BONONUN TEFECİLİK İDDİASI İLE DÜZENLENDİĞİNİN İSPATI ANCAK SENET İLE YAPILABİLİR
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2013/1362 E.
2015/826 K.
- İSPAT YÜKÜ
- HÜKME ESAS ALINAN BİLİRKİŞİ RAPORUNUN YARGITAY DENETİMİNE ELVERİŞLİ OLMASI
- SENEDE KARŞI SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU
- KAMBİYO SENEDİ NİTELİĞİNDEKİ BONONUN TEFECİLİK SEBEBİYLE DÜZENLENMESİ
- BORÇ İKRARINI İÇEREN BELGE
- BONODA İSPAT YÜKÜ
- BORCUN NEDENİNİN MALEN YA DA NAKDEN OLARAK BELİRTİLMESİ
- SONRADAN İSTİRDATA DÖNÜŞEN MENFİ TESPİT DAVASINDA İSPAT YÜKÜ
- BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 17
- BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 19
- BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 20
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 275
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 287
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 288
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 289
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 290
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 293
- İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 72
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 6
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 189
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 200
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 201
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 203
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 266
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.01.2012 gün ve 2009/223 E- 2012/11 K. Sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 17.10.2012 gün ve 2012/6650 E- 2012/15273 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili, davalıların müvekkili aleyhine bonolara dayalı olarak Karşıyaka 4.İcra Müdürlüğü’nün 2008/9597, Karşıyaka 1.İcra Müdürlüğü’nün 2008/1182 ve 1183, Karşıyaka 3.İcra Müdürlüğü’nün 2008/1326 sayılı dosyalarında toplam 57.064, 39 TL’nin tahsili için icra takipleri yaptığını, halbuki müvekkilinin icra takiplerinden önce senetlerin bedelini davalıların murisine ödediğini ileri sürerek müvekkilinin davalılara icra takiplerinden dolayı 6300 TL dışında 50.764,00 TL borçlu olmadığının tespitine, icra takiplerinde istenen yıllık %27 faiz oranının %9 olarak düzeltilmesine, %40 kötü niyet tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, davacının müvekkillerine dört ayrı icra takibinden dolayı toplam 57.064,29 TL borcunun bulunduğunu, davacının icra takiplerinden önce davaya ve takibe konu senetler dışındaki senetlere mahsuben ödeme yaptığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davacı ile davalıların murisi arasında tefecilik ilişkisi bulunmasından dolayı davacının davalıların murislerine verdiği bonoların geçersiz olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 45.632,39 TL nin davalılardan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu yeterli incelemeyi içermediği gibi Yargıtay denetimine de elverişli değildir. Davacı ile davalıların murisi arasında yapılan 18.09.2004 tarihli protokol uyarınca icra takibine konu edilen bonoların düzenlendiği ve davalı alacaklılar tarafından bu bonolara dayalı olarak davacı aleyhine Karşıyaka 4.İcra Müdürlüğü’nün 2008/9597, Karşıyaka 1.İcra Müdürlüğü’nün 2008/1182 ve 1183, Karşıyaka 3.İcra Müdürlüğü’nün 2008/1326 sayılı dosyalarında icra takipleri yapıldığı ve asıl alacağın yanında ayrıca işlemiş faiz talebinde bulunulduğu anlaşılmıştır. Takip konusu bonoların vade tarihinden icra takip tarihine kadar işlemiş faiz alacağı, vadenin belirli olması nedeniyle herhangi bir ihtara gerek olmaksızın talep edilebilir. Alacaklılar tarafından, takip taleplerinde kısmi ödemelerin öncelikle BK m. 84 uyarınca faize ve masraflara mahsup edileceği belirtilmiştir. Bu durumda mahkemece konusunda uzman bir bilirkişi heyetinden rapor alınarak icra takip tarihi itibarıyla her bir dosyadaki asıl alacak ve işlemiş faiz alacağı hesaplattırılıp, yapılan ödemelerin ödeme tarihleri dikkate alınarak toplam alacak miktarından mahsup edilmesinden sonra tarafların alacak ve borç durumu tespit ettirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir hüküm kurulması gerekirken yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde eksik araştırma ve inceleme sonucu karar verilmesi uygun görülmeyerek hükmün bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kambiyo senetlerine dayalı olarak girişilen icra takipleri nedeniyle ödeme nedeniyle bedelsizlik iddiasına dayalı borçsuzluğun tespiti ve icra dosyasına ödenen bedelin istirdadı istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizleri üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporunun Yargıtay denetimine elverişli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için gerekli ve uygulanması gereken hukuki kurum ve kuralların ne olduğunun tespitinde yarar vardır.
I-Borç ikrarı:
Hemen belirtilmelidir ki, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 17.maddesine göre, borcun sebebini ihtiva etmemiş olsa bile borç ikrarı geçerlidir. Her alacak hakkının varlığı, bunu sağlayan bir hukuk ilişkisine ve bunun sebebine dayanır. Bu sebep, alacak hakkının doğumunu, hukukça ödenmesi gerekli bir hakkın var olduğunu sağlayan bir olay veya tek taraflı yada karşılıklı bir irade açıklaması veya bu yol ile iki iradenin uygun olarak birleşmesiyle meydana gelir. Oysa, bu sebebi göstermeden, yalnız borçlu olduğunu açıklayan kişinin, iki taraf arasındaki ilişkinin nedenini göstermeden, bir hakkın veya borcun varlığını, ödeneceği iradesini açıklamasını kanun yeterli görmüştür. Borcu doğuran irade açıklaması, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 290.maddesi hükmünce yazılı bir belgede tesbit olunmuş ise, bu gibi durumlarda, borcu yükümlenen kişi, yükümlendiği borcun saikinin ve amacının kapsadığı yönü kural olarak, tanıkla ispatlayamaz. İradenin bu yolda açıklanmasını sağlayan nedenler, iradenin doğup gerçekleşmesini sağlayan ön nedenler, genellikle doğan hukuki sonuca etkili olmadıklarından daha çok bu açıklamanın amacı olan neden üzerinde durulmak gerekir.
Nitekim, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 17.maddesini yorumlayan 12.04.1933 gün ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre; borç ikrarını içeren beyyine aleyhine delil ileri sürülebilir, ancak ikrarda borcun sebebi açıklanmış ise, davalı bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlayabilir. Eğer borcun sebebi belirlenmemiş ise, davalı önce ikrarın belli bir sebebi bulunduğunu, sonra bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlamak hakkına sahiptir.
Görüldüğü üzere, 1086 sayılı HUMK’nun 290.maddesi ile 12.04.1933 gün ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bedelsizlik iddiası ispat edilebilecektir. Buna göre; borç ikrarını içeren bir belge aleyhine kanıt sunulabilir. Ancak, ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerekir.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 gün ve 2013/19-89 E. 2013/1645 K. sayılı kararında aynı ilke benimsenmiştir.
II-Kambiyo senedi ve bononun hukuki niteliği:
Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2003 gün ve E:2003/19-781, K:2003/768; 12.10.2011 gün ve E:2011/19-473, K:2011/607; 04.12.2013 gün ve E:2013/19-89, K:2013/1645; 14.05.2014 gün ve E:2013/19-1155, K:2014/660 sayılı ilamlarında da belirtildiği üzere; bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bağımsız borç ikrarını içerir (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK)’nun 691/1. maddesi).
Bonoda şekil şartları eTTK’nun 688. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “Emre Muharrer Senet” ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur.
Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.
Yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide de kabul edildiği üzere, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan; borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehdarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, soyut bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin ifa edilip, edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır.
Sözü edilen kayıtlar özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı niteliktedir. Bedel kaydı içeren bononun lehdarı, artık senedin “kayıtsız ve koşulsuz bir borç ikrarı olduğu” yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği üzere borç ikrarını içeren bir belge aleyhine kanıt sunulabilir. Ancak; ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerekir.
Bonoda ispat yükü kural olarak senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı “malen” kaydıyla ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı “nakten” kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin talil edilmesi (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedin (talil eden) veriliş nedenini değiştiren kişi, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer. Senette borcun nedeni “mal” ya da “nakit” olarak belirtilmişse, tarafların yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesi çürümüş sayılacak, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünü de üstlenecektir. Buna senedin (talili) veriliş nedeninin değiştirmesi denmektedir. Bu anlamda talil senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir.
III-Menfi tespit konulu (daha sonra istirdada dönüşen) eldeki davada ispat yükünün özellikleri:
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72.maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran; iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi).
İspat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu, ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.
Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır. Borçlu bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmiş, ancak bu hukuki ilişkinin senette görülenden farklı bir ilişki olduğunu ileri sürmüşse bu kez, hukuki ilişkinin kendisinin ileri sürdüğü ilişki olduğunu ispat külfeti davacı borçluya düşmektedir. Zira, davacı borçlu senedin bir hukuki ilişkiye dayanmadığını değil, başka bir hukuki ilişkiye dayandığını ileri sürmekte; temelde bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2003 gün ve E:2003/19-781, K:2003/768; 12.10.2011 gün ve E:2011/19-473, K:2011/607; 04.12.2013 gün ve E:2013/19-89, K:2013/1645; 14.05.2014 gün ve E:2013/19-1155, K:2014/660 sayılı ilamları).
IV-İspat hukuku yönünden geçerli kurallar:
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 287.maddesi (6100 sayılı HMK m.189/3);
“Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emreylediği hususlar başka suretle ispat olunamaz. İki tarafça muayyen deliller ile ispatı tahriren kabul edilmiş olan veya muhakeme esnasında olveçhile beyinlerinde karar verildiği ikrar olunan maddeler hakkında başka delil kabul olunmaz.”
hükmünü amirdir.
Aynı Kanun’un 288.maddesinde (6100 sayılı HMK m.200/I) “senetle ispat” ve 289.maddesinde (6100 sayılı HMK m.200/II) de “senetle ispat gereken hallerde karşı tarafın açık muvafakati ile tanık dinlenebileceği” hususları düzenlenmektedir.
Yine aynı Kanun’un 290. maddesinde (6100 sayılı HMK m.201);
“Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler … liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz. “
denilmekte ;
293.maddesinde ise(6100 sayılı HMK m.203);
“Aşağıdaki hallerde her halde şahit ikame olunabilir:
1-Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
2-Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
3-Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler.
4-Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler,
5-Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu.”
hükmü yer almaktadır.
Belirtilen mevzuat hükümlerinden anlaşılacağı üzere, usul hukukumuzda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesi kabul edilmiştir. Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def’i (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, m. 290’daki meblağdan az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, senede karşı senetle ispat zorunluluğuna ilişkin kuralın istisnaları da m. 293’de belirtilmiştir.
Bunun yanında, 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, tanıkla kanıtlama yasağı, yalan tanıklığı önleme ve davada tarafların çıkarlarını koruma amacına yöneliktir. Değeri belli miktarı aşan hukuki işlerin tanıkla kanıtlanması yasağına ilişkin ilkeler, kamu düzeni düşüncesiyle yasaya konulmuş hükümlerden değildir. Ancak yazılı sözleşme ile ya da duruşma tutanağında usulüne uygun olarak belgelendirilmiş ikrar ile anlaşılan açık bir muvafakat bulunduğu takdirde sadece belli tanıklar dinlenebilir.
V-Bilirkişi incelemesi:
Hemen belirtilmelidir ki, 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 275.maddesi; “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” hükmünü içermektedir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ‘Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller’ başlığı altında düzenlenen 266/(1) maddesi de, az yukarıda belirtilen 1086 sayılı HUMK’nun 275.maddesine koşut bir düzenlemeyi içermektedir.
Görüldüğü üzere, genel hayat tecrübesi ve kültürünün sonucu olarak herkesin bilmesi gereken konularla, hakimlik mesleğinin gereği olarak hakimin hukuki bilgisi ile çözümleyebileceği konular dışında kalan ve çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi oy ve görüşünü alması gerekir. Zira, vurgulanan bu ilke hem öğretide hem de Yargıtay uygulamasında benimsenip, kökleşmiştir (Kuru/Arslan/Yılmaz:Medeni Usul Hukuku, 16.Bası, Ankara 2005, Sahife:502 vd.; Pekcanıtez/ Atalay/ Özekes: Medeni Usul Hukuku, 12.Bası, Ankara 2011, Sahife:517 vd.; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.03.2008 gün ve E:2008/11-262, K:2008/260; 28.03.2007 gün ve E:2007/11-154, K:2007/168; 07.03.2007 gün ve E:2007/11-94, 2007/113; 14.05.2008 gün ve E:2008/11-392, K:2008/377; 27.06.2012 gün ve E:2012/7-293, K:2012/418; 17.04.2013 gün ve E:2012/11-783, K:2013/553 sayılı ilamları).
VI-Tefecilik suçu:
Tefecilik suçu, 03.06.1933 gün ve 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun’un 17.maddesi ile 11.09.1981 gün ve 2520 sayılı 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3.maddesinde düzenlenmişken, ayrıca 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241.maddesiyle de düzenleme altına alınmıştır.
Tefeciliğe konu olan sözleşmenin, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun m.19/II, 20/I.maddeleri kapsamında kanuna ve bu arada ahlaka aykırı olduğu konusunda kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.
Kambiyo senedi niteliğindeki bononun tefecilik sebebiyle düzenlenip, karşı tarafa verildiğini ispat edebilmek için, yasal deliller (ikrar, yazılı delil), bulunmalı veya 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki şartlar dairesinde diğer bir ifade ile; ancak yazılı sözleşmeye veya duruşma tutanağındaki ikrar ile anlaşılabilen açık bir muvafakat bulunması halinde dinlenebilen belli tanık beyanları veya eldeki davada bunların da mevcut olmaması halinde tefecilik yaptığı iddia olunan kişi hakkında açılmış ve mahkumiyetiyle sonuçlanmış bir ceza mahkemesi kararı bulunmalıdır. Aksi takdirde, senedin (bononun) gayri ahlaki amaçla verildiği yönündeki iddianın tanıkla ispatı halinde, bono emniyeti kalmaz. Her bononun, tefecilik ilişkisi nedeniyle verildiği yalancı tanıklarla ispat edilerek iptali sağlanabilir. Bu ise, hem HUMK’nun 290.maddesi hükmüne hem de bono emniyetine aykırı düşer.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Eldeki dava, kambiyo senedinden dolayı borçlu olunmadığının saptanması istemine ilişkin olduğuna göre, konunun hem kambiyo hem de ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınması gerekir.
Görülmekte olan davada, davacı senetlerdeki imzayı inkar etmemiş; davalıların murisi ile aralarında aşırı faizli para alıp verme nedeniyle tefecilik ilişkisinin bulunduğunu ve takibe konulan bonoların bedellerini ödediğini, davalının kısmen (6.300 TL hariç) bedelsiz senetleri icra takibine koyduğunu iddia ederek, borçlu olmadığının tespitini istemiş; daha sonra icra takibinde cebri icra tehdide altında yapılan ödemenin istirdadını istemiştir.
Yukarıda vurgulandığı üzere, senede karşı senetle ispat kuralı gereğince, davacı-borçlu takibe konulan bonoların tefecilik nedeniyle verildiğini yazılı delille kanıtlaması gerekir. Takibe konu yapılan senetlerin (bonoların) metninden bu anlaşılamadığı gibi, davacı bu iddiasını yasal olarak ispatlayacak yazılı bir delil de dosyaya sunmamıştır.
Bunun yanında, tanık dinleme yoluyla bonoların geçersizliğinin ispatı ancak, 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki şartlar dairesinde mümkün olup, eldeki davada ise, bu şartlar da gerçekleşmemiştir.
Dosya kapsamından, davalıların murisi hakkında tefecilik nedeniyle açılmış ve mahkumiyetle sonuçlanmış bir ceza davası da bulunmamaktadır.
Şu durumda, uyuşmazlığa ve takibe konu yapılan bonoların hukuken geçerli olduklarının kabulü gerekir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki, yerel mahkemenin, ispatlanamayan tefecilik ilişkisine dayalı olarak verildiği iddia olunan ve takibe konu edilen bonoların geçersizliğini kabul eden direnme gerekçesi isabetsizdir.
Öte yandan, mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporu hüküm kurmaya yeterli olmadığı gibi, Yargıtay denetimine de elverişli değildir.
Buna göre, mahkemece, hatalı gerekçe ile eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Şu halde, mahkemece yapılacak iş; konusunda uzman bir bilirkişi heyetinden rapor alınarak icra takip tarihi itibarıyla her bir dosyadaki asıl alacak ve işlemiş faiz alacağı hesaplattırılıp, yapılan ödemelerin ödeme tarihleri dikkate alınarak toplam alacak miktarından mahsup edilmesinden sonra tarafların alacak ve borç durumu tespit ettirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmelidir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda belirtilen gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç :Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının yukarıda belirtilen ilave gerekçe ve Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 18.02.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.