HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜREDEN SONRA AÇILAN İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ISLAHLA ALACAK DAVASINA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR

HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜREDEN SONRA AÇILAN İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ISLAHLA ALACAK DAVASINA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR

T.C.

Yargıtay

3. Hukuk Dairesi         

2017/9113 E. 

2019/5468 K.

    MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

    Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Davacı; dava dışı site yönetimi ile aralarında 31/05/2001 başlangıç ve 31/12/2010 bitiş tarihli kira sözleşmesinin düzenlendiğini, taşınmazı pide fırını olarak işletmek üzere kiraladığını; kendisinin de taşınmazı davalıların murisi …’ya 15/05/2003 tarihli alt kira sözleşmesiyle, 3 yıl süreyle kiraya verdiğini, site yönetiminin bilgisi ve oluru dahilinde pide fırınının işletme hakkının davalıların murisi alt kiracıya geçtiğini; işletmeyi kiraya verirken ruhsatını devretmediğini, elektrik, su aboneliklerinin kendisi üzerine devam ettiğini, kiralanan pide fırının işletilmesi esnasında kaçak elektrik kullanıldığından bahisle abone olarak hakkında işlem yapıldığını, elektrik dağıtım şirketi tarafından tahakkuk ettirilen kaçak elektrik fatura bedelinin tahsili amacıyla hakkında icra takibi başlatıldığını, borcun tamamını kendisinin ödediğini, davalıların borcu ödemekten kaçındığını, ödenen bedelin davalılardan rücuen tahsili amacıyla davalılar aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalıların haksız ve kötüniyetli itirazı nedeniyle takibin durduğunu ileri sürerek; itirazın iptali ile takibin devamına, davalılar aleyhine icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş; 16/07/2015 tarihli dilekçesi ile açmış olduğu itirazın iptali davasını alacak davası olarak ıslah ettiğini bildirmiştir.
    Davalılar; davacının alacaklı olduğu iddiası ile aynı konuda , aynı iddialarla iki ayrı takip başlattığını, ilk takipten sonra itirazın iptali veya itirazın kaldırılması davası açılmadan ikinci takibin başlatılamayacağını, davaya konu ikinci takibin mükerrer takip olduğunu, davanın 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığını, icra dairesinin yetkisiz olduğunu, açılan davanın yasal dayanağının bulunmadığını, kira alacağından kaynaklanan alacağın 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, babaları müteveffanın davacıya herhangi bir borcunun bulunmadığını, iddia edilen şekilde kira ilişkisinin de bulunmadığını savunarak; davanın reddini istemişlerdir.
    Mahkemece; davacının, davalıların murisi ile aralarında kira sözleşmesinin düzenlendiğini iddia etmiş olsa da bu hususta dosyaya kira sözleşmesini ibraz edemediği, dosyaya sunulan kaçak tespit tutanağında davalıların murisinin imzasının bulunmadığı, dolayısıyla kaçak elektriğin bahse konu kişi tarafından kullanıldığına dair kesin bir delil bulunmadığı, aynı alacak için mükerrer icra takibi yapılamayacağı, davanın 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı, kira alacağından kaynaklanan alacakların 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçeleriyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Dava; abone adına tahakkuk ettirilen kaçak elektrik fatura bedelinin fiili kullanıcı (kiracı) olduğu iddia edilen kişiden rücuen tahsili istemine ilişkindir.
    1-) Mahkemenin görevi belirlenirken, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hangi hukuki sebebe dayandığının tespiti gerekmektedir.
    Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re’sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nun 4/1-a maddesinde, Sulh Hukuk Mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanun’una göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları görürler, hükmüne yer verilmiştir.
    Somut olayda; mahkemece, davacı tarafından iddia edilen kira ilişkisinin ispatına yönelik kira sözleşmesinin dosyaya sunulmadığı, bu sebeple kira ilişkisinin ispat edilemediği belirtilmesine rağmen, zaman aşımı yönünden kira ilişkisinin varlığı kabul edilerek yargılama yapılıp, usülden ve esastan hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    O halde, mahkemece; görevle ilgili düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olduğu dikkate alınarak, öncelikle davacı ile davalıların murisi arasında kira ilişkisinin bulunup bulunmadığı tespit edildikten sonra, görevli olup olmadığı değerlendirilip, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
    2-) Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 176 ve devamı maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş olup, 176. maddede, davanın her iki tarafının yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurabileceği; 177/1. maddede ise, ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Yine, mülga 1086 sayılı HUMK’un 84. maddesi de aynı mahiyettedir.
    Somut olayda; davacı vekili, 16/07/2015 havale tarihli dilekçesi ile nihai hüküm tesis edilmeden önce, yargılama devam ediyor iken, tam ıslaha ilişkin yasal hakkını kullanmış olup, açılan itirazın iptali davasını alacak davası olarak ıslah ettiğini, asıl alacak miktarını 1.048,56 TL artırarak, 8.100,00 TL den 9.148,56 TL ye yükselttiğini belirtmiştir. Davacının, usul ekonomisi ilkesine de esasen uygun düşen ıslah hakkını kullanması; usül ve yasaya uygundur. Mahkemece, davacı vekilinin bu istemi hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemiş olması doğru görülmemiştir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.11.1997 tarih ve 19-761/999 sayılı ilamında da, bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan itirazın iptali davasının ıslah yolu ile alacak davasına dönüştürülmesinin ve alacak davası olarak karara bağlanmasının mümkün ve geçerli olduğu belirtilmiştir.
    Hal böyle olunca, mahkemece; davacının ıslah beyanıyla ilgili olumlu, olumsuz bir karar verilmesi ve hasıl olacak sonuç dairesinde hüküm tesisi gerekirken, bu hususta herhangi bir karar verilmeksizin, davanın itirazın iptali davası olarak görülüp, yazılı şekilde bir yıllık hak düşürücü süreden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
    Kabule göre de;
    3-) TBK.’nın 146.maddesi ( 818 sayılı BK md. 125) ; ” Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. ” hükmüne amirdir.
    Zamanaşımı süresi işlemeye başladıktan sonra, borçlunun veya alacaklının bazı eylem ve işlemleri zamanaşımı süresinin işlemesini haklı olmaktan çıkarabilir ya da yeniden bu sürenin başlaması sonucunu doğurabilir. İşte bu hallerde zamanaşımının durması ve kesilmesinden söz edilebilir.
    Zamanaşımını kesen sebepler BK’nın 133-136. maddelerinde ( TBK. m.154-157) düzenlenmiş olup, BK’nun 133/2.( TBK. 154/2) maddesi uyarınca borçlu aleyhine icra takibi başlatılması halinde, zamanaşımı süresi kesilir ve alacağın takibine ilişkin her işlemden sonra yeniden işlemeye başlar.
    Somut olayda; mahkemece, dava konusu alacak kira alacağı olarak kabul edilip, kira alacağının 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davanın aynı zamanda zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Oysa, dava konusu alacak, Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinde belirtilen kira bedeli alacağı olmayıp, davalıların sorumlulukları sözleşme kapsamında değerlendirileceğinden, genel zamanaşımı süresi olan TBK’nın 146. Maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektirir.
    Hal böyle olunca, mahkemece; davanın on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alınarak, işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi de doğru görülmemiştir.
    4-) Bundan ayrı, HMK’nın 142. maddesine göre; ” Ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra, hakim tahkikata başlamadan önce, hak düşürücü süreler ile zamanaşımı hakkındaki itiraz ve def’ileri inceleyerek karara bağlar.”
    HMK’nın 142. maddesi uyarınca, zamanaşımı def’inin tahkikate başlamadan önce çözümlenmesi, varlığının kabulü halinde de işin esası hakkında karar verilmemesi gerekir. Anılan düzenlemelere göre bir davanın hem zamanaşımından hem esas yönünden reddi usul kurallarına aykırıdır.
    O halde, mahkemece; davanın hem zamanaşımından hem de esastan reddine karar verilmiş olması da doğru görülmemiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.