DÜZELTME VE CEVAP METNİNİN USULÜNE UYGUN OLARAK TEBLİĞ EDİLMEDİĞİ VE GAZETENİN SORUMLU MÜDÜRÜNÜN SORUMLU TUTULAMAYACAĞI

DÜZELTME VE CEVAP METNİNİN USULÜNE UYGUN OLARAK TEBLİĞ EDİLMEDİĞİ VE GAZETENİN SORUMLU MÜDÜRÜNÜN SORUMLU TUTULAMAYACAĞI

T.C.

YARGITAY

 19. CEZA DAİRESİ

2018/3354 E.

2018/8226 K.

05.07.2018 T.

Özet: Haberin 27.01.2015 tarihinde yapıldığı, habere karşı gönderilen düzeltme ve tekzip metnine dair 30.01.2015 tarihli noter ihtarnamesinin, 03.02.2015 tarihinde, ilgili gazetenin ve sorumlu müdürünün daimi çalışanı olduğu anlaşılan bir kişiye tebliğ edildiği, ancak muhatabın işyerinde geçici olarak olmamasının sebebinin ve evrakı alan kişinin muhatap adına tebliğ almaya yetkili memur veya müstahdem olup olmadığının açıkça yazılmadığı, dolayısıyla tebligatın 7201 sayılı TK’nın 17. ve 20. maddelerinde yazılı usule aykırı olarak yapıldığı, usulsüz tebligat nedeniyle adı geçen gazetenin sorumlu müdürünün düzeltme ve cevap metnini süresinde yayımlamamasından dolayı sorumlu tutulamayacağı; öte yandan, kanun yararına bozmaya konu haberin basın özgürlüğü sınırları içinde kalıp kalmadığı hususunda ise yukarıda yazılı mevzuat ve emsal kararlar ışığında, başvuranın şeref ve haysiyetine karşı veya gerçek dışı bir haber yapılmadığı, haberin basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığı anlaşılmakla kararın bozulmasına karar verilmiştir.

YARGITAY KARARI

…. Gazetesinin 27/01/2015 tarihli nüshasının 14. sayfasında “Gülen’in Gölge Valileri” başlığı ile yayımlanan yazı sebebiyle ilgilisi …. vekilinin cevap ve düzeltme isteminin kabulü ile tekzip yazısının yayımlanmasına dair Samsun 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/02/2015 tarihli ve 2015/632 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Samsun 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/03/2015 tarihli ve 2015/1076 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 08/05/2018 gün ve 2514 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/05/2018 gün ve KYB – 2018 / 40503 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Samsun 1. Sulh Ceza Hâkimliğince, iddiaların doğruluğu hususunda somut bir dayanağın gösterilmediği, haberin bir bütün olarak değerlendirildiğinde talepte bulunanın kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı ve toplum önünde imajını zedeleyeci nitelikte bulunduğundan bahisle tekzip metni yayımlanması talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda …. Gazetesinin 27/01/2015 tarihli sayısının 14. sayfasında yayımlanan, “Gülen’in Gölge Valileri” başlıklı yazılara ilişkin tekzip talep eden tarafından haberlerin gerçek dışı olduğuna dair bir belge ve delil ileri sürülemediği gibi, haberlerin kamuoyunu ve ülke gündemini meşgul eden konulara ilişkin olduğu, basın özgürlüğü kapsamında kaldığı ve kişilik haklarına saldırı bulunmadığı, bunun yanı sıra, tekzip metninin yayınlanması için …. Gazetesi sorumlu müdürü Şefik Çalık’a gönderilen tebligatın, niçin daimi çalışana tebliğ edildiği, muhatap adreste bulunamamış ise hangi sebepten dolayı adreste bulunamadığının tebligatta belirtilmediği, tebligatın bu haliyle 7201 sayılı Tebligat Kanununun 17 ve 20. maddelerine aykırı ve usulsüz olduğu gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.
Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.
Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS’nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “ifade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinde;
“1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
– Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,
– Sınırlamanın AİHS’nin 10/2. maddesinde yazılı veya yasada öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,
– Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,
– Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin yasalarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.
Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “kamunun (kamu düzeninin) bekçisi” görevini yapabilir.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb…) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme’nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;
“… 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:
109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, § 60; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 68; ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 46). Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda (White, yukarıda geçen, § 29; Egeland ve Hanseid/Norveç, no 34438/04, § 58, 16 Nisan 2009; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 72) değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da (Nikowitz ve Verlagsgruppe News GmbH/Avusturya, no 5266/03, § 25, 22 Şubat 2007; Colaço Mestre ve SIC – Sociedade Independente de Comunicação, S.A./Portekiz, nos 11182/03 ve 11319/03, § 28, 26 Nisan 2007; ve Sapan/Türkiye, no 44102/04, § 34, 8 Haziran 2010) böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, § 43).
ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:
110. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (Minelli/İsviçre (kabuledilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, § 55). Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, § 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 47).” şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.
Son olarak, AİHM’nin 2/2/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;
“… Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (bk., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, §§ 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, § 26, 5 Haziran 2008, Mustafa Erdoğan ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, § 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, § 59, 7 Temmuz 2015)..Mahkeme, ifade özgürlüğünün, “yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen “bilgiler” veya “düşünceler” için değil, aynı zamanda “hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici” olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, § 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan’ın Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır…Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, § 25)…” şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi gerçeklerle desteklenemeyen ve ispatlanamayan somut olgular niteliğinde suçlamalar varsa bu kez maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan “abartılı” değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa’da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;
– Özlerine dokunulmaksızın
– Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
– Ancak kanunla sınırlanabilir.
– Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
T.C. Anayasası’nın “Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı” 25. maddesinde;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”,
T.C. Anayasası’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. maddesinde;
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”,
T.C. Anayasası’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesinde;
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”
şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.
T.C. Anayasası’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 32. maddesi;
“Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.” ,
5187 sayılı Kanun’un “düzeltme ve cevap” başlıklı 14. maddesi;
“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır…” ve
“…Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar…” hükümlerini amirdir.
Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken “basın özgürlüğü” kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. – 2007/34 K. sayılı kararında;
“Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.
Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir.”
Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar;
1- Haber gerçek olmalı,
2- Haber güncel olmalı,
3- Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,
4- Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.
Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır…”
şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14. maddesi kapsamında “…kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı..”nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin “ifade ve basın özgürlüğü” kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu’na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Tebligat” başlıklı 29. maddesi;”Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır.”
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesi;
“Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.”
“Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi” başlıklı 20. maddesi;
“13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır.” hükümlerini amirdir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay her iki bozma gerekçesi yönünden birlikte değerlendirildiğinde;
Uyuşmazlığa konu haberin her ne kadar da mahkeme kararında 27.01.2014 tarihinde yapıldığı yazılmışsa da, yapılan incelemede haberin 27.01.2015 tarihinde yapıldığı, habere karşı gönderilen düzeltme ve tekzip metnine dair 30.01.2015 tarihli noter ihtarnamesinin, 03.02.2015 tarihinde, ilgili gazetenin ve sorumlu müdürünün daimi çalışanı olduğu anlaşılan bir kişiye tebliğ edildiği, ancak muhatabın işyerinde geçici olarak olmamasının sebebinin ve evrakı alan kişinin muhatap adına tebliğ almaya yetkili memur veya müstahdem olup olmadığının açıkça yazılmadığı, dolayısıyla tebligatın 7201 sayılı TK’nın 17. ve 20. maddelerinde yazılı usule aykırı olarak yapıldığı, usulsüz tebligat nedeniyle adı geçen gazetenin sorumlu müdürünün düzeltme ve cevap metnini süresinde yayımlamamasından dolayı sorumlu tutulamayacağı,
Öte yandan, kanun yararına bozmaya konu haberin basın özgürlüğü sınırları içinde kalıp kalmadığı hususunda ise yukarıda yazılı mevzuat ve emsal kararlar ışığında, başvuranın şeref ve haysiyetine karşı veya gerçek dışı bir haber yapılmadığı, haberin basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığı anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yukarıda yazılan nedenlerle yerinde görüldüğünden, Samsun 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/03/2015 tarihli ve 2015/1076 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine göre; düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 05/07/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.