BOŞANILAN EŞ İLE BİRLİKTE YAŞAMA - KURUM İŞLEMİNİN VE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2019/21-407 E.
2022/692 K.
18.5.2022 T.
KURUM İŞLEMİNİN VE ÖDEME EMRİNİN İPTALİ ( Boşanılan Eş İle Birlikte Yaşama - Tanıkların Denetmene Verdikleri İmzalı Beyanlar İle Mahkemedeki Beyanlarının Birbirinden Farklı ve Çelişkili Olması Hususları Karşısında Davacı İle Eşinin Boşandıkları Süreçte Fiilen Birlikte Yaşamaya Devam Ettikleri Sosyal Güvenlik Denetmeni Tarafından Düzenlenen ve Davacının Boşandığı Eşi İle Fiilen Birlikte Yaşadığı Yönünde Tespit İçeren Tutanağın Aksinin İspat Edilemediği/Davanın Reddi Gerektiği )
BOŞANILAN EŞ İLE BİRLİKTE YAŞAMA ( Kurum İşleminin İptali - Davacı İle Eşinin Boşandıkları Süreçte Fiilen Birlikte Yaşamaya Devam Ettikleri Sosyal Güvenlik Denetmeni Tarafından Düzenlenen ve Davacının Boşandığı Eşi İle Fiilen Birlikte Yaşadığı Yönünde Tespit İçeren Tutanağın Aksi İspat Edilemediğinden Davanın Reddi Gereği )
TANIKLARIN DENETMENE VERDİKLERİ İMZALI BEYANLAR İLE MAHKEMEDEKİ BEYANLARININ BİRBİRİNDEN FARKLI VE ÇELİŞKİLİ OLMASI ( Boşanılan Eş İle Birlikte Yaşama/Kurum İşleminin İptali - Davacı İle Eşinin Boşandıkları Süreçte Fiilen Birlikte Yaşamaya Devam Ettikleri Sosyal Güvenlik Denetmeni Tarafından Düzenlenen ve Davacının Boşandığı Eşi İle Fiilen Birlikte Yaşadığı Yönünde Tespit İçeren Tutanağın Aksinin İspat Edilemediği/Davanın Reddedileceği )
5510/m.56/2
ÖZET : Dava; 5510 Sayılı Kanun'un 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin ve ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Davacının denetmen raporunun düzenlenmesinden hemen sonra eski eşi ile yeniden evlenmesi, 1999 yılında boşanan tarafların seçim kayıtlarındaki adreslerinin 25.12.2008 tarihine kadar aynı adres olması, bu tarihten sonraki eşe ait kayıtlı adreslerin esasında kızına ve anne-babasına ait adresler olması, davacının ikamet ettiği evin eşi üzerine kayıtlı bulunması ve tanıkların denetmene verdikleri imzalı beyanlar ile mahkemedeki beyanlarının birbirinden farklı ve çelişkili olması hususları karşısında davacı ile eşinin boşandıkları süreçte fiilen birlikte yaşamaya devam ettikleri, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen ve davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde tespit içeren tutanağın aksinin ispat edilemediği, bu nedenle asıl davanın reddi, birleşen davanın kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
DAVA : 1. Taraflar arasındaki "Kurum işleminin ve ödeme emrinin iptali ile itirazın iptali" davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince asıl dava davalısı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, asıl dava davacısı-birleşen dava davalısı Canan Butel'in (davacı) istinaf başvurusunun kabulüyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle verilen asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine dair karar Kurum vekilinin temyizi sonrasında Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
KARAR : I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Asıl davada davacı Canan Butel vekili dava dilekçesinde; müvekkiline vefat eden anne ve babasından dolayı talebine istinaden davalı Kurumca ölüm aylığı bağlandığını ancak boşandığı eşi ile birlikte yaşadığından bahisle aylıklarının kesilerek 22.10.2008-21.09.2013 tarihleri arasında ödenen aylıkların ve yapılan sağlık harcamalarının borç çıkarıldığını, borç bildirim belgesinin tebliği sonrasında davalı Kurum nezdinde yaptığı itirazın reddedildiğini, Kurum işleminin iptali için İzmir 3. İdare Mahkemesinde açılan davada mahkemece 06.06.2014 tarihli ve 2014/576 E., 2014/876 K. sayılı kararı ile 506 Sayılı Kanun kapsamında bağlanan ölüm aylıkları ile ilgili uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine bu davanın açıldığını, müvekkilinin eşinden çekişmeli olarak boşandığını, eski eşin boşanmadan sonra Kemalpaşa'da bulunan yakınlarının yanına gittiğini, ikametgahını da oraya aldırdığını, müşterek çocukları görmek için zaman zaman müvekkilinin konutuna gelen eski eş ile birlikte yaşama durumunun söz konusu olmadığını, tarafların 02.10.2013 tarihinde yeniden evlendiğini, müvekkilinin Kuruma başvurarak aylığının kesilmesini talep ettiğini, ödeme emrinden de görüleceği üzere iadesi talep edilen ödemelerin bu tarihten önceki döneme ilişkin olduğunu ileri sürerek ölüm aylıklarının kesilmesine ve ödenen miktarların iadesine ilişkin Kurum işlemlerinin ve ödeme emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
5. Birleşen davada davacı Kurum vekili dava dilekçesinde; sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen raporda davalının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edilmesi üzerine anne ve babasından dolayı aldığı ölüm aylıklarının kesilerek borç kaydedilen 22.10.2008-21.09.2013 tarihleri arasında ödenen 58.127,66TL aylık tutarı ile 2.895,78TL tedavi giderinin ve 18.119,59TL işlemiş faizin ödenmesi için davalıya tebligat yapıldığını, borç ödenmeyince İzmir 6. İcra Müdürlüğünün 2014/13674 Sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu, davalının da Kurum işleminin iptali istemiyle açtığı davanın hâlen derdest olduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve davalının alacağın %20'sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkum edilmesine ayrıca davanın davalının açtığı İzmir 14. İş Mahkemesindeki dava ile birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
6. Asıl davada davalı Kurum vekili cevap dilekçesinde; Kurum işlemlerinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
7. Birleşen dava davalısı Canan Butel vekili cevap dilekçesi sunmamış, yargılama sırasında davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi'nin Kararı:
8. İzmir 14. İş Mahkemesi'nin 11.04.2017 tarihli ve 2014/134 E., 2017/103 K. sayılı kararı ile; sosyal güvenlik denetmeninin yaptığı tespit ve değerlendirmelerin birbiriyle uyumlu olmadığı, kolluk araştırmasının dikkate alınmadığı, davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tutanağın tek yanlı olarak hazırlandığı, medula kayıtlarının birlikte yaşama olgusunu gösteren tespit niteliğinde olmadığı, bu itibarla toplanan kanıtlar ve tüm dosya kapsamına göre davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının kabul edilemeyeceği gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi'nin Kararı:
9. İzmir 14. İş Mahkemesi'nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
10. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 18.07.2018 tarihli ve 2017/1625 E., 2018/1307 K. sayılı kararı ile; sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen araştırma ve inceleme raporunun, içeriğine yer verilen Hukuk Genel Kurulunun 11.09.2013 tarihli ve 2013/10-175 E., 2013/1075 K. sayılı kararında belirtilen niteliklere sahip olmadığı vurgulandıktan sonra ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi tekrar edilmiş ve sonuç olarak ilk derece mahkemesinin asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine; ayrıca asıl davada maktu vekâlet ücreti takdirine ilişkin kararının yerinde olduğu, öte yandan 5510 Sayılı Kanun'un 88/18. maddesindeki hüküm nedeniyle Kurum aleyhine icra inkâr tazminatına hükmedilmesinin mümkün olmadığı ancak birleşen dava yönünden birleşen dava davalısı lehine istinaf dilekçesinde belirtilen miktar ve taleple bağlı kalınarak nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği belirtilerek Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilip davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
12. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 20.12.2018 tarihli ve 2018/6335 E., 2018/9526 K. sayılı kararı ile; "...“…E) Temyiz:
Davalı SGK vekili; “Davacı davasını ispatlayamamıştır. İki bilirkişi raporu arasındaki çelişki giderilmeden karar verilmiştir.” gerekçesiyle temyiz yoluna başvurmuştur.
F-) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Dava; 5510 Sayılı Kanun'un 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin ve ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde: “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56. maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu nedenle Anayasanın 20. maddesiyle 5510 Sayılı Kanun, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 4857 Sayılı İş Kanunu, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacının ve boşandığı eşinin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiğini saptanmalı, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanan eşler 4857 Sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta iseler adlarına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davacının ve boşandığı eşinin kayıtlı olduğu adreslerde kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının 1999 yılında eşi Fethi BUTEL'den boşandığı, 02/10/2013 tarihinde yeniden eski eşiyle evlendiği, 1991 yılında vefat eden babası A. İ.'ten ve annesi F. İ.'ten dolayı 01/09/1999 tarihli talebine istinaden 14/12/1999 tarihli karar ile ölüm aylığı bağlandığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen 29/07/2013 tarih 2013/BSÖ-014 Sayılı rapora göre davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak Kurumca 22/10/2008-21/09/2013 tarihleri arası ödenen aylık ve sağlık giderleri ve işleyen faizinin borç çıkarıldığı, denetmen raporunda davacının mernis adreslerinde yapılan denetimde komşuların birlikte yaşadıklarını ifade ettikleri ancak Mahkemede beyanlarını değiştirdikleri, seçim kayıtlarında davacının ve boşandığı eşinin adreslerinin 25.12.2008 tarihi öncesi aynı adres “Barbaros Mah. 2/9 Sok. Kapı:2 Da:l Bornova” olduğu, 26.12.2008 tarihinden sonra davacının adresinin “Barbaros Mah. 5219 Sok. Kapı:4 Bornova İzmir” ve boşandığı eşinin adresinin ise “Mevlana Mah. 1766 Sok. No:5 İç Kapı No:l Bornova İzmir”(kızının adresi) ve “Rafet Paşa Mah. Burak Reis Cad. No.159 /C Bornova İzmir”(burası anne-babasının adresi) olduğu anlaşılmıştır.
Somut olayda; denetmen raporunun içeriği, tarafların denetimden hemen sonra yeniden evlenmiş olmaları, seçim kayıtlarında 2008 öncesi aynı adreste bulunmaları, bu tarihten sonra eşe ait adreslerin aslında akrabalara ait olması denetim sırasında dinlenen tanıkların haklı bir sebep olmadan mahkemede ifadelerini değiştirmeleri hususları birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin, boşandıkları süreçte de birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup, 5510 Sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, asıl davanın reddine , birleşen davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
13. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 27.03.2019 tarihli ve 2019/253 E., 2019/461 K. sayılı kararı ile; denetmen raporu ekindeki ifade tutanaklarından davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı yönünde beyanda bulunan tek tanık olan Leyla Akman'ın tutanağı imzalamaktan imtina ettiğinin belirtildiği, tanığın mahkemedeki beyanında tutanaktaki ifadesini kabul etmediğini ve böyle bir şey söylemediğini, yazının da kendisine ait olmadığını söylediği, içeriği ilgilisi tarafından kabul edilmeyen imzasız beyan ile hâkim tarafından alınan ifadenin hukuksal değerinin karşılaştırılmasına yönelik hukuksal bir yaklaşımdan söz etmeye olanak bulunmadığından haklı bir neden olmadan denetim sırasındaki ifadesinin değiştirilmiş olmasından bahseden bozma gerekçesinin irdelenmesine gerek duyulmadığı, ancak içerik hakkında bilgi sahibi olunmadığı yönündeki ifadenin delillendirilmesinin mümkün olmadığı, denetmendeki beyanın doğruyu yansıtmadığı konusundaki ifade için haklı neden aramanın bu kişilerin mahkemede dinlenmesi olanağını ortadan kaldırdığı, bu nedenle hâkim önündeki ifadeye üstünlük tanınması gerektiği, aksi yöndeki yaklaşımın denetim raporlarına tartışılmaz ve hukuk üstü metin değeri atfedilmesine yol açacağı gibi idarenin hukuka uygun davranma zorunluluğunu öngören hukuk devleti ilkesinin tanıdığı hukuka uygunluk denetimini ortadan kaldıracağı, ayrıca bozma ilamında belirtilenin aksine davacı ve eşinin aynı adreste ikamet etme durumlarının söz konusu olmadığı, yeniden evlenmenin denetimin başlanmasından 4 yıl sonra olduğu ve davacının ifadesine ilk kez 04.11.2009 tarihli polis denetimiyle birlikte başvurulduğu gözetildiğinde denetimden hemen sonra evlenildiğinin söylenemeyeceği, gerek denetim gerekse yargılama aşamasında yapılan kolluk araştırmalarında da birlikte yaşama olgusunun kabulünü gerektiren bulguya rastlanmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
14. Direnme kararı süresi içinde Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde tespit içeren denetmen raporunun aksinin toplanan deliller ile ispatlanıp ispatlanamadığı; buradan varılacak sonuca göre asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine mi yoksa asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne mi karar verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 Sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
17. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a-) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b-) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
18. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 Sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 Sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Kanun'da yer almıştır.
19. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
20. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
21. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: "Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi", MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
22. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa'nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
23. Bilindiği üzere 5510 Sayılı Kanun'un 56/2. maddesinin Anayasa'nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
24. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK'nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa'nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa'nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
25. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 Sayılı Kanun'un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
26. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
27. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 Sayılı Kanun'un 68. maddesiyle değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 Sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 Sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 Sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 Sayılı Kanun'un 1. maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55. maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
28. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 Sayılı Kanun'un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 Sayılı Kanun'un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
29. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
30. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
31. Bu durumda 5510 Sayılı Kanun'un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 Sayılı Kanun'un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
32. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A. Naim: "Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme", Journal of Y. University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
33. Bu nedenle 5510 Sayılı Kanun'un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 Sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
34. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
35. Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
36. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 Sayılı Kanun'un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 Sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK'nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
37. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
38. Türk Medeni Kanunu'nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunî bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanunî karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
39. Bu noktada 5510 Sayılı Kanun'un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
40. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 Sayılı Kanun'un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 Sayılı Kanun'un 78. maddesiyle değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
41. Somut olayda davacının eşinden Bornova 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 11.06.1999 tarihli ve 1999/253 E., 1999/538 K. sayılı kararı ile boşandığı, tarafların 1984, 1986, 1988 ve 1989 doğum tarihli üç kız ve bir erkek çocuklarının bulunduğu, davacının annesi F. İ.'in 02.10.1986, babası A. İ.'in 08.10.1991 tarihinde vefat ettiği, davacıya Kurum kayıtlarına 03.09.1999 tarihinde giren tahsis talebine istinaden annesinden dolayı 14.12.1999 tarihli karar ile 01.08.1999 tarihinden; 15.12.1999 tarihli karar ile de babasından dolayı 07.08.1999 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlandığı, Kurum kayıtlarına 2009 yılında giren isimsiz ve imzasız dilekçede davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı yönünde yapılan ihbar üzerine başlatılan denetim sonucu düzenlenen 29.07.2013 tarihli ve 2013/BZÖ/014 Sayılı araştırma/soruşturma raporunda davacının ikamet adresi olan 5219 Sk. No:4 Bornova/İzmir adresinde boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı yönünde tespit yapıldığı, bu rapor kapsamında davacıya bağlanan ölüm aylıklarının kesilerek 22.10.2008-21.09.2013 tarihleri arasında yapılan aylık ödemeleri ile sağlık harcamalarının ayrıca 02.04.2014 tarihi itibariyle işlemiş faiz dahil olmak üzere borç kaydedilen 79.448,06TL'yi ödemesi için borç bildirim belgesi gönderildiği, davacının 05.02.2014 kayıt tarihli itirazının Kurumun 19.02.2014 tarihli yazısı ile reddedildiği, 25.09.2014 tarihinde İzmir 6. İcra Müdürlüğünün 2014/13674 Sayılı dosyası ile hakkında ilamsız icra takibi başlatılan davacının itirazı nedeniyle takibin durduğu, bunun üzerine asıl ve birleşen davaların açıldığı anlaşılmıştır.
42. İlk derece mahkemesince yapılan yargılamada getirtilen seçim kayıtlarına göre davacı ve boşandığı eşinin 25.12.2008 tarihine kadar adreslerinin aynı olduğu, eşin adresinin 26.12.2008-16.07.2011 tarihleri arasındaki dönemde R. Paşa Mah. Burak Reis Cad. Kapı: 2 D:1 Bornova, 17.07.2011 tarihinden sonraki dönemde ise Mevlana Mah. 1776 Sk. Kapı No:5 Da:1 Bornova olarak kayıtlarda yer aldığı, davacının mernis adresinin 19.03.2007 tarihinden itibaren Barbaros Mah. 5219 Sk. No:4 Bornova İzmir, eşin adresinin ise 23.03.2007 tarihinden itibaren anne ve babasına ait adres olduğu tespit edilen R. Paşa Mah. Burak Reis Cad. No:159 İç Kapı No: C Bornova; 13.04.2011 tarihinden itibaren ise kızı A. D.'a ait olduğu belirlenen Mevlana Mah. 1766 Sok. No:5 İç Kapı No: 1 Bornova olarak kayıtlı bulunduğu, taraflar adına kayıtlı elektrik ve su aboneliği bulunmadığı, Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.01.2015 tarihli üst yazısı ekindeki 30.12.2014 tarihli kolluk araştırma tutanağında 5219 Sok. No:4 Bornova adresinde davacının ikamet ettiği, eşinden 1999 yılında ayrıldığı, eşin özel günlerde çocuklarını ziyaret ettiği, Kemalpaşa İlçesinde yakınlarının yanında yaşadığı, tarafların 03.10.2014 tarihinde yeniden evlendikleri ve birlikte ikamet ettiklerinin belirtildiği, Kordon Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezinin 08.08.2016 tarihli yazısı ekinde davacıya ait ilaçların alındığı eczanelerin adlarının ve kod numaralarının da yer aldığı ilaç reçete listelerinin gönderildiği, celbedilen hastane evrakında tarafların kayıtlı adreslerinin aynı olmadığı, medula kayıtlarının ise adres bilgisi içermediği, mahkemece bilgisine başvurulan davacı tanıklarından Armağan Vardarlı'nın boşandıktan sonra eşin kendilerine ait Kemalpaşa'daki çiftlikte yaşamaya başladığını ve bir araya gelmediklerini; A. Karok'un eşin alkol problemi nedeniyle tarafların boşandığını, boşanmadan sonra eşin bazen kızının yanında bazen de Kemalpaşa'daki çiftlikte kaldığını beyan ettiği; sosyal güvenlik denetmenine verdiği ifadede 10 yıldır oturduğu adreste babasının sürekli yanında kaldığını, babasına ait evde ise annesinin yaşadığını, annesinin babasından nafaka talebinde bulunmadığını, babasının 1 yıldır yanında kaldığını, öncesinde Yeşilova'da dayısında ve bir süre de kirada kaldığını beyan eden tarafların kızı A. D.'ın mahkemedeki tanıklığında babasının uzun yıllar kendisinin yanında; bazen de Kemalpaşa'da bir arkadaşının yanına gittiğini, haftada 2-3 gün kendisinin evine geldiğini ve çamaşırlarını yıkadığını, geri kalan günler Kemalpaşa'ya gittiğini, annesinin oturduğu evin babasının üzerine olduğunu söylediği; yine denetmene verdiği ifadede 4 yıldır oturduğu apartmanda tarafların kızı A. D.'ı şahsen tanıdığını, 1766 Sk. No:4 D:1'de kendisi, eşi ve 2 çocuğuyla birlikte kaldığını, apartmanda eşinin ailesinin ikamet ettiğini, belirtilen adreste babasının ikamet etmediğini, babasının sürekli ikamet etmesi ve kalması durumunda bunu mutlaka bileceğini belirten tanık A. R.'ın mahkemede "....Ben 6 yıldan beri 1766 sokak no: 11 daire:1 de ikamet etmekteyim. Davacının kızı ile komşuyuz. Davacı ile aramızda 2 ev vardır. Davacının oturduğu apartmandası kayınvalidesi, eltisi ve görümcesi oturuyor. Davacı ile fazla samimiyetimiz yoktu. 1 yıldan beri samimiyiz. Denetmenler geldiğinde ve A. D.'ın kaç kişi olarak evde oturduğunu sorduklarında eşi ve çocuğuyla olmak üzere 4 kişi oturduklarını söyledim. Birkaç gün sonra durumu A.'ye anlattığımda bana babasının da yanında oturduğunu, anne ve babasının ayrı olduklarını söyledi. Ben bu konuda tam bir bilgi sahibi olmadığım için babasının oturmadığını söylemiştim. Ben babasını ara sıra apartmana girerken görüyordum. Ancak hangi daireye girdiğini bilmiyorum. Bazen annesi de gelip gidiyordu. Ancak anne ve babasının birlikte apartmana giderken görmedim" şeklinde beyanda bulunduğu, denetmence alınan imzasız ifadesinde davacının eşi ile sürekli birlikte oturduğunu beyan eden Leyla Akman'ın ise mahkemede davacının özel hayatı ile ilgili bilgisinin bulunmadığını, evli mi dul mu olduğunu bilmediğini, denetmene verdiği ifadeyi kesinlikle kabul etmediğini, böyle bir ifade vermediğini belirttiği, 04.11.2009 tarihli kolluk tutanağında Burak Reis Caddesi Barbaros Mah. 5219 Sok. No:4 Sayılı adrese gidildiğinde kapıyı davacının açtığı, evde tek olduğunun görüldüğü, Fethi Butel'in kendisinin eski eşi olduğunu, 10 yıldır ayrı olduklarını ve bu adreste kendisinin ikamet ettiğini söylediği, Burak Reis Cad. No:159/C sayılı adrese gidildiğinde ise adreste eşin anne ve babasının oturduğunun tespit edildiği hususlarına yer verildiği, davacının boşandığı eşi ile 02.10.2013 tarihinde yeniden evlendiği tespit edilmiştir.
43. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının denetmen raporunun düzenlenmesinden hemen sonra eski eşi ile yeniden evlenmesi, 1999 yılında boşanan tarafların seçim kayıtlarındaki adreslerinin 25.12.2008 tarihine kadar aynı adres olması, bu tarihten sonraki eşe ait kayıtlı adreslerin esasında kızına ve anne-babasına ait adresler olması, davacının ikamet ettiği evin eşi üzerine kayıtlı bulunması ve tanık A. D. ile A. R.'ın denetmene verdikleri imzalı beyanlar ile mahkemedeki beyanlarının birbirinden farklı ve çelişkili olması hususları karşısında davacı ile eşinin boşandıkları süreçte fiilen birlikte yaşamaya devam ettikleri, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen ve davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde tespit içeren tutanağın aksinin ispat edilemediği, bu nedenle asıl davanın reddi, birleşen davanın kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
44. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.
45. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
Asıl dava davalısı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA,
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18.05.2022 tarihinde oybirliği ile kesin olarak karar verildi.