GERÇEK BABANIN NÜFUSUNA KAYIT İSTEĞİ SOY BAĞININ REDDİ ANLAMINDA OLUP AİLE MAHKEMELERİ GÖREVLİDİR
TC
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
2017/1920 E.
2018/1432 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “nüfus kaydındaki baba isminin düzeltilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Manavgat 4. Asliye Hukuk Mahkemesince, mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleşmesinden itibaren 2 haftalık süre içinde dilekçe ile başvurulması halinde dosyanın görevli ve yetkili Manavgat Aile Mahkemesi'ne gönderilmesine dair verilen 14.03.2014 tarihli ve 2013/465 E., 2014/74 K. sayılı karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay (Kapatılan)18. Hukuk Dairesinin 05.02.2015 tarihli ve 2014/12892 E., 2015/1454 K. sayılı kararı ile;
“…Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalı ...'ın gerçekte babasının .... ve.... oğlu .... .... olduğu halde, nüfusa amcası .... ve ....oğlu .... ....'ın çocuğu ve davacıların da kardeşi olarak kaydedildiğini belirterek gerçek olmayan nüfus kaydının düzeltilmesini istemiş; mahkemece, davanın soybağının tespiti ve nüfus kaydının iptali istemi şeklinde değerlendirilerek aile mahkemesinde bakılması gerektiğinden görev yönünden reddine karar verilmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara hukuki niteleme hakime aittir. Davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, davanın soybağının veya nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası olup olmadığıdır. Bilindiği üzere nesep, birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Bu kavram içerisinde kan bağının yanında hukuki münasebetin de bulunması, diğer bir ifadeyle kan bağının hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde oluşması zorunludur. Türk Medeni Kanunu'nun 282. maddesi uyarınca ''Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur.'' Ayrıca kısaca af kanunları olarak nitelendirilen “Bir evlenme aktine dayanmayan birleşmelerden doğan çocukların neseplerinin düzeltilmesine” ilişkin kanunlara göre de soybağı düzeltilebilir. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararından)
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kendiliğinden kurulur tesisi için herhangi bir hükme gerek bulunmadığından, çocuğun annesi ile soybağı ilişkisinin kurulması değil, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti dava konusu edilebilir.
Öte yandan, Türk Medeni Kanunu'nun 36/1. maddesine göre kişisel durum, bu amaçla tutulan resmi sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 35/1. maddesi uyarınca ''Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.''
Kişisel durumlardaki değişikliklerin nüfus kaydında belirtilmesi ve doğru olmayan kayıtların değiştirilmesi ile nüfus kayıtlarının düzeltilmesi anlaşılır. Kayıt düzeltilmesi, aile kütüğüne tescil edilmiş, kaydın bir kısmının düzeltilmesi veya değiştirilmesidir. Nüfus kütüklerindeki doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur. İşte bu noktada, nüfus kütüğündeki hatalı kayıtlar, ilgilileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından açılacak kayıt düzeltme davası ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak adlandırılmakta olup, zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir (YHGK, 11.02.1998, 2-87/77). Şu durumda; nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada resmi kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi, tanık da dinlenebilir. Nesebin reddi davası ile kayıt düzeltme davası, sonuçları (hane dışına çıkarmak) bakımından benzerlik göstermekte ise de, içerik ve yargılama kuralları açısından kendi özel hükümlerine bağlıdır. Nesebin reddinde, kişisel duruma ilişkin nüfus kaydında yer alan bilgi doğru meydana gelmiş ve kütüğe tescil edilmiş, ancak bu doğru daha sonra nesebin reddi davası ile teknik anlamda bir yanlışlığa dönüştürülmüştür. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında ise, gerçek durumu yansıtmayan nüfus kaydı baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmiştir. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararından)
Somut olayda; davacıların iddiası, davalı ...'ın amcası .... ve ....oğlu .... ....'ın çocuğu olarak nüfus idaresine yanlış ve yanıltıcı beyanda bulunarak tescil edildiğine ilişkindir. Bu yönlerden dava soybağı davası değil, nüfus kaydının düzeltilmesi davasıdır. Açıklanan nedenlerle davada görevli mahkeme 4787 sayılı Kanunun 4. maddesi gereğince aile mahkemesi olmayıp 5490 sayılı Yasanın 36. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesidir. Görev kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir.
Mahkemece; işin esasına girilerek, davanın kabulü halinde hakları etkilenebilecek mirasçıların davaya katılımı sağlandıktan, tarafların göstereceği deliller toplantıktan (toplandıktan) ve DNA incelemesi de yapıldıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi yenine görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, nüfus kaydındaki baba isminin iptali ile haneden terkini istemine ilişkindir.
Davacılar vekili müvekkillerinin muris .... ....’ın mirasçısı olduklarını, davacıların annesi olan .... ....’ın .... ile evlenmeden önce murisin kardeşi .... ile resmî nikah olmaksızın bir arada yaşamaya başladığını ve bu birliktelikten davalı ...’in dünyaya geldiğini, bir süre sonra ....’ın vefat ettiğini, eski nüfus kayıtlarına göre baba ismi .... olan ancak anne ismi farklı iki .... ....’ın bulunduğunu, .... ve.... oğlu .... ....’ın çevresinde .... olarak bilindiğini ve çocuğu olmadan 1946 yılında hayatını kaybettiğini, ....’nin ise ....’ın kardeşi .... ve ....oğlu .... .... ile evlendiğini, bu evlilik öncesinde .... ile.... oğlu .... (....)’ın çocuğu olarak doğan....’in nüfus kaydındaki baba hanesine nüfus müdürlüğünce .... ve ....oğlu .... isminin yazıldığını, söz konusu bu işlemin hatalı olduğunu ileri sürerek nüfus müdürlüğünün hatalı işleminin değiştirilmesine ve davalı ...’ın baba hanesinde yazılı bulunan .... ve ....oğlu 1926 doğumlu .... isminin .... ve.... oğlu .... olarak düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili davanın soybağının düzeltilmesi davası niteliğinde olduğunu ve hak düşürücü sürenin geçtiğini, daha önce bu konuda bir karar verildiğini, dolayısıyla ortada kesin hükmün bulunduğunu, müvekkilinin, annesi .... ile biyolojik babası ....’ın birliktelikleri neticesinde 1945 yılında dünyaya geldiğini, ancak ....’ın 1946 yılında vefat ettiğini, bu nedenle ....’nin ....’ın kardeşi, davalının da amcası olan .... .... ile evlendiğini, evlilik sonrasında da ....’in müvekkilini kendi nüfusuna kaydettirdiğini ve ona baktığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı ... temsilcisi esas hakkında bir beyanda bulunmamıştır.
Mahkemece nüfus kaydının düzeltilmesi davasının, resmi sicilin belgelediği olgunun doğru olmadığı ve baştan itibaren yanlış olarak kütüğe geçirilmesi nedenine dayalı mevcut kaydın düzeltilmesi davası olduğu; dava sonucunda kaydının düzeltilmesi istenen kişinin, o tarihe kadar kayıtlı olduğu haneden çıkarak başka bir haneye tescil edilecek olmasının davayı soybağı davası hâline dönüştürmeyeceği; davacı tarafın ilk talebinin, gerçeğe aykırı beyanla baştan itibaren yanlış olan sicilin düzeltilmesine yönelik olduğu; bu itibarla davanın 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesi kapsamında nüfus kaydının düzeltilmesi davası niteliğinde bulunduğu; yine davacıların genetik anne ve baba hanesine kayıt istemlerinin, anne ve baba arasında evlilik ilişkisinin bulunmaması nedeniyle baba yönünden soybağının düzeltilmesi talebi olarak kabul edilmesinin gerektiği; çocukla anne arasındaki soybağının doğumla, baba arasındaki soybağının ise anne ile evlilik, tanıma ve hâkim hükmü ile kurulacağı; soybağına ilişkin uyuşmazlıklarda kişisel durum ile ilgili nüfus kaydında yer alan bilginin “doğru” olarak doğduğu ve kütüğe tescil edildiği; bu doğru kaydın daha sonra açılan bir dava, soybağının reddi veya sonradan evlenme yoluyla soybağına itiraz veya tanımaya itiraz ya da tanımanın iptali yahut af kanunları ile yapılan nesep düzeltmeye itiraz ile teknik olarak yanlışlığa dönüştürüldüğü; nüfus kaydının düzeltilmesi davasında ise resmî sicilin belgelediği olgunun doğru olmadığı ve baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmesi durumunun söz konusu olduğu; davalının mevcut kayıttaki baba adının iptali ile genetik annesinin ve babasının hanesine kaydedilmesi davasında davalı ... ile genetik babası .... ve.... oğlu .... arasında soybağının kurulacağı; bu hâliyle davanın soybağı davası olarak nitelendirmesinin doğru olacağı; soybağına ilişkin hükümlerin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesinde ve devamında düzenlendiği ve görevli mahkemenin aile mahkemesi olduğu; Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ise asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği; genel nitelikli bir mahkeme ile özel nitelikli bir mahkemede görülmesi gereken iki ayrı davanın birlikte açılması durumunda her iki davanın birlikte görülmesi gerekli ise, davaların özel nitelikli mahkemede görüşülüp sonuçlandırılmasının Yargıtay kararları ile benimsendiği gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece her ne kadar Özel Daire bozma kararında davanın nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğu belirtilmiş ise de, davanın özü itibariyle soybağının düzeltilmesi ve değiştirilmesi şeklindeki soybağı davası niteliğinde bulunduğu; bu durumda görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi değil aile mahkemesi olduğu; kaldı ki bozma kararında belirtildiği üzere olayı açıklamanın taraflara, hukuki nitelemeyi yapmanın ise hâkime ait bulunduğu ve hâkimin tarafların nitelendirmesi ile bağlı kalamayacağı belirtilmek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesi dikkate alındığında eldeki davanın soybağı davası mı yoksa kayıt düzeltme davası mı olduğu, buradan varılacak hukuki nitelendirmeye göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi yoksa aile mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Kanunda yer alan düzenlemelere, devamında da kavramlar ve soybağı davaları ile nüfus kayıt düzeltim davalarının farklılıkları üzerine durulmasında yarar bulunmaktadır.
Soybağı, 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisindeki nesep sözcüğünün yerine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunuyla getirilip, hukuk diline kazandırılan bir terimdir ve biri geniş diğeri dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır.
Geniş anlamda soybağı bir kimse ile onun ecdadı, üstsoyu arasındaki biyolojik ve doğal bağlantıyı ifade eder. Dar anlamda soybağı ise sadece çocuklar ile ana ve babaları arasındaki bağlantıyı, başka bir deyişle çocuğun ana ve babasına bağını ifade eder ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun aile hukuku kitabında düzenlenmiş olan soybağı da bu dar anlamdaki soybağıdır.
Türk Medeni Kanunu’nun soybağına ilişkin 282. maddesi düzenlemesi dikkate alındığında, soybağının kurulmasında ya çocuk ile ana ve babası arasında kan bağının bulunmasını ya da evlat edinme ilişkisinin kurulmasının arandığı görülmektedir. Bu açıdan Türk Medeni Kanunu düzenlemesi çerçevesinde kan bağına dayanan soybağı, yani çocukla biyolojik ana ve babası arasındaki soybağı ve evlat edinme ilişkisi yoluyla kurulan soybağı ayırımını yapmak mümkündür (Dural, M./Öğüz,T./Gümüş, M, A., Türk Özel Hukuku, Cilt 3, Aile Hukuku, İstanbul 2008, s.242).
TMK’nın 282. maddesi hükmü soybağının kurulmasına ilişkin genel esasları düzenlemiştir. Düzenleme uyarınca ana ile çocuk arasındaki soybağının doğum ile kurulacağı ifade edilmiştir (m. 282/1). Maddenin ikinci fıkrasında baba ile çocuk arasındaki soybağının babanın ana ile evlenmesi, çocuğu tanıması veya hâkim hükmüyle kurulacağı düzenlenmiştir. Üçüncü fıkrada ise kan bağına dayanan soybağının yanında, evlat edinme ilişkisi de evlatlık ile evlat edinen veya evlat edinenler arasında soybağını kuran bir yol olarak kabul edilmiştir.
TMK’nın 282. maddesinin birinci fıkrasına göre çocuk ile ana arasındaki soybağının kurulabilmesi için çocuğun, ana olduğu iddia edilen kadın tarafından doğurulduğunun tespit edilmesi yeterlidir. Çocuğu doğuran kadının evli olup olmaması soybağının kurulması için önem taşımamaktadır.
Ana ile evliliğin, çocuk ile babası arasında soybağının kurulabilmesi hem evliliğin çocuğun doğumundan önce gerçekleşmiş olması hem de ana ve babanın çocuğun doğumundan sonra evlenmeleri hâlinde mümkündür.
Evliliğin doğumdan önce gerçekleşmiş olması hâlinde TMK’nın babalık karinesini düzenleyen 285. maddesi gereğince evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babasının koca olduğu karine olarak kabul edilmiştir. Bu karine uyarınca, evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuk ile o evlilikte koca arasında soybağı kurulacaktır.
Yine evlat edinme de çocuk ile evlat edinen arasında soybağı kurulmasını sağlamakla beraber buradaki soybağı ilişkisi mahkeme kanalı ile kurulmaktadır. Diğer bir anlatımla evlat edinilen çocuk ile evlat edinen arasında kan bağına dayanan bir durum bulunmamaktadır.
Çocuk ile baba arasında soybağı kurulmasını sağlayan diğer bir yol babalık hükmüdür. Bahse konu davada çocuk ile baba arasında soybağının kurulabilmesi için çocuğun bir başka erkek ile soybağının bulunmaması gereklidir. Çocuğun herhangi bir yolla bir başka erkek ile soybağı kurulmuş ise bu soybağı ortadan kaldırılmadıkça babalık davası açılamaz. TMK 301. maddesine göre çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuk, babaya; baba ölmüşse mirasçılarına karşı açacakları babalık davası ile isteyebilirler. Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilecek, ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle, çocuk ile başka bir erkek arasında soybağı ilişkisi varsa, bir yıllık süre bu ilişkinin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlayacaktır. Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilecektir.
Öte yandan çocuk ile baba arasında soybağı ilişkisini kuran son yol ise tanımadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Tanıma” genel başlıklı “"Koşulları ve şekli" alt başlıklı 295. maddesi;
“Tanıma, babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla olur.
Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise, veli veya vasisinin de rızası gereklidir.
Başka bir erkek ile soybağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz.”
Hükmünü düzenlemiştir.
Tanıma, evlilik dışı çocuğun babasının kanunda öngörülen şekil şartlarına uygun olarak yapıldığında çocuk ile babası arasında soybağının kurulmasını sağlayan tek taraflı irade beyanını ifade eder. Tanıma beyanı, bu yönüyle yenilik doğuran işlem niteliği taşır. Geçerli olarak yapılan tanıma beyanı, geçmişe etkili olarak, doğum anından itibaren çocuk ile babası arasında soybağının kurulmasını sağlar ((Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M. A., Türk Özel Hukuku, Cilt 3, Aile Hukuku, İstanbul 2016, s.282).
Tanımanın niteliği gereği, ancak anası ile soybağı tespit edilmiş çocukların tanınması mümkün olabilir. Anası tespit edilemeyen çocuğun tanınması söz konusu olmaz.
Tanıma beyanının, evlilik dışı çocuk ile babası arasında soybağını kurabilmesi, kanunda belirlenmiş şekil şartlarına uyularak yapılması hâlinde söz konusu olur. Tanıma beyanı, kanunun öngördüğü şekil şartlarına uyularak yapılmamışsa, bu beyan, babanın ana ile cinsel ilişkide bulunduğuna ve çocuğun bu cinsel ilişkiden meydana geldiğine ilişkin basit bir ikrarı niteliği taşır, çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasını sağlamaz.
Şüphesiz ki, babanın çocuğun kendi çocuğu olduğunu açıklayan bir beyanı tanıma beyanı niteliğindedir. Böyle bir beyanı bulunmaksızın, çocuğun mirasçı olarak atanması veya çocuğa nafaka verilmesi tanıma niteliği taşımaz.
Tanıma beyanının, herhangi bir kişiye yöneltilmesi gerekli olmadığı için, beyanın varmasından da söz edilemez. Bu yönüyle, tanımanın hukuki sonuçlarını doğurabilmesi, ananın ya da çocuğun rızasına da bağlı değildir.
Tanıma beyanı herhangi bir süreye tabi değildir ve yenilik doğuran işlem niteliği tanımanın, kural olarak, şarta bağlı olarak gerçekleştirilmesine engel teşkil eder. Tanıma hakkından feragat de geçerli değildir (Dural/Öğüz/Gümüş, s.282-283).
Tanımanın hukuki sonuçlarını doğurabilmesi için birtakım geçerlilik şartlarına ihtiyaç bulunmaktadır. Bununla birlikte tanınan çocuğun, evlenmeleri yasak olan kişiler arasındaki ilişki neticesinde meydana gelmiş olması veya çocuğun zina neticesinde doğmuş olması tanınmaya engel teşkil etmez.
Tanımanın hukuki sonuç doğurmasını sağlayan geçerlilik şartları; ehliyet, şekil, çocuğun bir başka erkek ile soybağının bulunmaması olarak sayılabilir.
Geçerliliğin ilk şartı olan ehliyetten kastedilen, tanımanın bizzat baba tarafından gerçekleştirilecek olmasıdır. Yani yasal temsilcinin veya iradi temsilcinin tanıma beyanında bulunması mümkün değildir. Bununla birlikte tanıma beyanında bulunan kimsenin küçük veya kısıtlı olması durumunda velisinin veya vasisinin de rızasının aranması gerektiği unutulmamalıdır. Bu kısım TMK’nın 295. maddesinin 3. fıkrasında da hüküm altına alınmıştır.
İkinci koşul olan şekil, TMK’nın 295. maddesinin 2. fıkrasında da belirtildiği gibi nüfus memuruna veya mahkemeye yapılacak yazılı başvuru ile olabileceği gibi resmî senet veya vasiyetname düzenleme şeklinde de olabilir.
Tanımanın gerçekleşmesi için gerekli olan üçüncü koşul ise, çocuğun bir başka erkekle soybağının bulunmamasıdır. Bu durumda çocuğun evlilik, tanıma veya babalık hükmü ile bir başka erkeğe soybağı ile bağlı olması durumunda çocuğun bu kişi ile olan soybağının, soybağının reddi ya da tanımanın iptali davası ile ortadan kaldırılması gerekir. Aksi taktirde, çocuğun tanınması geçerli olmayacağı gibi, çocuk ile tanıyan arasında da soybağı ilişkisi kurulmaz.
Tanıma, çocuk yaşadığı sürece gerçekleştirilebileceği gibi, çocuğun ölümünden sonra tanınması da mümkündür. Hatta, çocuğun ana rahmine düşmesinden sonra, fakat doğumundan önce de tanınabileceği kabul edilmektedir. Çocuğun doğumdan önce tanınması hâlinde, tanımanın geçerliliği çocuğun sağ doğmasına ve doğum anında bir başka erkekle soybağının bulunmamasına bağlıdır (Dural/Öğüz/Gümüş, s.286).
Tanıma, kesin hükümsüzlük, irade sakatlığı, ilgili kişiler tarafından açılacak iptal davası ile geçersiz hâle gelebilir.
Buna göre; tanımanın yukarıda sayılan geçerlilik şartlarının eksik olması durumunda tanımanın kesin hükümsüzlüğü söz konusu olur.
Türk Medeni Kanunu tanıyanın tanıma beyanındaki irade sakatlıklarına dayanarak açacağı iptal davası ile tanımayı geçersiz hâle getirmesine olanak tanımıştır (Dural/Öğüz/Gümüş, s.287).
“Tanıyanın dava hakkı” başlıklı 297. maddesinde; tanıyanın, yanılma, aldatma veya korkutma sebebiyle tanımanın iptalini dava edebileceği, iptal davasının anaya ve çocuğa karşı açılacağı belirtilmiştir. Yanılmada; genetik baba hiç istemediği hâlde yanılmak suretiyle tanıma yönünde beyanda bulunur. Bunun yanında aldatma durumunda; bir hukuki işlemi gerçekleştirmek için irade açıklamasında bulunmasını sağlamak üzere gizleme veya uydurma şeklinde bir başkasının zihninde yanlış bir algı uyandırılması söz konusudur. Korkutma durumunda ise; genetik babanın kendisinin veya yakınlarının birinin hayatı, sağlığı veya namus ve onuruna yönelik pek yakın veya ağır bir tehlikenin var olduğu belirtilerek genetik babanın tanımaya zorlanması sağlanır.
Tanıyan babanın irade sakatlığı nedeniyle iptal davası açması üzerine yapılan yargılama neticesinde davanın baba lehine sonuçlanması, tanıyanın, çocuğun babası olduğu yönünde yanıldığını, atlatıldığını veya tehdit altında bulunması nedeniyle tanıma beyanını gerçekleştirdiğini ispatlamasına bağlıdır.
İptal davasının anaya ve çocuğa karşı açılacağı dikkate alındığında ikisi arasında zorunlu dava arkadaşlığının bulunduğu açıktır. İrade sakatlığı nedeniyle tanımanın iptali davası, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakkın dava yolu ile kullanılması anlamını taşır.
“İlgililerin dava hakkı” başlıklı 298. maddesinde; ananın, çocuğun ve çocuğun ölümü hâlinde altsoyunun, Cumhuriyet savcısının, Hazinenin ve diğer ilgililerin tanımanın iptalini dava edebilecekleri; davanın tanıyana, tanıyan ölmüşse mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir.
Tanımanın iptalini dava etme hakkı ilk planda, tanımanın hukuki statülerini doğrudan etkilediği ana ve çocuğa tanımıştır. Ana ve çocuğa tanınan hak, birbirinden bağımsızdır. Tanımanın iptalini dava etme hakkı, kişiye sıkı surette bağlı hak niteliği taşıdığı için, ana ya da çocuk sınırlı ehliyetsiz statüsünde bulunsalar dahi, yasal temsilcilerinin rızasına ihtiyaç duymadan dava hakkını kullanabilirler (TMK m. 16). Ana ya da çocuğun tam ehliyetsiz olması hâlinde ise, istisnai olarak, iptal davasının yasal temsilcileri tarafından açılabileceğini kabul etmek gerekir (Dural/Öğüz/Gümüş, s.287).
Çocuğun ölümü hâlinde, altsoyunun tanımanın iptalini dava edebileceği TMK’nın 298. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Buna göre, çocuk hayatta iken tanınmışsa, çocuğun ölümü hâlinde altsoyunun tanımanın iptalini talep edebilmesi, çocuğun iptal davası açma süresi geçmeden ölmesi ve çocuğun ölmeseydi tanımanın iptalini dava etme hakkını kullanacağının ispatlanması durumunda geçerli olur. Aksi taktirde çocuğun altsoyunun tanımanın iptali davası açma yetkisi bulunmamaktadır. Ancak çocuğun ölümünden sonra tanıma durumu mevcut ise bu durumda iptal davası açma hakkı altsoya ait bulunduğundan, Kanunda belirtilen hak düşürücü sürede tanımanın iptali davasını açabilirler.
Öte yandan Cumhuriyet savcısına da iptal davası açma hakkı verilmiştir. Buradaki amaç, soybağının belirlenmesinin kamu düzenine ilişkin olmasıdır. Yine Hazineye de dava hakkı tanındığı düşünüldüğünde, tanıma yoluyla kurulan soybağının gerçeği yansıtmaması durumunda Hazinenin mirasa yönelik menfaatinin etkilenmesinin önüne geçmek olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir.
TMK’nın 298. maddesinin 1. fıkrasında belirtildiği üzere, diğer ilgililerin de dava açma hakkı bulunmaktadır. Buradaki ilgili kavramı “tanımanın iptalinde menfaati olan” kişileri kapsamaktadır.
Tanımanın iptali davasının başarılı olabilmesi, davacının, tanıyanın baba olmadığını ispatlamasına bağlı tutulmuş olup, dava için belirli süreler öngörülmüştür. Bu konular TMK’nın 299. ve 300. maddelerinde düzenlenmiştir.
TMK’nın “İspat yükü” başlıklı 299. maddesi davacının, tanıyanın baba olmadığını ispatla yükümlü olduğu, ana veya çocuk tarafından tanıyanın baba olmadığı iddiasıyla açılan iptal davasında ispat yükünün, tanıyanın, gebe kalma döneminde ana ile cinsel ilişkide bulunduğuna ilişkin inandırıcı kanıtları göstermesinden sonra doğacağı hükme bağlandıktan sonra aynı Kanunun “Hak düşürücü süreler” başlıklı 300. maddesinde ise tanıyanın dava hakkının, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği, ilgililerin dava hakkının, davacının tanımayı ve tanıyanın çocuğun babası olamayacağını öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği, çocuğun dava hakkının, ergin olmasından başlayarak bir yıl geçmekle düşeceği, bu süreler geçtiği hâlde gecikmeyi haklı kılan sebebin bulunması durumunda sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabileceği öngörülmüştür.
Hak düşürücü sürelerin işlemesiyle ilgili olarak iki hususun belirtilmesi gereklidir. Birincisi, tanıyanın baba olmadığının öğrenilmesi, bu hususta kesin kanaate ulaşılmasını ifade eder. Tanıyanın babalığından şüphe duyulması, sürenin başlaması için yeterli olmaz. İkincisi, çocuğun altsoyunun iptal davası açması, çocuğun ölümü hâlinde mümkün olabildiği için, çocuğun altsoyu için hak düşürücü süreler, çocuğun ölümünün öğrenilmesinden itibaren başlayacaktır (Dural/Öğüz/Gümüş, s.291-292).
Yukarıda belirtildiği üzere soybağı davaları TMK’da sayma usulü ile belirlenmiştir. Bu davalar dışında soybağı davası açabilmek imkânı bulunmamaktadır.
Ayrıca 4721 sayılı TMK’nın 284. maddesine göre Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının uygulanması asıl olmakla birlikte, soybağına ilişkin davalarda hâkimin maddi olguyu resen araştırması, kanıtları serbestçe takdir etmesi ve ayrıca aynı maddenin ikinci fıkrasına göre soybağının belirlenmesinde zorunlu olan hâllerde sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma ve incelemelere tarafların ve üçüncü kişilerin rıza göstermeleri gereklidir.
4721 sayılı TMK’nın söz konusu düzenlemeleri dikkate alındığında, soybağı davalarının ilelebet açılabilmesini kabul etmemiş, belirli bir süre geçtikten sonra soybağı ile itirazları bir daha açılmamak üzere kapatılmasını yeğlemiştir. Onun için bu tür davalara hak düşürücü süreler getirilmiştir (HGK 07.03.2012 gün ve 2011/2-775 E., 2012/116 K. sayılı kararı).
Nüfus kayıt düzeltmesi davalarına gelince;
Kişisel durumlardaki değişikliklerin nüfus kaydında belirtilmesi ve doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi, “nüfus kayıtlarının düzeltilmesi” davalarının konusunu oluşturur (Özsunay, E.: Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, İstanbul 1982, s. 243). “Kayıt düzeltilmesi”, aile kütüğüne düşürülmüş nüfus kaydının bir kısmının “düzeltilmesi” veya “değiştirilmesi” dir (Nüfus Yönetmeliği m.143).
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35. maddesine göre; kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak, olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddi hatalar, nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.
Aynı Kanunun aile kütüklerinde bulunması gereken kişisel bilgilerin düzenlendiği 7. maddesinde, her mahalle veya köy için ayrı aile kütüğü tutulacağı ve bu aile kütüklerinde Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, kayıtlı bulunduğu il, ilçe, köy veya mahalle adı ile cilt, aile ve birey sıra numarası, kişinin adı ve soyadı, cinsiyeti, baba ve ana adı ile soyadları, evli kadınların önceki soyadları, doğum yeri ile gün, ay ve yıl olarak doğum tarihi ve kütüğe kayıt tarihi, evlenme, boşanma, soybağının kurulması veya reddi, ölüm, vatandaşlığın kazanılması veya kaybedilmesi gibi kişisel durumda meydana gelen değişiklik veya yetkili makamlarca yapılan düzeltmeler, dini, medeni hâli, yerleşim yeri adresi, fotoğrafı bulunacağı belirtilmiştir.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 38. maddesinde ise yukarıda 7’nci maddede sayılan aile kütüklerine tescil edilmesi gereken bilgilerden; dayanak belgesinde bulunduğu hâlde nüfus kütüklerine hatalı veya eksik olarak tescil edilen ya da hiç yazılmayan bilgiler veya mükerrer kayıtların maddi hata kapsamında değerlendirileceği, bu tür maddi hataların ise Genel Müdürlükçe ya da nüfus müdürlükleri tarafından düzeltileceği veya tamamlanacağı düzenlenmiştir (NHKUİ Yön. m. 79.).
Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun Uygulanması Hakkında Yönetmeliğin (NHKUİ) 80. maddesinin (ç) bendine göre, doğum veya ölüm raporuna göre düzenlenmiş olmak kaydıyla, yurt içinde doğum veya ölüm tutanaklarının düzenlenmesinde maddi bir hata olması ve doğum ya da ölüm raporunun aslının ibraz edilmesi hâlinde yapılacak değerlendirme sonucunda adı, soyadı, ana ve baba adı, cinsiyet, doğum yeri, doğum tarihi, evlenme tarihi ve ölüm tarihinde gerekli düzeltme işlemi yapılacaktır.
Dayanak belgelerindeki bilgilerin aile kütüklerine işlenmesi sırasında yapılmış bir maddi hata söz konusu değil ise, aile kütüğünün herhangi bir kaydında düzeltme veya değişiklik ancak mahkeme kararı ile yapılabilecektir.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35. maddesinde “kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez…” ibaresi yer aldığından, herhangi bir sınırlama olmaksızın nüfus kütüğünde mevcut her kaydın düzeltilmesinin istenebileceği kuşkusuzdur.
Önemle vurgulanmalıdır ki zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir (YHGK 11.2.1998 gün ve 1999/2-87 E., 1998/77 K. sayılı kararı). Şu durumda zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın açılabilen nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada resmî kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi tanık da dinlenebilecektir (Özsunay, s. 244; Öztan, B.: Şahsın Hukuku Hakiki Şahıslar, Ankara 1997, s. 210). Ancak Nüfus Kanunu’nun 47’nci maddesince yapılan tanımlamalara göre kişisel durumlarda ortaya çıkan “değişiklikler” için mahkeme kararına gerek bulunmamaktadır (TKM m.40, Nüfus Kanunu m.48). Buna karşılık, nüfus kütüklerindeki “doğru olmayan kayıtların” düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur (TKM m.38, Nüfus Kanunu m.11).
İşte bu noktalarda, nüfus kütüğünde yer alan “doğru olmayan kayıtlar”, ilgilileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından açılacak olan “kayıt düzeltme davası” ile gerçek durumuna uygun hâle getirilebilir ki, bu dava uygulamada “nüfus kaydının düzeltilmesi davası” olarak adlandırılmaktadır.
Nüfus Kanunu’nun 46. maddesinde “yaş, ad, soyadı ve diğer kayıt düzeltme davaları…” ibaresi yer aldığından, herhangi bir sınırlama olmaksızın nüfus kütüğünde mevcut her kaydın düzeltilmesinin istenebileceği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklanan hususlar dikkate alındığında soybağı davaları ile nüfus düzeltim davaları arasında davanın tarafları, dava açması süresi ve ispat kuralları bakımından ciddi ayrımlar bulunduğu açıktır (Hukuk Genel Kurulunun 30.09.2015 gün ve 2014/2-226 E., 2015/2029 K.; 13.11.2013 gün ve 2013/18-354 E., 2013/1554 K.; 07.03.2012 gün ve 2011/2-775 E., 2012/116 K. sayılı kararları).
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde;
Davacılar vekili 1945 doğumlu davalı ...’ın gerçek babasının .... olmasına karşın davacıların vefat eden babaları .... ve ....oğlu .... ....’ın nüfusuna kaydedildiğini, davalının asıl babasının .... ve.... oğlu .... (....) .... olduğunu iddia ederek, nüfus müdürlüğünün hatalı işleminin değiştirilmesini ve davalı ...’ın baba hanesinde yazılı bulunan .... ve ....oğlu 1926 doğumlu .... isminin .... ve.... oğlu .... olarak düzeltilmesini talep etmiştir.
Çocuk ile ana baba arasında soybağının ne şekilde tespit edileceğini Kanun düzenlemiştir. Yukarıda izah edildiği üzere çocuk ile ana arasındaki soybağı doğumlu, babası ile arasındaki soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur (TMK m. 282/1-2). Esasen soybağına ilişkin ihtilaflarda, kişisel durumla ilgili nüfus kaydında yer alan bilgi “doğru” olarak doğmuş ve nüfusa tescil edilmiştir. Davalı ..., 10.04.1945 tarihinde doğmuş, 06.05.1947 tarihinde nüfusa tescil edilmiş, annesi ....'nin .... ve ....oğlu .... .... ile 1954 yılında evlenmesi sonucunda .... ile soybağı ilişkisi kurulmuştur. Bu doğru kayıt, daha sonra açılacak bir dava ile (soybağının reddi veya sonradan evlenme yoluyla soybağına itiraz veya tanımaya itiraz veya tanımanın iptali veya af kanunu ile yapılan nesep düzeltmeye itiraz) ile teknik olarak yanlışlığa dönüştürülmektedir.
Nüfus kayıt düzeltim davası ise, sicilde meydana gelen bir yanlışlığın düzeltilmesi amacını taşır. Nüfus kayıt düzeltim davalarında, resmî sicilin belgelediği olgunun doğru olmadığı, baştan itibaren yanlış olarak kütüğe geçirilmesi söz konusudur. Böyle bir dava sonucunda, kaydının düzeltilmesi istenen kişinin o tarihe kadar kayıtlı olduğu haneden çıkıp, başka bir haneye tescil edilecek olması da davayı soybağı davası hâline dönüştürmeyecektir. Nüfus kayıt düzeltim davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olup, her türlü delil ile ispatlanabilen davalardır ve süreye bağlı olmadan açılabilecektir.
O hâlde; eldeki uyuşmazlıkta davacıların talebi, anne ile evlilik sonucu baba ile soybağı ilişkisi kurulan davalı ... yönünden soybağının reddi davasıdır. Dava kabul edildiğinde, nüfusta kayıtlı olduğu baba .... ile olan soybağı ilişkisi ortadan kalkacak, evlilik dışı doğum olması ile anne ....’nin kızlık hanesine kayıt olacaktır. Bu da nesebi etkilediği gibi elbetteki mirasçılık durumunu da etkileyecektir. Bu nedenle kanun koyucu soybağı davalarını belirli sürelerde açılması koşuluna bağlamış, daha özel nitelikte olan aile mahkemesinin bakmasını öngörmüştür.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davalı ... tarafından soybağının tespiti ve baba adının .... olarak düzeltilmesi istemiyle açılan bir karşı davanın bulunmadığı, nüfus sicilinin düzeltilmiş olmasının hısımlık ve mirasçılığa ilişkin kanuni sonucu ortaya çıkacağı, bu kanuni sonucun nüfus kaydının düzeltilmesi davasını soybağının düzeltilmesi davasına dönüştürmeyeceği, dava dilekçesinin içeriği, ortada objektif dava birleşmesinin bulunmayışı, nüfus kaydının kanuni sonuçlarının tartışma konusu edilmemesi birlikte değerlendirildiğinde, nüfus kaydındaki ilk hatanın düzeltilmesinin talep edildiği, bu durumda davanın nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak nitelendirilmesinin doğru olacağı ve davaya bakma görevinin asliye hukuk mahkemesine ait olduğu belirtilerek yerel mahkeme direnme kararının bozulması gerektiği ve davada iki talebin bulunduğu, taleplerden ilkinin davalı ...’in kayden babası görünen ancak aslında amcası olan ....’in hanesindeki kaydın iptali olduğu, bu durumda davanın nüfus kaydının düzeltilmesi davası niteliğinde bulunduğu, taleplerden ikincisinin ise davalı ...’in biyolojik babası olduğu iddia edilen ....’ın hanesine kaydedilmesine yönelik bulunduğu ve davanın soybağı, diğer bir anlatımla babalık davası olarak kabul edilmesi gerektiği, diğer bir anlatımla elde iki farklı davanın yer aldığı, soybağı davasının nüfus kayıtlarına göre sonuçlandırılacağı, her iki davanın birlikte yürütüldüğü durumda bu koşulun oluşmayacağı, buna göre nüfus kaydının düzeltilmesi davasının asliye hukuk mahkemesinde, soybağı davasının ise aile mahkemesinde görülmesinin daha isabetli olacağı belirtilerek yerel mahkeme direnme kararının ilaveli nedenle bozulması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Hâl böyle olunca, Yerel Mahkemece görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi değil aile mahkemesi olduğu ve kamu düzenine ilişkin olan bu hususun resen dikkate alındığı belirtilerek verilen direnme kararı yerindedir.
Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilâm harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440’ıncı maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.10.2018 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.