısmına çarpmasıyla aracın hâkimiyetini kaybettiği ve orta refüjde bulunan demir çitlere çarpıp demir çitlerin 10 metrelik kısmını devirdiği, 02 .. 703 plaka sayılı aracı da yan döndürdüğü, meydana gelen trafik kazasının oluşumunda sanık …’nın 2918 sayılı KTK’nın 46. maddesindeki “aksine bir işaret bulunmadıkça trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmeme” kuralını ihlal ettiği yönünde açıklamalara yer verilerek kazanın 25.12.2016 tarihinde gece vakti saat 23.20 sıralarında, yerleşim yeri içerisinde, açık havada, aydınlatmanın olduğu, asfalt kaplamalı, ıslak ve nemli, 2 şeritli, 5 metre genişliğindeki bölünmüş devlet kara yolunda yandan çarpma şeklinde meydana geldiğinin işaretlendiği, krokide; iki şeritli yolda sağ şeritten gelen sanık …’nın sevk ve idaresindeki araçla önünde seyreden 02 .. 703 plaka sayılı aracın sağ aracın sol arka kısmına çarptıktan sonra orta refüjde bulunan demirlere çarpıp yıktığının ve 450 metre ileride durduğunun gösterildiği,
26.12.2016 tarihinde saat 00.24’te alkolmetre cihazı ile yapılan alkol ölçümüne göre; sanıkta 1,12 promil alkole rastlanıldığı,
Trafik polisleri tarafından düzenlenen “Alkollü araç kullanan sürücü gözlem tutanağı” başlıklı belgede; 26.12.2016 tarihinde saat 00.24’te alkolmetre cihazı ile yapılan ölçümde sanık …’nın 1,12 promil alkollü olduğunun tespit edildiği, mırıltı şeklinde konuştuğu, yürürken ve dönüşlerde sendelediği, orta derecede alkolün etkisi altında olduğu, anlama yeteneğinin az olduğu, araç kullanma yeteneğinin bulunmadığı, sorulara heyecanlı cevap verdiği ve herhangi bir zorluk çıkarmadığı yönünde açıklamaların yer aldığı,
26.12.2016 tarihli ölü muayene tutanağında; ölen …’nin yaklaşık 18-20 yaşlarında, 50-55 kg ağırlığında, 168 cm boyunda olduğu, kişinin ölümünün trafik kazası sonucu oluşan genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, yüz, ekstremite ve pelvis kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve iç organ yaralanmasından meydana geldiğinin bildirildiği,
02.01.2017 tarihli ölü muayene zabtında; 25.12.2016 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaralandıktan sonra hastanede tedavi altına alınan …’ün vefat ettiğinin bildirilmesi üzerine Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesine gelindiği, yapılan ölü muayenesinde, ölenin yaklaşık 18-20 yaşlarında, 45-50 kg ağırlığında, 18-20 yaşlarında olduğu, kişinin ölümünün trafik kazası sonucu oluşan genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, yüz ve ekstremite kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve gelişen komplikasyonlardan meydana geldiği yönünde açıklamalara yer verildiği,
Mağdur … hakkında Park Hospital Hastanesi tarafından düzenlenen 25.12.2016 tarihli rapora göre; sol tempoparietal bölgede yumuşak doku ödemi mevcut olup yaralanmasının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu,
Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 13.06.2017 tarihli bilirkişi raporunda; sanığın tehlikeli bir şekilde şerit değiştirip kazaya sebebiyet verdiği bu nedenle 2918 sayılı Kanun’un 46. maddesinin c bendinde belirtilen “Trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmemek” kuralını ihlal ettiğinden kusurlu olduğu, mağdur … ile sanığın aracında yolcu olarak bulunan ölenler … ve … ile tanıklar Muhammed Emin Arpacı ve …’ın kusursuz oldukları yönünde kanaat bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; kızı …’in kendilerine nişan ya da söz tarzında hiçbir şeyden bahsetmediğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
Katılan …; sanığın bahsettiği söz ya da nişan olayını kızlarının kendilerine bildirmediğini, söz veya nişan olsa kızlarının kesinlikle kendilerine haber vereceğini, şikâyetçi olduğunu,
Mağdur … Kollukta; 25.12.2016 tarihinde saat 22.50 sıralarında sevk ve idaresindeki 02 .. 703 plaka sayılı Toyota marka aracı ile Atatürk Caddesi üzerinde seyir hâlindeyken yeşil ışık yandığını, trafik ışıklarını 200 metre kadar geçtikten sonra dışarıdan bir gürültü duyduğunu, sonrasında arkadan başka bir aracın çarpması neticesinde aracının kontrolünü kaybettiğini, aracının ters yöne döndüğünü ve durduğunu, sonrasında yerde yatan bayan bir şahsı gördüğünü, kendisinin sağ şeritte 30-40 km/saat hızla seyir hâlinde olduğunu, arkasında seyreden aracın bir anda kendi aracına çarptığını, Mahkemede; kavşakta kendisine yeşil ışık yandıktan sonra hareket ettiğini ve ışıkları geçtikten 5-10 saniye sonra kazanın meydana geldiğini, havanın yağışlı olduğunu, sanığın kullandığı aracı fark etmediğini, sanığın kullandığı aracın sağ arka kapısı ile kendi aracının benzin kapısının bulunduğu bölgeye çarptığını, kaza nedeniyle kendi aracının etrafında bir tur attığını, zararının karşılandığını, şikâyetçi olmadığını, sanık müdafisinin talebi üzerine sorulduğunda; arkasından gelen bir araç fark etmediğini,
Olay sırasında sanığın aracında bulunan tanık … Kollukta; 25.12.2016 tarihinde akşam saatlerinde ölen … vasıtasıyla sanık … ile tanıştığını, sanığa ait olan ve sanık tarafından kullanılan Fiat marka Doblo model araçla yurda gittiklerini, kendisinin sanığın yanında ön yolcu koltuğunda olduğunu, arka sağ koltukta tanık …’nın, arkada orta koltukta ölen …’ün, arkada sol koltukta da ölen …’nin bulunduğunu, 25.12.2016 tarihinde saat 22.30 sıralarında çarşıdan yurda yetişmek için Atatürk Bulvarı üzerinden seyir hâlinde olduklarını, sanığın aracı hızlı kullandığını, sanığa yavaşlamasını söylediğini, sanığın bulvar üzerinde başka bir araca makas atarken içinde bulundukları aracın dengesini kaybederek kaydığını ve öndeki başka bir araca çarptığını, sonrasında da bariyere ve tellere çarptıklarını, … ile birlikte yardım çağırmak için yakında bulunan bir kafeye koştuklarını, sonrasında da tekrar olay yerine döndüklerini, Mahkemede; sanığın arkadaşına ait sinema salonunun altının uygun olduğunu söylemesi üzerine alkol almak için söz konusu yere gittiklerini ve alkol almaya başladıklarını, ciddi şekilde alkol alan sanığın alkol alırken öğleden akşama kadar alkol alabileceğini ve alkolün kendisini etkilemediğini söylediğini, sanığın votkayı meyve suyuna karıştırdığını, daha sonra sanığın aracına binerek ayrıldıklarını, araçta iken sanığın annesiyle telefonda görüştüğünü ve sinirlendiğini, hızını şehir içinde arttırdığını, Mimar Sinan Caddesinde kırmızı ışıkta geçtiğini, kendisini uyarmalarına rağmen dinlemediğini ve müziğin sesini açtığını, yol güzergâhında bulunan ışıkları geçtiğini, Ünal Petrolün yanındaki ışığı da geçtiğini ve önündeki araçlara makas attığını, gözlerini kapatıp kendisini korumaya aldığını, bu nedenle kazanın ne şekilde meydana geldiğini görmediğini, kaza olduktan sonra Toyota marka bir araca çarptıklarını ve …’in arabada olmadığını fark ettiklerini, sanık müdafisinin talebi üzerine sorulduğunda; kaza öncesinde ışıkları geçerken hızının fazla olduğunu, makasla geçeceğinin belli olduğunu ancak geçtikleri sırada ışığın hangi renk yandığını bilemediğini, katılan … vekilinin talebi üzerine sorulduğunda; kaza olmadan ve makas atmadan önce sanığın hızını tam olarak hatırlamadığını, hız göstergesini görmediğini ancak oldukça süratli olduğunu bildiğini, tanık…’in hız göstergesini gördüğünü ve sanığın 130-140 km/saat hızla gittiğini söylediğini,
Olay sırasında sanığın aracında bulunan diğer tanık … Kollukta; 25.12.2016 tarihinde saat 22.30 sıralarında çarşıdan yurda yetişmek için Atatürk Bulvarı üzerinden seyir hâlinde olduklarını, sanığın aracı hızlı kullandığını, sanığa yavaşlamasını söylediğini, sanığın bulvar üzerinde başka bir araca makas atarken içinde bulundukları aracın dengesini kaybederek kaydığını ve öndeki başka bir araca çarptığını, sonrasında da bariyere ve tellere çarptıklarını, kendisinin …’ü tuttuğunu, …’nin ise o anda araçtan fırladığını, … ile birlikte yardım çağırmak için yakında bulunan bir kafeye koştuklarını, sonrasında da tekrar olay yerine döndüklerini, Mahkemede; olaydan önce yolda binlik büyük bir votka aldıktan sonra Kent Sinemasına gittiklerini, sinemada ölen … hariç herkesin votka içtiğini Musab ve kendisinin birer bardak içtiklerini, …’in ne kadar içtiğini bilmediğini, en çok sanığın votka içtiğini, daha sonra sanığın kullandığı araçla şehir dışına doğru hareket ettiklerini, şehir içinde sanığın aracı çok hızlı kullandığını, bir kişiye neredeyse çarpacak olmalarına rağmen sanığın mevcut hızını devam ettirdiğini, sanığa yavaşlamasını söylediklerini, bunun üzerine sanığın “Kardeşlerim istiyorlarsa yavaşlarım.” diyerek yavaşladığını, Ünal Petrolün yanındaki kavşakta kırmızı ışıkta geçtiğini, sanığın “Kırmızı ışıklara karşı takıntım var, durmuyorum.” diyerek hızlandığını, kendisine tekrar yavaşlamasını söylediklerini ancak seslerini duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp yoluna devam ettiğini, sonrasında Nokta Market’in yanındaki kavşaktan da kırmızı ışıkta diğer taraftan yeşil ışıktan geçen araçların arasından zikzak yaparak geçtiğini, aracın içerisindeki herkesin bağırmaya başladığını, bu sırada hız göstergesine baktığında ibrenin 140 km/saati gösterdiğini, önlerindeki araçların arasında zikzaklar çizerek geçtiğini, en son aracı da geçmeye çalışırken kendisinin bulunduğu arka sağ taraftan bu araca çarptıklarını, Derya’nın kucağına düştüğünü, aracın camlarının kırılıp içeriye hava girdiğini, sanığın hiç frene basmayıp 800-900 metre ileride durduğunu, Derya’nın kan içinde olduğunu, sol tarafına baktığında …’in olmadığını gördüğünü, kapıların ve bagajın açık olmadığını ancak bagajın olduğu bölmedeki cam ile sol sürgülü kapının camının patlamış olduğunu, tahminine göre …’in arkadaki camdan dışarı fırladığını,
Tanık … 25.12.2016 tarihinde saat 23.57’de Kollukta alınan ifadesinde; aynı tarihte saat 23.00 sıralarında sevk ve idaresindeki araçla Atatürk Bulvarı üzerinde Altınşehir istikametine seyir hâlinde olduğunu, bu sırada plakasını bilmediği siyah renkli aracın kendisini sollayarak geçtiğini ve kendisinin önünde seyir hâlinde olan aracı da geçerek onun önündeki Toyota marka araca arkasından hızlı bir şekilde çarptığını, çarptıktan sonra da bariyere ve tellere vurduğunu, ardından da Altınşehir istikametine doğru seyrine devam ettiğini, söz konusu aracın çok süratli olduğunu aynı zamanda makas da attığını, Mahkemece yapılan keşifte; olay tarihinde sanığın ve kendisinin araçları ile kırmızı ışıkta bekledikleri sırada yeşil ışık yandığını ve hareket ettiklerini, kendisinin sağ şeritte olduğunu, 100-150 metre sonra sanığın kendisinin kullandığı aracı solladığını, sanığın kendisinin önünde olan diğer aracı sollamak için sola doğru manevra yaptığı sırada Toyota marka araca sağ arka kısmından çarptığını, sanığın kendi aracını solladığı sırada kendisinin hızının düşük olduğunu, sanığın kullandığı araç ile manevra yaptığı sırada kendi aracı ile önündeki araç arasında 1,5 araç boyu mesafe olduğunu, kazanın sanığın kısa mesafede ani manevra yapmasından kaynaklandığını düşündüğünü, kazanın olduğu sırada yağmur yağmadığını, yerlerin ıslak olup olmadığını hatırlamadığını, Kolluk ifadesi ile çelişki üzerine sorulduğunda; sanığın aracı ile makas atmadığını, sanığın aracının çok hızlı olmadığını, kendisinin 40-50 km/saat hızla gittiği sırada sanığın kendi aracını solladığını, sanığın kendisini geçtikten sonra önünde seyir hâlindeyken ani manevra yapmak istediği esnada sol tarafında bulunan Toyota marka araca çarptığını, kendisini sollarken ani manevra yapmadığını fakat Toyota marka araca vurduğu esnada aniden manevra yaptığını, ışıklarda beklediği esnada önünde 2-3 araç olduğunu, sanığın kullandığı aracı kendisini solladığı ana kadar fark etmediğini, sanığın saatte 70 km hızla mı 80 km hızla mı yoksa 90 km hızla mı gittiğini bilmediğini, Mahkemede 18.09.2017 tarihli oturumda; olay esnasında aracı ile kırmızı ışıkta beklediği sırada yeşil ışık yandığını, kendisi hareket hâlinde iken siyah renkli Doblo’nun sol şeritten yeşil ışıkta geçmek için hareket ettiğini, ancak sol şeritte de araçlar olduğunu, sanığın aracını ilk kez sağ şeritten önüne geçince gördüğünü ancak sol şeritten nasıl geldiğini görmediğini, sanığın aracının biraz hızlı olduğunu, daha sonra sol şeritten bir aracın önüne ardından da kendisinin önünde bulunan aracın önüne geçtiğini, daha sonra soldaki aracın önüne geçmek isterken solda bulunan refüje çarptığını, sonrasında sanığın aracını görmediğini, sağ taraftaki bir durağa aracını park ettikten sonra Doblo’nun sol refüje çarptığında bir kadının yerde yattığını gördüğünü, sanığın aracının soldaki bariyerlere çarpmadan önce Toyota marka bir araca arkadan çarptığını, keşifte alınan beyanı okunarak sorulduğunda, kendisinin ışıkları 100-150 metre geçmesinden sonra sanığın aracının kendisinin bulunduğu sağ şeritte önüne geçerek kendisini solladığını, daha sonra sol şeride girdiğini, kendisinin önündeki aracı sollayıp onun önüne geçtiğini daha sonra sol şeride geçtiğini, sonrasında ise kendisinin bulunduğu sağ şeritte kendisinin aracının iki önünde bulunan Toyota marka aracı sollamaya çalıştığı sırada bu aracın sağ arka tamponuna çarparak sola yöneldiğini ve sonrasında bariyerlere çarptığını, sanığın sollama yaptığı sırada kendi aracının hızının 50-55 km/saat olduğunu,
Tanık … 25.12.2016 tarihinde saat 23.35’te Kollukta alınan ifadesinde; aynı tarihte saat 23.00 sıralarında sevk ve idaresindeki araçla Atatürk Bulvarı üzerinde Altınşehir istikametine doğru seyir hâlinde iken plakasını bilmediği siyah renkli bir aracın kendi arkasındaki araç ile kendisinin aracını sollayarak önünde bulunan Toyota marka araca arkadan hızlı bir şekilde çarptığını, sonrasında da bariyere ve tellere vurup Altınşehir istikametine devam ettiğini, Mahkemede; kendisine yeşil ışık yandığında Park Hospital Hastanesinin ve Nokta Marketin bulunduğu kavşaktan Altınşehir istikametine doğru geçtiğini, bu esnada ana yoldan gelen araçlara kırmızı ışık yandığını, dikiz aynasından ana yoldan gelen sanığın kullandığı aracın kırmızı ışıkta beklemeden önünde bulunan araçların arasından zikzak yaparak birden kaybolup gittiğini, zikzak yaparken Toyota marka bir araca ve sol tarafta bulunan bariyerlere çarptığını, sanığın aracının çok hızlı olduğunu, iki aracı makaslayarak geçtiğini, sanık müdafisinin talebi üzerine sorulduğunda; kendisine yeşil ışık yanması üzerine tali yoldan ana yola çıkıp ana yolun sağ şeridinde seyretttiği sırada ana yoldan gelen araçlara kırmızı ışık yandığını, kırmızı ışıkta diğer araçların beklediğini, kendisinin sağa yöneldiği sırada sanığın aracı ile hızlı bir şekilde gelip arkasında bulunan iki aracı makaslayarak Altınşehir istikametine seyreden Toyota marka araca çarpıp devam edip gittiğini, sanığın kırmızı ışıkta bekleyen araçlara çarpmamak için zikzak yaptığını, Mahkemece yapılan keşifte; kazanın olduğu yerin yaklaşık 200 metre gerisindeki tali yoldan ana yola kendisine yeşil ışık yanması üzerine girdiğini, ana yolun iki şeritli olduğunu, kendisinin sol şeritte olduğunu, dikiz aynasını kontrol ettiğinde arkadan bir aracın manevra yaparak ve makas atarak geldiğini gördüğünü, sol şeritte seyreden sanığın kendisinin önünde bulunan katılan …’in aracının sağ arka tamponuna çarptığını, aracın hızın etkisi ile sol şeride geçtiğini ve trafik ışıklarına yaklaşık 100 metre mesafede bulunan soldaki bariyerlere çarptığını, çarpmanın akabinde sanığın aracında bulunanlardan birisinin araçtan fırlayarak orta refüje yakın asfalt zemin üzerine düştüğünü, olay günü havanın bulutlu olduğunu, yağmur yağmadığını, yerlerin ıslak olup olmadığını bilmediğini, sanığın aracının hızlı olduğunu ancak hızının ne kadar olduğunu kestiremediğini, sanık müdafisinin talebi üzerine sorulduğunda, sanığın ana yolda kırmızı ışıkta bekleyen diğer araçlar arasından çıkıp çıkmadığını görmediğini ancak kendisi ana yola girdiğinde dikiz aynasından baktığında arkadan gelen sanığın kullanmış olduğu aracın hızlı bir şekilde ve makas atarak geldiğini gördüğünü,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … Kollukta; Adıyaman Üniversitesinde öğrenci olduğunu, 25.12.2016 tarihinde öğle saatlerinde okuldan arkadaşı … ile kafede oturduklarını, daha sonra yanlarına …’in arkadaşları …, … ve …’nın geldiklerini, bir süre oturduktan sonra bir litrelik votka alıp hep birlikte araçla başka bir mekana gittiklerini, Derya hariç diğerleriyle birlikte alkol aldıklarını, kendisinin diğerlerine göre az alkol aldığını, akşam 22.30 sıralarında söz konusu kişilerin yurda gideceklerini söyleyip kendilerini yurda bırakmasını istediklerini, bunun üzerine sevk ve idaresindeki… plaka sayılı Fiat marka Doblo model araçla adı geçen kişileri yurtlarına bırakmak için yola çıktıklarını, yanında ön koltukta Halil Musab’ın, arka sol tarafta …’in, arka orta koltukta Derya’nın, arka sağ koltukta da…’in oturduklarını, araçla gittikleri sırada yağmur yağmaya başladığını, Karayolları Kavşağına gelirken yeşil ışık yandığını, ortalama hızının 60-70 km/saat olduğunu, aracın yağışın etkisi ile kaymaya başladığını, bu sırada aracın hâkimiyetini kaybettiğini ve sağ şeritte giden araca çarptığını, çarpmanın etkisi ile kaldırıma vurduğunu, araçta bulunan arkadaşlarının “yaralı var” demesi üzerine en yakın hastaneye gitmek için araçla ilerlediğini, Park Hospital Kavşağını geçtiklerinde sağda durup babasını aradığını ve kaza yaptıklarını söylediğini, babasının ambulansı beklemelerini söylediğini, kendisinin bu esnada zaten 112 acil servis hattını arayıp ambulans istediğini, ambulansı bekledikleri sırada araçta …’in olmadığını fark ettiğini, araçtan çıkarak yardım istediğini, Derya’nın da bu sırada yaralı olduğunu, kazanın kullandığı aracın yağışta kaymasından kaynaklandığını, Mahkemede; sinemada sadece bir bardak votka içtiğini, daha sonra sinemadan çıktıklarını, havanın yağışlı olduğunu, Atatürk Bulvarı üzerinde seyir hâlindeyken sağ tarafında bulunan Toyota marka aracı sollamak isterken direksiyon hâkimiyetini kaybedip önce refüje sonrasında Toyota marka aracın sağ arka tamponuna çarptığını, daha sonra aracın düz devam ettiğini, arabada bulunan erkek arkadaşlarının … ve Derya’nın yaralandığını söylemesi üzerine Park Hospital Hastanesine gitmeye karar verdiğini ancak …’in arabada olmadığını, arabadan fırladığını fark ettiğini, ışıkları geçtikten sonra kaza olduğunu, kendisine yeşil ışık yandığını, Toyota marka aracı sollamak için sol şeride geçtiğini, yağışlı havanın etkisiyle arabanın kaydığını ve direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini, hızının 60-70 km/saat olduğunu, önce sol refüje arkasından sağdaki araca çarptığını, olaydan bir hafta kadar önce … ile nişanlandıklarını, 2-3 gün önce de bu hususu kendi anne babasına söylediğini, 18.09.2017 tarihli oturumda; alkolün yarısını ya da yarısından fazlasını içmiş olsaydı aracı kullanmasının mümkün olmadığını, araca bindiklerinde araçta bulunanlardan emniyet kemerlerini takmalarını istediğini, ölen …’le evlenmeyi düşündüğünü, sadece kendisinde emniyet kemeri olduğunu, diğerlerinin kemerlerinin ikazına rağmen takılı olmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, “doğrudan kast”, “olası kast”, “taksir” ve “bilinçli taksir”e değinilerek, birbirlerinden ayırdedici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi;
“(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “…Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçütünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmiş ise olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir vardır.
Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatı ile Adli Tıp Beşinci İhtisas Kurulunun alkolün güvenli sürüş yeteneğine etkisine ilişkin görüşüne değinilmesinde fayda vardır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Karayollarında trafiğin akışı” başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca, sürücüler aksine bir işaret bulunmadıkça trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmemek zorundadırlar.
2918 sayılı Kanun’un 11.06.2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile değişik 48. maddesinin birinci fıkrasında, alkollü olan sürücülerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, altıncı fıkrasında, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücüler hakkında TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, yedinci fıkrasında ise hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermeleri hâlinde, ayrıca TCK’nın ilgili hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin altıncı fıkrası ile TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükümlerine göre cezalandırılır” hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücülerin alkol nedeniyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olduklarını kabul ettiği görülmektedir.
2918 sayılı Kanun’un “Hız sınırları” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında, motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırlarının, şehirler arası çift yönlü karayollarında 90 km/saat, bölünmüş yollarda 110 km/saat, otoyollarda 120 km/saat hızını geçmemek üzere yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiş, “Hız sınırlarına uyma zorunluluğu” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, sürücülerin, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorunda oldukları belirtilmiş, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde de otomobiller için yerleşim yeri içindeki saatteki azami hız sınırının 50 km/saat olduğu hüküm altına alınmıştır.
2918 sayılı Kanun’un “Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak” başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, sürücüler kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmak zorundadırlar.
Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu tarafından da, 1,01 promil ve üzerinde kan alkol düzeyine sahip sürücülerin, bireysel farklılıkları ortadan kaldırabilecek ölçüde alkollü olduklarının ve bu seviyede alkol tesiri altındaki sürücülerin emniyetli sürüş yeteneklerinin olumsuz olarak etkilendiğinin kabulü gerektiği, (Faruk Aşıcıoğlu-Belkıs Yapar-Aliye Tütüncüler-Ahmet Belce, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Açısından Alkol, Adli Tıp Dergisi, cilt 23, sayı 3, 2009, s.15.) vücuda alınan etil alkolün kandaki seviyesinin de ortalama olarak saatte 0,15 promil azaldığının tıbben bilindiği belirtilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’nın 25.12.2016 tarihinde yanında ölenler … ve … ile tanıklar … ve … olduğu hâlde alkollü içki satın aldıktan sonra Adıyaman il merkezinde bulunan Kent Sinemasına giderek burada ölen … haricindekilerle birlikte alkol almaya başladığı, alkol aldıkları sırada sanığın öğleden akşama kadar alkol alabileceğini ve alkolün kendisini etkilemeyeceğini söylediği, buradan ayrıldıkları ve hep birlikte sanığın kullandığı araca bindikleri, sanığın saat 23.20 sıralarında, Atatürk Bulvarı üzerinde, alkollü vaziyette, açık havada, aydınlatmanın olduğu, asfalt kaplamalı, ıslak ve nemli, 2 şeritli, 5 metre genişliğindeki bölünmüş devlet kara yolunda, sevk ve idare ettiği aracı ile hız limitinin çok üzerinde, yaklaşık 140 km/saat hızla, trafik ışıklarına riayet etmeksizin kırmızı ışık ihlalleri yapmak ve önünde seyir hâlinde bulunan araçlara makas atmak suretiyle seyir hâlinde bulunduğu, kırmızı ışık ihlali yaptığı bir esnada “Kırmızı ışıklara karşı takıntım var, durmuyorum.” şeklinde sözler söylediği, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemesine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam ettiği, sanığın yaklaşmakta olduğu ışık kontrollü kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen araçların yeşil ışığın yanmasıyla harekete geçtikleri, sanığın buna rağmen hızını azaltmayıp henüz hareket etmeye başlayan araçların arasından makas atmaya devam ederek tanıklar … ve …’in araçlarını da makas atmak suretiyle solladıktan sonra mağdur …’in aracının sol arka kısmına çarptığı, sonrasında savrularak orta refüjde bulunan demir korkuluklara çarptığı, bu esnada aracının arka koltuğunda bulunan …’nin araçtan fırlayıp yola düştüğü, seyrine devam eden sanığın tanıkların …’in araçta olmadığını söylemeleri üzerine çarpma noktasından yaklaşık 450 metre ileride durduğu, meydana gelen olay sonucunda sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’nin genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, ekstremite ve pelvis kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve iç organ yaralanması sonucu vefat ettiği, yine sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’ün yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yapılan müdahaleye ve tedavisine rağmen 02.01.2017 tarihinde genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, yüz ve ekstremite kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve gelişen komplikasyonlar sonucu vefat ettiği, sanığın çarptığı araçta bulunan mağdur …’in basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, olaydan yaklaşık bir saat sonra 26.12.2016 tarihinde saat 00.24’te yapılan alkol ölçümünde sanıkta 1,12 promil alkol tespit edildiği, mağdurun kovuşturma aşamasında sanık hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiği anlaşılmakla; sanığın 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak güvenli sürüş yeteneği ortadan kalkmış bir vaziyette, yasal hız limitlerinin çok üzerinde bir hızla yerleşim yeri içerisinde kırmızı ışık ihlalleri yaparak ve makas atıp trafiği tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmek suretiyle seyretmek, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemelerine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam etmek, olayın hemen öncesinde yaklaşmakta olduğu kavşakta yeşil ışığın henüz yandığını ve kırmızı ışıkta beklemekte olan araçların yeni harekete geçtiğini görmesine rağmen hızını azaltmayıp bu araçların arasından da makas atarak geçmek suretiyle, hiçbir kural tanımadan hareketlerini sürdürmesi ve öngördüğü neticeyi engellemeye yönelik hızını azaltmak, frene basmak gibi herhangi bir tedbire de başvurmaması karşısında öngördüğü muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlediği ve eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; “Failin işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Bilinçli taksirde ise neticenin gerçekleşmesini istemeyen fail, hareketinin tipe uygun ve hukuka aykırı bir sonuca neden olabileceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam ederek istemediği zararlı neticeyi meydana getirmektedir. Hukuka aykırı neticeyi öngördüğü hâlde gerçekleşmeyeceğine güvenen ve bu güvenle hareketini sürdüren failin söz konusu güveninin dayanağı; şans, bilgi, beceri, yetenek, tecrübe gibi çeşitli etkenler olabilir.
Olası kastla bilinçli taksiri ayırdetme konusunda doktrinde ‘Her ikisi arasındaki ayırımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir…Her ikisi arasında bir ayırım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir’ şeklinde görüşler mevcuttur. (Bahri Öztürk-Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’nın 25.12.2016 tarihinde yanında ölenler … ve … ile tanıklar … ve … olduğu hâlde alkollü içki satın aldıktan sonra Adıyaman il merkezinde bulunan Kent Sinemasına giderek burada ölen … haricindekilerle birlikte alkol almaya başladığı, alkol aldıkları sırada sanığın öğleden akşama kadar alkol alabileceğini ve alkolün kendisini etkilemeyeceğini söylediği, buradan ayrıldıkları ve hep birlikte sanığın kullandığı araca bindikleri, sanığın saat 23.20 sıralarında, Atatürk Bulvarı üzerinde, alkollü vaziyette, açık havada, aydınlatmanın olduğu, asfalt kaplamalı, ıslak ve nemli, 2 şeritli, 5 metre genişliğindeki bölünmüş devlet kara yolunda, sevk ve idare ettiği aracı ile hız limitinin çok üzerinde, yaklaşık 140 km/saat hızla, trafik ışıklarına riayet etmeksizin kırmızı ışık ihlalleri yapmak ve önünde seyir hâlinde bulunan araçlara makas atmak suretiyle seyir hâlinde bulunduğu, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemesine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam ettiği, sanığın yaklaşmakta olduğu ışık kontrollü kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen araçların yeşil ışığın yanmasıyla harekete geçtikleri, sanığın buna rağmen hızını azaltmayıp henüz hareket etmeye başlayan araçların arasından makas atmaya devam ederek tanıklar … ve …’in araçlarını da makas atmak suretiyle solladıktan sonra mağdur …’in aracının sol arka kısmına çarptığı, sonrasında savrularak orta refüjde bulunan demir korkuluklara çarptığı, bu esnada aracının arka koltuğunda bulunan …’nin araçtan fırlayıp yola düştüğü, seyrine devam eden sanığın tanıkların …’in araçta olmadığını söylemeleri üzerine çarpma noktasından yaklaşık 450 metre ileride durduğu, meydana gelen trafik kazası sonucunda sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’nin genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, ekstremite ve pelvis kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve iç organ yaralanması sonucu vefat ettiği, yine sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’ün yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yapılan müdahaleye ve tedavisine rağmen 02.01.2017 tarihinde genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, yüz ve ekstremite kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve gelişen komplikasyonlar sonucu vefat ettiği, sanığın çarptığı araçta bulunan mağdur …’in basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, olaydan yaklaşık bir saat sonra 26.12.2016 tarihinde saat 00.24’te yapılan alkol ölçümünde sanıkta 1,12 promil alkol tespit edildiği, mağdurun kovuşturma aşamasında sanık hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiği, meydana gelen trafik kazasında sanığın asli ve tam kusurlu olduğu, başka bir kimsenin kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla; sanığın 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak yasal hız limitlerinin çok üzerinde bir hızla yerleşim yeri içerisinde seyretmek ve makas atmak şeklinde bilinçli taksir sayılan birden fazla hâli söz konusu olmakla birlikte sanığın olay öncesinde alkol aldığı sıradaki alkolün kendisini etkilemediğine dair beyanlarının, yine makas atma olarak tabir edilen ve trafikte başka araçların arasından seri hâlde trafiği tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmesi şeklinde gerçekleşen hareketlerde bulunmasının sanığın kendine, tecrübesine ve şoförlük yeteneklerine güvendiğini göstermesi ve sanığın neticeyi kabullendiğine ilişkin bir belirlemenin yapılamaması karşısında, sanığın neticeyi bilseydi yine de her hâlde hareketi gerçekleştireceğinin söylenemeyeceği, dolayısıyla sanığın neticeyi öngördüğü ancak istemediği ve sonucu kabullenmediği, eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği, olası kast ile hareket etmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir” düşüncesiyle,
Altı Ceza Genel Kurulu Üyesi de, benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, 5271 sayılı CMK’nın 304/2. maddesine 7165 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile eklenen (a) bendi uyarınca ilk derece mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.06.2019 tarihinde yapılan ilk müzakerede ön soruna ilişkin uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla, sanığın eylemini bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı gerçekleştirdiğine ilişkin uyuşmazlık bakımından ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 27.06.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.