HAKİMİN TECRÜBESİZLİK İLE YAPTIĞI USUL HATASI GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇUNU OLUŞTURMAZ

HAKİMİN TECRÜBESİZLİK İLE YAPTIĞI USUL HATASI GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇUNU OLUŞTURMAZ

TC

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

2016/981 E.

2019/490 K.

    "İçtihat Metni"

    Kararı veren
    Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
    Mahkemesi :Ceza Dairesi
    Günü : 23.03.2016
    Sayısı :1-2

    Sanık ...’in görevi kötüye kullanma suçundan beraatine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen hükmün, katılanlar vekili ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 16.06.2016 tarihli ve 9 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kuruluna gönderilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
    Sanık hakkındaki hükmün bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilmiş olması nedeniyle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca temyiz incelemesi, 1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan hükümlerine göre yapılmıştır.
    İncelenen dosya kapsamına göre;
    Sanık ...'in olay tarihinde Çorlu İcra Hukuk Mahkemesi hâkimi olarak görev yaptığı ve 31.12.2011 tarihi itibarıyla birinci sınıfa ayrıldığı,
    Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca 15.04.2015 tarih ve 3300-1107-88 sayı ile; olay tarihinde Çorlu Hâkimi olarak görev yapan sanığın, borçlu Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Pazarlama Ticaret A.Ş.'nin konkordato mühleti talebine ilişkin Çorlu İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/94 esasına kayden görülen davada kanun ve yönetmeliklere aykırı işlemler tesis ederek katılan şirketlerin mağduriyetine neden olduğu,
    Bu kapsamda;
    A) Borçlu şirket tarafından iflasın ertelenmesi talebiyle İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesine 2007 yılında açılan davada "Alacaklıların menfaatini korumak için" 16.11.2007 tarihinde verilen ihtiyati tedbir kararının, alacaklıların talebi üzerine aradan dört yıl gibi bir süre geçtiği de dikkate alınarak 28.12.2011 tarihinde kaldırılmasından sonra, kötü niyetli olarak müteaddit defa yeniden tedbir kararı isteyen borçlu şirketin talebinin kabul edilmemesi nedeniyle, borçlarını ödemekten kaçınmak amacıyla şirket merkezini 23.02.2012 tarihinde Çorlu'ya taşıyarak buna ilişkin 05.03.2012 tarihli ilanın yapılmasının hemen akabinde 09.03.2012 tarihinde Çorlu İcra Hukuk Mahkemesine konkordato mühleti verilmesi talebiyle yaptığı başvuruyu kabul ederek "Alacaklılar yararına şirket aktiflerinin korunması" gerekçesiyle icra İflas Kanunu'nun 290. maddesinde tanınan yetkiyi aşıp;
    1) Davacı (borçlu) şirket hakkında 6183 sayılı Kanun'a göre yapılan, yapılmış olan ve daha sonra yapılacak takipler de dâhil olmak üzere (İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesinde belirtilen birinci sıradaki alacaklar ve rehinli takipler hariç) tüm icra ve iflas takiplerinin durdurulması, yeni takip yapılmaması,
    2) Borçlu şirkete ait iş yerinin doğmuş borçlarından dolayı elektrik, su, doğalgaz, telefon gibi zorunlu ihtiyaçlarının kullanıma kapatılmasının durdurulması,
    3) Haczedilen, muhafaza altına alınan ve şirketin faaliyet alanında kullanılan tesis, eşya, teçhizat, büro malzemeleri ve demirbaşların borçlu şirket yetkililerine yediemin olarak teslimi,
    4) Davacı (borçlu) şirketin mal varlığı olan gayrimenkullerin ve araçlarının üçüncü kişilere devir ve temliklerinin önlenmesi,
    5) Davacı (borçlu) şirketin üçüncü kişilerde bulunan hak ve alacakları üzerine İcra ve İflas Kanunu’nun 89 ve diğer maddeleri gereğince konulan haciz ve haciz ihbarnamelerinin kaldırılması,
    6) Davacı (borçlu) şirket üzerine kayıtlı araçlar üzerine konulan yakalama kararlarının kaldırılması,
    7) Leasing (Finansal Kiralama) yoluyla alınmış menkullerle ilgili muhafaza işlemi yapılmaması,
    8) Rehinle temin edilmiş olan alacaklar için rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılmaması mümkün ise de; bu takipler yoluyla muhafaza tedbirlerinin alınmasının ve rehinli malın satışının durdurulması,
    Yönünde ihtiyati tedbir kararı verdiği,
    B) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 390. maddesinin üçüncü fıkrasındaki; tedbir talep edenin, talep ettiği tedbirin türünü belirtmekle yükümlü olduğuna ilişkin hüküm karşısında, borçlu şirketin tedbir istemli dilekçesinde tedbirin türü ve kapsamını açıkça belirtmemesine rağmen aynı Kanun'un "Taleple bağlılık ilkesi" hakkında düzenleme getiren 26. maddesine aykırı davranarak alacaklılar tarafından her türlü takip yapılmasını engelleyecek şekilde oldukça geniş bir ihtiyati tedbir kararı verdiği,
    C) 03.04.2012 tarihinde şirketin rayiç değerinin tespiti konusunda Hikmet Rende, Emrah Kösal Zengin, Adem Emer ve Erman Arkan'ın bilirkişi olarak görevlendirilerek bu kişilere 1.500TL bilirkişi ücreti takdir edilmesine rağmen bu avansın ödenmesi için davacı tarafa süre vermediği gibi, 6100 sayılı Kanun’un 267. maddesine aykırı olarak bilirkişileri Antalya ilinden seçtiği,
    D) Manavgat'ta bulunan otelin rayiç değerinin tespiti amacıyla usulüne uygun keşif yapılması için yetkili Manavgat İcra Hukuk Mahkemesine talimat ve istinabe müzekkeresi yazmak yerine Antalya'da görev yapan bilirkişileri doğrudan görevlendirdiği,
    E) 03.04.2012 tarihinde bilirkişilerin görevlendirilmesi üzerine 04.05.2012 tarihinde bilirkişiler tarafından raporun sunulduğu, ancak raporun sunulduğu tarihten önce dosyanın bilirkişilere teslim edildiğine ve yeminlerinin hatırlatıldığına dair bir belgenin dosyada bulunmadığı, bu hususun katılanlar tarafından 07.05.2012 tarihli tutanakla tespiti üzerine 09.05.2012 tarihinde bu eksiklikleri tamamladığı, bu şekilde kanun ve yönetmeliklere aykırı işlemler tesis ederek katılan şirketlerin mağduriyetine neden olduğu belirtilerek TCK’nın 257/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 89 ve 90. maddeleri uyarınca hakkında son soruşturmanın yetkili mercide açılıp yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunulduğu,
    Tekirdağ 1. Ağır Ceza Mahkemesince 28.05.2015 tarih ve 76-129 sayı ile; iddia, katılan beyanları, HSYK 2. Dairesinin 26.02.2015 tarihli ve 177-89 sayılı kovuşturma izni verilmesine dair kararı, HSYK Genel Sekreterliğinin 30.04.2015 tarihli cevabi yazısı, Çorlu İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/94 esas sayılı dosyası ile tüm dosya kapsamı nazara alındığında; sanığın olay tarihinde Çorlu İcra Hukuk Mahkemesi hâkimi olduğu, katılan şirketlerin alacaklı oldukları Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Pazarlama Ticaret A.Ş’nin konkordato mühleti talebine ilişkin olarak Çorlu İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/94 sayılı esasına kayden görülen davada kanun ve yönetmeliklere aykırı işlemler tesis edilerek katılan şirketlerin mağduriyetine neden olacak şekilde değişik konu ve nitelikte ihtiyati tedbir kararları verdiğine yönelik iddiaları, şirketin rayiç değerinin tespiti konusunda görevlendirilen bilirkişilere 1.500TL ücret takdir edilmesine rağmen bu avansın ödenmesi için davacı tarafa süre vermediği gibi 6100 sayılı Kanun’un 267. maddesine aykırı olarak bilirkişileri Antalya ilinden seçtiğine yönelik iddialar, Manavgat’ta bulunan otelin rayiç değerinin tespiti amacıyla usulüne uygun keşif yapılması için yetkili Manavgat İcra Hukuk Mahkemesine talimat ve istinabe müzekkeresi yazmak yerine Antalya'da görev yapan bilirkişileri doğrudan görevlendirdiğine yönelik iddialar, 03.04.2012 tarihinde bilirkişilerin görevlendirilmesi üzerine 04.05.2012 tarihinde bilirkişiler tarafından raporun sunulduğu, ancak raporun sunulduğu tarihten önce dosyanın bilirkişilere teslim edildiğine ve yeminlerinin hatırlatıldığına dair herhangi bir belgeye dosya kapsamında yer verilmediği, bu hususun katılanlar tarafından 07.05.2012 tarihli tutanak ile tespiti üzerine 09.05.2012 tarihinde bu eksiklikleri tamamladığına dair iddialar ve deliller birlikte değerlendirildiğinde sanığın 31.12.2011 tarihi itibarıyla birinci sınıfa ayrılmış olmasıda nazara alınarak 2802 sayılı Kanun’un 90. ve 91. maddeleri delaletiyle 5237 sayılı TCK’nın 257/1 ve 53/1-2. maddeleri uyarınca görevi kötüye kullanma suçundan yargılanmak üzere, Yargıtay görevli Ceza Dairesi nezdinde kovuşturmanın (son soruşturmanın) açılmasına karar verildiği,
    HSYK 3. Dairesince 01.04.2014 tarih ve 2014/2618/2 sayı ile; sanık hakkında soruşturma yapılmak üzere 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 82. maddesi gereğince soruşturma izni verilmesi konusunda kurul başkanına teklifte bulunulmasına karar verildiği ve kurul başkanınca 15.04.2014 tarihinde teklife olur verildiği,
    HSYK 2. Dairesince 26.02.2015 tarih ve 177-89 sayı ile; sanığa isnat olunan eylemlere ilişkin soruşturma dosyasının incelenmesi sonucunda, soruşturmaya konu edilen eylemler nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğünden düzenlenecek iddianame ile birlikte Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesine verilmek üzere soruşturma evrakı aslının 2802 sayılı Kanun’un 89. maddesi gereğince o yer Cumhuriyet savcısına gönderilmesine karar verildiği,
    Borçlu Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Paz. Tic. A.Ş. vekilinin talebi üzerine Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oğuz Atalay tarafından düzenlenen ve Çorlu İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/94 esas sayılı dosyasına sunulan "Uzman görüşü hukuki mütalaa" başlıklı ve bila tarihli rapora göre; konkordato talebine ilişkin olarak İcra ve İflas Kanunu’nun 285/3. maddesindeki düzenlemenin "Konkordato talebi üzerine icra mahkemesi, gerekli gördüğü takdirde, borçlunun malvarlığının muhafazası için 290. maddenin ikinci fıkrasındaki tedbirleri emreder." hükmünü içerdiği, 4949 sayılı Kanun’la getirilen bu hükme ilişkin olarak Hükümet gerekçesinde herhangi bir açıklama bulunmadığı, burada kanun koyucunun, borçlunun alacaklılara zarar verici ve mevcudu azaltıcı nitelikte olduğu peşinen kabul edilen bazı işlemleri yapmasının engellenmesi iradesinin varlığının tartışmasız olduğu, ancak kanun koyucunun bu hükmü, borçlunun tasarruf yetkisinin kısıtlanması yönündeki tedbirden başka bir ihtiyati tedbire karar verilmemesi gerektiği yönündeki bir iradenin sonucu olarak getirdiğini söylemenin mümkün olmadığı, nitekim anılan düzenlemede, "Sadece", "Yalnızca" ya da "Ancak" şeklinde sınırlayıcı bir ifadenin yer almadığı, kanunda özel bir hükümle açık bir yasaklama getirilmediği sürece o konuda genel hükümlerin geçerli olacağının kural olarak kabul edildiği, İcra ve İflas Kanunu’nun 285/3. maddesindeki düzenlemeyle konkordato talebi üzerine mahkemenin hangi tedbiri emredeceği düzenlenirken hukuk sisteminde mevcut diğer hükümlere dayanılarak verilmesi mümkün olan başka tedbir türlerini yasaklayan açık bir ifade kullanılmadığı ve özellikle hukuk sistemimizde yer alan ihtiyati tedbirlere ilişkin hükümlerin (HMK’nın 389 ve devamı maddeleri) amaca uygun yorum yöntemiyle uygulanmasının her zaman mümkün olduğu, kanun koyucunun, konkordato talebinin incelenmesi aşamasında, takip yasağına ilişkin bir ihtiyati tedbir kararı verilmesini engellemek istemesi hâlinde bu konuda açık bir düzenleme yaparak yasaklayıcı hükmü getirebileceği, böyle bir yasaklama olmadığına göre, konkordato (ya da mühlet) talebine ilişkin çekişmesiz yargı faaliyeti sırasında, HMK’nın 389 ve devamı maddelerinde yer alan genel hükümler çerçevesinde, icra mahkemesi tarafından, borçluya karşı başlamış olan takiplerin durdurulması ve yeni takip yapılmasının yasaklanması için ihtiyati tedbir kararı verebileceği,
    Katılanlar... Elektrik Mühendislik San. ve Tic. Ltd Şti, Platform Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti, Tre Tasarım Restorasyon Mimarlık İnşaat Turizm San. Tic. Ltd. Şti ve Şeker Finansal Kiralama A.Ş. vekili talebi üzerine Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Avukat Talih Uyar tarafından düzenlenen ve aynı dosyaya ibraz edilen "Uzman görüşü" başlıklı ve bila tarihli rapora göre; merkezi İstanbul’da bulunan Salkım Turizm Yatırımları İnş. Pazarlama Tic. A.Ş.’nin İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açmış olduğu iflasın ertelenmesi davası sonucunda Mahkemece verilen iflasın ertelenmesi kararının Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 18.11.2009 tarihli ve 7762-10872 sayılı kararı ile bozulmasından sonra Mahkemece 16.11.7007 tarihinde verilmiş olan "Davacı borçlu-şirket hakkındaki takiplerin durdurulmasına ve yeni takip yapılmamasına" dair ihtiyati tedbir kararının 28.12.2011 tarihinde kaldırıldığı, bu karardan dönülüp tekrar "Takip yasağı"nı öngören yeni bir ihtiyati tedbir kararı verilmesi konusundaki davacı-borçlu şirketin talebinin, Mahkemece "Dört yılı aşkın uygulanan tedbir kararı, iflasın ertelenmesi müessesinin amacı, karşılıklı olarak alacaklılarının hak ve menfaatlerinin de korunması gerektiği, alacaklıların büyük bölümünün tedbir kararına itirazlarının devam ettiği gözetilerek kaldırılmış olup, 28.12.2011 tarihli ara kararından rücu edilmesini gerektirecek bir durum görülmediğinden, yeniden ihtiyati tedbir kararı verilmesi yönündeki davacı borçlunun taleplerinin reddi gerekmiştir." gerekçesiyle 03.01.2012 tarihinde reddedildiği, davacı-borçlu şirketin bu ret kararından sonra 06.01.2012 ve 09.01.2012 tarihlerinde yeniden "Tedbir kararı" verilmesini istediği, ancak bu taleplerin de aynı Mahkemece 12.01.2012 tarihinde reddedildiği, davacı-borçlu şirketin "İflasın ertelenmesi" davasına bakan İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin verdiği bu ret kararından sonra şirket merkezini Çorlu’ya nakledip, Çorlu İcra Mahkemesine 09.03.2012 havale tarihli dilekçeyle başvurarak İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve 286. maddeleri uyarınca konkordato mühleti verilmesini istediği, davacı borçlu şirketin bu dilekçesinde "İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesindeki iflasın ertelenmesi" talebi ile ilgili davanın devam ettiğini, anılan Mahkemece daha önce verilmiş olan "Takip yasağı"na ilişkin tedbir kararının kaldırıldığını, yeniden tedbir kararı verilmesi konusundaki taleplerinin ise üç kez reddedildiğini belirtmeden yalnızca dava dilekçesinin 5. maddesinde "Müvekkilimiz şirketin bir süredir iflasın ertelenmesi talepleri ile şirketi idare etme çabası da oluşan olumsuzlukları bugüne kadar bertaraf etme imkânı vermemiştir." şeklinde açıklamada bulunduğu, uygulamada kendi ikametgâhının ya da merkezinin bulunduğu yer itibarıyla yetkili ve görevli mahkemeden istediği doğrultuda karar alamayan borçluların bu olayda olduğu gibi kendi istekleri doğrultusunda karar almayı ümit ettikleri yere ikametgâhlarını ya da merkezlerini nakledip buradaki mahkemelere başvurarak şanslarını denediklerinin bilinen bir gerçek olduğu, ancak bu şekilde yapılan başvuruların dürüstlük kuralı ile bağdaşmaması yani "Hakkın kötüye kullanılması" sayılması nedeniyle reddedilmesinin gerektiği,
    Dava konusu olayda Mahkemenin duruşma yapıp, hem borçluyu hem de alacaklıları duruşmada dinlemeden yalnızca borçlu şirket temsilcisine İcra ve İflas Kanunu’nda, aynı Kanun’un Tatbikatına Dair Nizamname’de ve İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliği’nde hiçbir şekilde öngörülmediği hâlde duruşma dışında dinleyip, ifadesini "Sorgu Tutanağı" başlıklı belge ile tutanağa geçirerek davacı borçlunun anılan mevzuata aykırı talebini kabul ettiği, borçlunun konkordato tekliflini ilan dahi etmeden 09.03.2012 tarihli "Ek Tensip Tutanağı" ile "Tüm icra iflas takiplerinin bilirkişi incelemeleri tamamlanıncaya kadar tedbiren durdurulmasına ve yeni takip yapılmamasına" karar verdiği, ancak Mahkemenin vermiş olduğu takip yasağına ilişkin ihtiyati tedbir kararının İcra ve İflas Kanunu’nun konkordatoya ilişkin özellikle 285-290. maddelerinin açık hükümlerine aykırı olduğu,
    Mahkemenin borçlu Salkım Turizm Yatırımları İnş. Pazarlama Tic. A.Ş. hakkında vermiş olduğu 13.03.2012 tarihli tedbir kararının İcra ve İflas Kanunu’nun 286/1 hükmüne de açıkça aykırı olduğu, icra mahkemesinin konkordato talebini basit yargılama usulüne göre incelediğini ve konkordato mühletinin verilme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştırıp bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırarak ya konkordato mühleti verilmesine veya konkordato talebinin reddine karar verdiği, somut olayda borçlu şirketin başvurusunun Mahkemece herhangi bir basit dava olarak algılanıp davacının talebi üzerine İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve devamı maddelerinde öngörülmediği hâlde konkordato mühleti verilmeden takip yasağına ilişkin tedbir kararına hükmedilmesinin konkordato kurumunun yapısına aykırı olduğu,
    İcra ve İflas Kanunu’nda ancak açıkça atıf yapılan durumlarda Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin İcra ve İflas Hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanabileceği, İcra ve İflas Kanunu’nun konkordatoya ilişkin 285-308. maddelerinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ihtiyati tedbire ilişkin hükümlerine atıf yapılmamış olduğu için icra mahkemesinde çözümlenecek konkordatoya ilişkin uyuşmazlıklarda ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği,
    Mahkemece İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve devamı maddelerinde öngörülmediği hâlde borçlunun dava dilekçesindeki talebi doğrultusunda Kanuna aykırı olarak verilmiş olan takip yasağına ilişkin tedbir kararının, hâkimin hukuki sorumluluğunun düzenlendiği Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinin, "Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması" şeklindeki 1-c bendi kapsamına giren bir işlem teşkil ettiği,
    Mali Müşavir Bilirkişi Erman Arkan tarafından düzenlenen 13.03.2012 tarihli ön bilirkişi raporuna göre; davacı şirketin 31.12.2011 tarihi itibariyle aktifin pasife oranının %80,79; 31.12.2012 tarihi itibarıyla da aktifin pasife oranının %80,70 olduğu, sunulan plan ve proje ile borçlarını ödeyebileceği, alacaklılarını ızrar kastının olmadığı,
    HSYK 3. Dairesince sanık hakkındaki şikâyet üzerine kanaat içeren fezlekeli evrak düzenlenmesi için görevlendirilen İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Hâkimi Belma Aydın tarafından düzenlenen 06.02.2014 tarihli fezlekeye göre; sanık tarafından yapılan usulü işlemler ve verilen ihtiyati tedbir kararının Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve İcra ve İflas Kanunu hükümlerine aykırılık teşkil ettiği, fahiş hatalar yapıldığı, ancak sanığın kasten hareket ettiğine dair delil bulunmadığı, sanığın gerekli dikkat ve özeni göstermediği, bilgi ve araştırma eksikliğinin söz konusu olduğu,
    HSYK 3. Dairesinin görevlendirmesi üzerine Hâkim Belma Aydın tarafından düzenlenen 19.06.2014 tarihli fezlekeye göre; sanığın işini yaparken bilgi ve araştırma eksikliğinin bulunduğu, yapılanların yargılama faaliyetine ilişkin olduğu, sanığın hak ve yetkilerini kötüye kullandığına, kasten davacı yararına hareket ettiğine veya herhangi bir çıkar sağladığına ilişkin bir iddianın bulunmadığı gibi buna ilişkin somut bir delil de gösterilmediği, sonuç olarak sanık hakkında disiplin yönünden işlem yapılmasına gerek bulunmadığı,
    Anlaşılmıştır.
    Katılan Tre Tasarım Restorasyon Mimarlık İnşaat Turizm Sanayi Ticaret Ltd. Şti.’nin temsilcisi Alp Pasinler; Tre Tasarım Restorasyon Mimarlık İnşaat Turizm Sanayi Ticaret Ltd. Şti’nin sahibi olduğunu, Salkım Turizm şirketinin dava açarak iflasın ertelenmesi talebinde bulunduğunu, İstanbul’daki şubesini Çorlu’ya taşıdığını, burada tekrar bir dava açıldığını, davanın yaklaşık sekiz yıldır devam ettiğini, borçlu şirketten üç milyona yakın bir alacakları olduğunu, sanığın iflasın ertelenmesi ve ihtiyati tedbir kararı vermesi nedeniyle bu alacaklarını tahsil edemediklerini,
    Katılan Platform Gıda Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.’nin temsilcisi Hamit Ünal; şirket olarak Salkım Turizm şirketinden alacaklı olduklarını, borçlu şirketin iflasın ertelenmesi ve konkordato için dava açtığını, bu davanın yaklaşık beş yıl sürmesine karşın herhangi bir karar verilmediğini, kendilerinin de borçlu şirketten olan 73.000TL miktarındaki ana para alacaklarını tahsil edemediklerini, söz konusu olayın 2007 yılında meydana geldiğini, sanığın yanlı hareket ettiğini düşündüğünü, sekiz yıldır süren bu davanın bir türlü sonuçlanamadığını, bu zamana kadar kendilerine herhangi bir şekilde ödeme yapılmadığını,
    Şeker Finansal Kiralama A.Ş.’nin temsilcisi ...; Şeker Finansal Kiralama A.Ş.’de idari ve mali işler müdürü olarak görev yaptığını, borçlu Salkım Turizm A.Ş.’nin, yetkilisi olduğu Şeker Finansal Kiralama A.Ş.'den kredi kullandığını, borçlu şirket kredi ödemelerini yapmayınca kanuni takip başlattıklarını, ancak borçlu şirket hakkında İstanbul'da iflasın ertelenmesi kararı verildikten sonra merkezini Çorlu’ya taşıdığını ve Çorlu İcra Mahkemesine başvurarak konkordato talebinde bulunduğunu, şirket olarak anılan talebe itiraz etmelerine karşın taleplerinin reddedildiğini,
    Katılan ...Ş. vekili ...; vekilliğini üstlendiği şirketin Salkım Turizm A.Ş.'ye kredi kullandırdığını, kredi ödemeleri yapılmayınca firma hakkında takibe geçtiklerini, ancak borçlu şirketin İstanbul'dan iflasın ertelenmesi kararı aldığını, beş yıl sonunda ise firma hakkında Mahkemece iflas kararı verildiğini, ancak borçlu şirketin merkezini Çorlu'ya taşıyarak bu defa Çorlu İcra Mahkemesinden konkordato kararı aldığını, bu karara yönelik itirazlarının kabul edilmediğini, hakimin reddi taleplerinin de kabul görmediğini, bunun üzerine söz konusu kararı veren sanık hakkında şikâyette bulunduklarını,
    Katılan... Elektrik Mühendislik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. temsilcisi ...; şirket olarak Alanya Çolaklı’da Dionisos isimli beş yıldızlı bir otelde malzemeli taahhüt işi yaptıklarını, bu nedenle otelden alacaklı olduklarını, otel sahibinin kendilerine çek verdiğini, ancak vadeleri geldiğinde çeklerin ödenmediğini, karşılıksız çekler nedeniyle mağdur olduklarını, alacaklarını tahsil etmek amacıyla hacze gitmek istemelerine karşın mahkeme kararı olmadığı için haczin yapılamadığını, çeklerinin hâlen Manavgat İcra Dairesinde bulunduğunu, iş yerlerinin kapandığını, borçlarını da ödeyemediklerini, borçlu Salkım Turizm şirketine açtıkları davaların bulunduğunu,
    Katılan... Elektrik Mühendislik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.’nin temsilcisi Yüksel Güzel; Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Paz. Tic. A.Ş.’nin Çorlu Hukuk Mahkemesinde konkordato talep ettiğini, sanığın da bu talebi kabul edip, aleyhlerine karar vererek kendilerini mağdur ettiğini, bu nedenle kendisi hakkında şikâyetçi olduklarını,
    Beyan etmişlerdir.
    Sanık ...; suç tarihinde Çorlu İcra Hakimi olarak görev yaptığını, meslek hayatı boyunca konkordato talebi konusunda daha önce verdiği bir kararın bulunmadığını, konkordato taleplerinin uygulamada çok karşılaşılmayan bir dava olduğunu, katılanların davacı sıfatıyla suça konu dosya kapsamında tedbir talebinde bulunduklarını, sonrasında katılanlar vekillerinin gelerek talepte bulunan şirketin merkezini muvaazalı olarak İstanbul'dan Çorlu'ya taşıdığını, İstanbul'daki borçlarından kurtulabilmek amacıyla böyle bir dava açıp tedbir talebinde bulunduğunu kendisine söyledilerini, bunun üzerine kendilerine "İstanbul'daki iflasın ertelenmesi davasında beş yıl süreyle beklemişsiniz, on beş gün de burada bekleyin, ben hızlı bir şekilde müspet veya menfi bir karar vereceğim." dediğini, ancak davacı şirketin ilan belgesini getirmediğini görünce katılanlar vekillerinin haklı olabileceğini düşünerek tedbiri kaldırdığını, davacı şirket eksiklikleri tamamlayınca tedbir kararını yeniden verdiğini, suça konu davanın basit muhakeme usulüne tabi olması nedeniyle kanunda istinabe yapılabileceğine ilişkin hüküm doğrultusunda Alanya'da avukatlık yapan Adnan isimli arkadaşını arayıp, konuyu anlatarak bilirkişilik yapabilecek güvenilir üç kişinin ismini bildirmesini istediğini, kendisine önerilen isimleri kaleme bildirdiğini, ayrıca adalet komisyonunun belirlediği bilirkişiler listesinde isimlerinin bulunup bulunmadığını da kontrol ettirdiğini, daha sonra kalemin bu bilirkişilerle irtibat kurduğunu, bir bilirkişinin Çorlu'ya geldiğini, kendisine dosyayı vererek yapılması gereken işi anlattığını, daha sonra bu bilirkişilerin davacıya ait Manavgat'taki otelin kıymet takdirini yaptıklarını ve dosyayı getirip kaleme teslim ettiklerini, bu aşamada katılanlar vekillerinin bilirkişilerin kimlik ve yeminlerinin yapılmadığını kendisine söylemeleri üzerine bilirkişilerin kimliğini tespit ettiği ve yeminlerini yaptırdığı bir tutanak düzenleyerek tutanağı dosya arasına koyduğunu, sahte bir işlem yapmadığını, tutanağı daha önce hazırlaması gerektiği için bu konuda hatalı olduğunu kabul ettiğini, bu aşamadan sonra karar vereceğini, ancak alacaklı vekillerinin kendisini reddettiklerini, kendisinin de adalete gölge düşmesin diye davadan çekindiğini, bu kararın önce Asliye Hukuk Hakimliğine sonra da temyizen Yargıtay'a gönderildiğini, bu aşamada katılanlardan birinin reddi hâkim talebinden vazgeçtiğini kendisine söylediğini, Yargıtay’ın çekinme ve reddi hâkim kararlarını yerinde görmediğini, bu nedenle davaya kaldığı yerden devam edecekken tayininin çıkması nedeniyle dosyadan el çektiğini, İstanbul'da Ticaret Mahkemesinde taraflar arasında devam eden iflasın ertelenmesi davasında da tedbir kararı verildiğini, hatta katılanlardan Şeker Finansal Kiralama A.Ş. vekilinin konulan tedbire muvafakat ettiğine dair dosya arasında dilekçesinin de bulunduğunu, bu nedenle anılan şirketin nasıl mağdur olduğunu anlayamadığını, bu olayın asıl mağdurunun kendisi olduğunu, zira hakkındaki yargılamanın terfisine engel olduğunu, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediğini savunmuştur.
    5237 sayılı TCK'nın "Görevi kötüye kullanma" başlıklı 257. maddesi;
    "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır." şeklinde iken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun'un birinci maddesi ile birinci ve ikinci fıkralarında yer alan "Kazanç" ibareleri "Menfaat", birinci fıkrasında yer alan "Bir yıldan üç yıla kadar" ibaresi "Altı aydan iki yıla kadar", ikinci fıkrasında yer alan "Altı aydan iki yıla kadar" ibaresi "Üç aydan bir yıla kadar" ve üçüncü fıkrasında yer alan "Birinci fıkra hükmüne göre" ibaresi "Bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile" biçiminde değiştirilmek suretiyle,
    "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır." şekline dönüştürülmüş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
    Maddenin, birinci fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır.
    Buna göre ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanundan veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevinin gereklerine aykırı davranmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, fiil nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da suç tarihi itibarıyla kişilere haksız kazanç sağlanması gerekmektedir.
    Anılan maddenin gerekçesinde suçun oluşmasına ilişkin genel koşullar;
    “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” şeklinde vurgulanmış, gerekçede yer verilen "Kazanç" ifadesi 6086 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle sonradan "Menfaat" olarak değiştirilmiştir.
    Öğretide de; TCK’nın 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız menfaat sağlanması şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 913 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 769; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974).
    Görevin gereklerine aykırı hareket etmekten, kamu görevlisinin görevini kanun, idari düzenlemeler veya talimatların öngördüğü usul ve esaslardan başka surette ifa etmesi anlaşılmaktadır. Bu anlamda kamu görevlisinin herhangi bir şekilde kanuni yetkisini aşması, kanunun aradığı şekil şartlarına uymaması, takdir yetkisini amacı dışında kullanması, kanunun emir ve müsaade ettiği hareketinin gerektirdiği ön şartlara aykırı hareket etmesi, kendisine teslim edilen ve görevi sebebiyle kullanması gerekli eşyayı usulsüz kullanması gibi fiiller görevin gereklerine aykırılık kapsamında kalmaktadır.
    Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle "Mağduriyet, kamunun zarara uğraması ve haksız menfaat" kavramlarının açıklanması ve somut olayda bunların gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
    Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde; "Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olunması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir." şeklinde vurgulanmış, öğretide de; mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyip daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 911 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 772; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974).
    Kişilere haksız menfaat sağlanması, bir başkasına hukuka aykırı şekilde her türlü maddi ya da manevi yarar sağlanması anlamına gelmektedir.
    Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde "Ekonomik bir zarar" olduğu vurgulanan anılan kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 71. maddesinde; kamu görevlilerinin kast, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her olayda hâkim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması hâlinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket edilmemelidir.
    Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Mahkemelerin Bağımsızlığı" başlığı altından düzenlenen 138. maddesi; "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
    Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
    Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
    Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükmünü içermektedir.
    Ayrıca, Hâkimlerin Bağımsızlığı, Etkinliği ve Sorumlulukları Hakkında Üye Devletlere Yönelik CM/Rec(2010) 12 sayılı Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararının "Görev ve Sorumluluklar" başlıklı 7. Bölümünün "Sorumluluk ve Disiplin İşlemleri" alt başlığı kapsamındaki 68 No.lu paragrafı; "Hâkimler tarafından davaları karara bağlamak amacıyla gerçekleştirilen kanunu yorumlama, maddi olayları veya delilleri değerlendirme işlemleri, kötü niyet hali dışında, onlar açısından cezai sorumluluk doğurmamalıdır."
    Düzenlemesini içermekte olup Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu)'nun 12-13 Mart 2010 tarihlerinde yapılan 82. Genel Kurulu Toplantısında kabul edilen "Yargı Sisteminin Bağımsızlığı Bölüm 1: Hâkimlerin Bağımsızlığı" başlıklı raporunun 59-61 No.lu paragrafları ile Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi’nin 3 No.lu Görüşünün 75 No.lu paragrafı da aynı doğrultudadır.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Katılan şirketlerin alacaklı oldukları Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Pazarlama Ticaret A.Ş. tarafından iflasın ertelenmesi talebiyle İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesine açılan dava kapsamında alacaklıların menfaatinin korunması için 16.11.2007 tarihinde verilen ihtiyati tedbir kararının, alacaklıların talebi üzerine aradan yaklaşık dört yıl geçtiği de dikkate alınarak 28.12.2011 tarihinde Mahkemece kaldırıldığı ve borçlu Salkım Turizm Yatırımları İnşaat Pazarlama Ticaret A.Ş. vekillerinin bu tarihten sonraki tedbir istemli çok sayıdaki talebinin reddedildiği, bunun üzerine borçlu şirketin, merkezini 23.02.2012 tarihinde Çorlu’ya taşıdığı ve anılan şirket vekillerince sanığın hâkim olarak görev yaptığı Çorlu İcra Hukuk Mahkemesine 09.03.2012 tarihinde "Şirket malvarlığının korunması amacıyla tedbir kararı" talepli konkordato mühleti verilmesi davasının açıldığı, Mahkemenin 2012/94 esas sayılı dosyası üzerinden görülen dava kapsamında sanığın, İcra İflas Kanunu'nun 290. maddesinde tanınan yetkiyi aşarak ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 390. maddesinin üçüncü fıkrası ile aynı Kanun’un 26. maddesinde düzenlenen "Taleple bağlılık ilkesi"ne aykırı olarak alacaklılar tarafından her türlü takip yapılmasını engelleyecek şekilde oldukça geniş bir ihtiyati tedbir kararı verdiği, bilirkişi olarak görevlendirdiği kimselere 1.500TL bilirkişi ücreti tayin etmesine rağmen bu avansın ödenmesi için davacı tarafa süre vermediği, HMK'nın 267. maddesine aykırı olarak bilirkişileri Antalya ilinden seçtiği, Manavgat'ta bulunan otelin rayiç değerinin tespiti amacıyla usulüne uygun keşif yapılması için yetkili Manavgat İcra Hukuk Mahkemesine istinabe müzekkeresi yazmak yerine Antalya'da görev yapan bilirkişileri doğrudan görevlendirdiği, bilirkişiler tarafından raporun sunulduğu tarihten önce dosyanın bilirkişilere teslim edildiğine ve yeminlerinin hatırlatıldığına dair herhangi bir belge tanzim etmediği, ancak sonradan bu eksiklikleri tamamladığı olayda;
    Dava dosyasının taraflarınca sunulan farklı görüşteki hukuki mütalaalar da gözetildiğinde, sanık tarafından verilen tedbir kararının yargılama faaliyeti sırasındaki hukuki yorum kapsamında kalması, bu anlamda sanığın eyleminin Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca yargı yetkisi ve takdirinin kullanılması kapsamında kalması, uluslararası belgelerde hâkimlerin davaları karara bağlamak amacıyla gerçekleştirdikleri kanunu yorumlama, maddi olayları veya delilleri değerlendirme işlemlerinin, kötü niyet hâli dışında, kendileri açısından cezai sorumluluk doğurmayacağına yer verilmesi, yargısal nitelikteki kararlara karşı ilgililerce kanun yollarına başvuru imkânının bulunması, sanığın davanın taraflarınca reddi hâkim talebinde bulunulması üzerine davadan çekinmesi, borçlu şirket tarafından dava dilekçesinde daha önceki tedbir taleplerinin İstanbul mahkemelerince reddedildiğine yer verilmemesi, sanığın aşamalarda meslek hayatının önceki bölümünde icra mahkemesinde çalışmaması nedeniyle konkordato mühleti verilmesi talebine ilişkin davalarda tecrübesinin bulunmadığı yönündeki savunması, HSYK 3. Dairesince görevlendirilen İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Hâkimi tarafından düzenlenen fezleke içerikleri de dikkate alındığında sanık tarafından gerçekleştirilen iddiaya konu usul hatalarının bu savunma kapsamında değerlendirilmesinin gerekmesi ve katılanlarca davanın hiçbir aşamasında sanığın herhangi bir menfaat karşılığında veya kasıtlı olarak anılan kararı verdiğinin iddia edilmemesi birlikte değerlendirildiğinde, sanığın savunmasının aksine suç kastıyla hareket ettiğine dair kesin, inandırıcı ve yeterli delillerin bulunmadığı, bu itibarla yalnızca kasten işlenebilen görevi kötüye kullanma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından,
    Sanığın atılı görevi kötüye kullanma suçundan beraatine ilişkin İlk Derece Mahkemesince verilen usul ve kanuna uygun hükmün onanmasına karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Usul ve kanuna uygun olan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11.12.2013 tarihli ve 4-13 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,
    2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.