İSİM/SOYİSİM/SOY BAĞINA İLİŞKİN TALEPLERİN REDDİ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ASLAN FARUK TOPRAK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/2957) |
|
Karar Tarihi: 24/3/2016 |
R. G Tarih ve Sayı:10/5/2016 - 29708 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Alparslan ALTAN |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Basvurucu |
: |
Aslan Faruk TOPRAK |
Vekili |
: |
Av. Ahmet YILDIZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak isim tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/5/2013 tarihinde Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuruformu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 16/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1978 yılında Almanya’nın Dinslaken şehrinde doğmuş ve doğum kayıt belgesine uygun şekilde ismi “Aslan Toprak” olarak Alman nüfus kütüğüne kaydedilmiştir.
9. Başvurucu, doğumundan sonra kaydının Türk nüfus kütüğüne de işlenmesi amacıyla ebeveyni tarafından Türkiye Cumhuriyeti Düsseldorf Başkonsolosluğuna başvuru yapıldığını ancak her nasılsa isminin Türk nüfus kütüğüne “Aslan Faruk Toprak” olarak kaydedildiğini belirtmektedir.
10. 2005 yılında Türk vatandaşıyla evlenen ve doğduğundan beri Almanya’da yaşayan başvurucu, İçişleri Bakanlığının 20/1/2006 tarihli ve 2006/4 sayılı izin kararı ile Türk vatandaşlığından çıkmıştır. Hâlihazırda 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 28. maddesi gereğince mavi kart sahibi olan başvurucu, yalnızca Alman vatandaşıdır ve Almanya’da doktorluk mesleğini sürdürmektedir.
11. Başvurucunun eşi tarafından ortak çocukların Türk nüfus kütüğüne tescil edilmesi talebiyle 5/10/2011 tarihinde Düsseldorf Başkonsolosluğuna yapılan başvuruya verilen 24/10/2011 tarihli cevap yazısı ile ibraz edilen Almanya resmî kayıtlarında çocuğun baba isminin “Aslan Toprak” olarak düzenlendiği ancak başvuru sahibinin eşinin Türk nüfus kütüğünde “Aslan Faruk Toprak” ismiyle kayıtlı olduğu, bu nedenle yerel Nüfus İdaresinden çocukların baba ismi “Aslan Faruk Toprak” olarak düzenlenmiş doğum kayıt örneği alınarak yeniden başvuru yapılması gerektiği belirtilmiş ve talep reddedilmiştir.
12. Başvurucu, Almanya’daki nüfus kayıtlarında “Aslan” olan ön isminin vatandaşlıktan çıkması nedeniyle kapatılan Türk nüfus kütüğünde “Aslan Faruk” olarak kayıtlı olduğunu, kayıtlardaki isim farklılığı gerekçe gösterilerek Türk vatandaşı eşinden olan ortak çocuklarının Türk nüfus kütüğüne kaydedilmediğini, ret kararının kendisine ait nüfus kayıtlarındaki bu çelişkiden kaynaklandığını, bu nedenle benzer başka resmî sorunlar da yaşadığını belirterek kapalı nüfus kaydındaki ön isminin “Aslan” olarak düzeltilerek çelişkinin giderilmesi talebiyle isim tashihi davası açmıştır.
13. Söz konusu dava Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/379 Esas sırasına kaydedilmiş, Mahkemenin 28/9/2011 tarihli ve E.2011/379, K.2011/324 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
14. İlgili kararın gerekçesi şöyledir:
“.. Davacının 25.06.2006 tarihinde 403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanununun 20. Maddesine göre İçişleriBakanlığının 20.01.2006 gün ve 2006/04 sayılı kararı ile vatandaşlıktan çıkmasına karar verildiği ve Alman vatandaşlığını kazanarak Türk vatandaşlığı çıkma belgesini teslim almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybettiği ve kaydının kapatıldığı anlaşılmıştır.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 14. maddesinde "Nüfus kaydının kapatılması; ölüm, gaiplik, Türk vatandaşlığının kaybı, evlenme, boşanma, evlat edinilme, soy bağının düzeltilmesi veya reddi gibi olaylar nedeni ile bir kaydın üzerinde işlem yapılamaz hale getirilmesidir. Kaydın kapatılmasına ilişkin sebep ortadan kalktığında veya kaydın yeniden açılmasını gerektirecek yeni bir sebep ortaya çıktığında kayıt yeniden açılır. Kaydın açılmasından sonra kişisel durumda meydana gelmiş olan olaylar kişinin kaydına işlenir." hükmü bulunmaktadır.
Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının Alman vatandaşlığına geçmek suretiyle Türk vatandaşlığından çıkartıldığı ve kaydının kapatıldığı anlaşılmaktadır. Kapalı kayıtlar üzerinde işlem yapılması zikredilen 5490 sayılı Kanunun 14. maddesine göre mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle davanın reddine karar vermek gerekmiştir.”
15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 19/3/2013 tarihli ve E.2013/1185, K.2013/4334 sayılı ilamı ile onanmış; onama kararı 3/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun “Kaydın kapatılması ve yeniden açılması” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“(1) Nüfus kaydının kapatılması; ölüm, gaiplik, Türk vatandaşlığının kaybı, evlenme, boşanma, evlât edinilme, soybağının düzeltilmesi veya reddi gibi olaylar nedeniyle bir kaydın üzerinde işlem yapılamaz hale getirilmesidir.
(2) Kaydın kapatılmasına ilişkin sebep ortadan kalktığında veya kaydın yeniden açılmasını gerektirecek yeni bir sebep ortaya çıktığında kayıt yeniden açılır. Kaydın açılmasından sonra kişisel durumda meydana gelmiş olan olaylar kişinin kaydına işlenir.”
18. Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunca imzaya açılan, Türkiye açısından 21/5/1975 tarihinde onaylanan ve 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 13/9/1973 tarihli ve 15226 sayılı Ad ve Soyadlarının Nüfus Kütüklerine Yazılış Şekline İlişkin Sözleşme’nin (14 No.lu Sözleşme) 6. maddesi şöyledir:
“Âkit Taraflar makamlarınca nüfus kütüğüne düşürülen iki veya daha fazla kayıtta, aynı kimsenin, değişik ad veya soyadlarla gösterilmesi halinde, her Âkit Tarafın yetkili makamları, gerektiğinde farklılıkların giderilmesi için tedbirler alacaktır.
Âkit Devlet makamları, bu amaçla aralarında doğrudan doğruya yazışabilirler.”
19. 14 No.lu Sözleşme’nin 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İbraz edilen çeşitli belgelerde, ad ve soyadlarının yazılışlarında farklılık bulunması halinde, ilgili, kimliğini tespit eden nüfus kaydı veya belgelerin düzenlendiği sırada hangi devletin uyruğu ise, o belgelere göre gösterilir.”
20. 5901 sayılı Kanun’un 28. maddesi şöyledir:
“Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve kendileri ile birlikte işlem gören çocukları; millî güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü, seçme ve seçilme, kamu görevlerine girme ve muafen araç veya ev eşyası ithal etme hakları dışında, sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı kalmak ve bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabi olmak şartıyla Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam ederler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; Türk anne ve babadan 1978 yılında Almanya’da doğduğunu, doğum kayıt belgelerinde ve Alman nüfus kaydında ön isminin “Aslan” olduğunu ancak Türk nüfus kütüğüne “Aslan Faruk” olarak kaydedildiğini, İçişleri Bakanlığının 20/1/2006 tarihli ve 2006/4 sayılı izin kararı ile 25/6/2006 tarihinde Türk vatandaşlığından “Aslan Faruk Toprak” ismiyle çıktığını, 18/4/2006 tarihinde “Aslan Toprak” ismiyle Alman vatandaşı olmaya hak kazandığını, Almanya’daki tüm kayıtlarda ve yaşamı boyunca edindiği resmî belgelerde bu ismin bulunduğunu, doktorluk mesleğini bu isimle sürdürdüğünü ve tüm sosyal çevresinde bu isimle tanındığını, 2005 yılında evlendiği Türk vatandaşı eşinden olan 2011 doğumlu ortak çocuklarının Türk nüfusuna kaydedilmesi için eşi tarafından Düsseldorf Başkonsolosluğuna yapılan başvurunun Almanya’daki kayıtlar ile Türkiye’deki kayıtların isim konusunda birbirinden farklı olduğu gerekçesiyle reddedildiğini, yaşadığı ve ileride yaşayacağını düşündüğü resmî sorunların önlenmesi amacıyla Türk nüfus kaydındaki isminin “Aslan Toprak” olarak düzeltilmesi talebiyle isim tashihi davası açtığını, Türk vatandaşlığından çıkması nedeniyle kapatılan nüfus kaydı üzerinde işlem yapılamayacağı gerekçesiyle davasının reddedildiğini, anne, babasının ve eşinin Türk vatandaşı olması ve 5901 sayılı Kanun gereğince mavi kart sahibi olması nedenleriyle Türkiye ile resmî ilişkilerinin devam edeceğini, zorlayıcı nedenlere rağmen Türk nüfus kütüğündeki ismi üzerinde değişiklik yapılmasına izin verilmemesinin ileride telafisi güç zararlara neden olacağını, ayrıca düzeltilmeyen çelişkili kayıtlar nedeniyle altsoyunun vatandaşlık hakkının elinden alındığını, mirasçı sıfatıyla miras hakkını kullanamayacağını, resmî makamlar önünde hak arama hürriyetinin engellendiğini ve yine altsoyunun Türkiye’de eğitim ve öğrenim görme hakkından yararlanamayacağını belirterek mülkiyet hakkının, hak arama hürriyetinin ve eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Türk nüfus kaydındaki isminin “Aslan Toprak” olarak düzeltilmesi için gereğinin yapılması talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa’nın 35., 36. ve 42. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddiasının, mahiyeti gereği kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının düzenlendiği Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Başvurucunun iddialarına (bkz. § 22) karşı sunulan Bakanlık görüş yazısında; özel yaşamın bir unsuru olan isimler hakkında kamusal makamların sınırlayıcı düzenlemeler yapma yetkisi bulunduğu, somut olaydaki isim farklılığının kamusal makamların tasarruflarından değil, başvurucu veya onun yasal temsilcileri tarafından isimlerin farklı tescil ettirilmesinden kaynaklandığı, isim tashihi davasının kapalı nüfus kaydına ilişkin olduğu, kanuni düzenleme gereği kapalı nüfus kayıtları üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamayacağı, başvurucunun yalnızca isim tashihi davası açmak yerine altsoyunun nüfusa tesciline ilişkin dava açması hâlinde yetki ve görevi daha geniş bir mahkemede meselenin ele alınabileceği, bu yönde bir dava açılmamasının başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunun belirlenmesinde dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde altsoyunun Türk nüfus kütüğüne kaydedilmemesi sorunundan öte haklı gerekçelere rağmen çelişkili kayıtların düzeltilmesi imkânı tanınmamasının ileride daha birçok soruna neden olacağını belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
26. Başvuruya konu edilen yargılamadan, izin almak suretiyle Türk vatandaşlığından çıkan başvurucunun kapatılan Türk nüfus kaydı ile vatandaşı olduğu Almanya’daki nüfus kaydı arasındaki çelişkinin giderilerek resmî işlemlerde karşılaşılan sorunların ortadan kaldırılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Nitekim somut olayda, anılan nüfus kayıtlarında çocuğun baba isminin farklı olması nedeniyle Türk nüfus kütüğüne kaydın yapılmadığı dikkate alındığında isim tashihi davasının, başvurucunun karşılaştığı resmî sorunların ve bu nedenle uğradığı ya da uğraması olası zararların giderimine elverişli nitelikte bir yol olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu; vatandaşlıktan çıkması nedeniyle kapatılan Türk nüfus kaydındaki “Aslan Faruk Toprak” ismi üzerinde değişiklik yapılmasını gerektiren makul nedenlerin oluştuğunu, buna rağmen kaydın kapalı olması gerekçesiyle davanın reddedilmesinin özellikle altsoyunun hukuki kazanımlarına engel olduğunu belirterek kişilerin isimleri üzerinde tasarrufta bulunabilmelerini güvence altına alan maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucunun iddialarına karşılık Bakanlık tarafından esasa ilişkin bir görüş bildirilmemiştir.
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın -Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
31. Başvurucunun ihlal iddiasına konu isim hakkı, Anayasa'nın 17. maddesi ve AİHS’in 8. maddesinde düzenlenmiştir.
32. Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
33. AİHS’in "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
34. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen "maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı", AİHS’in 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan isim hakkının da kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
35. Cinsiyet, doğum kaydı gibi kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra isim hakkı da Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (AYM, E.2011/34, K.2012/48, 30/3/2012).
36. Kişinin bireyselliğinin yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları belgesinde "kişiliğin serbestçe geliştirilmesi" kavramına yer verilmekle beraber AİHS kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir (Sevim Akat Eşki, § 27).
37. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel hayat" kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte AİHS’in denetim organlarının içtihatlarında "bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar, bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da AİHS denetim organları tarafından ön ismi ve soy ismi kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır (Sevim Akat Eşki, § 28).
38. AİHM, AİHS’in 8. maddesinin isim ve soy ismi konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin isimlerin düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). Bu kapsamda isimleri üzerinde değişiklik yapılması hususunda ciddi nedenlere sahip olan kişilerin belirli şartlar altında bu imkâna sahip olması, AİHS’in 8. maddesinin koruma alanına girmektedir. Ancak AİHM'e göre nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kaydedilmesi, kimliğin belirlenmesi veya belli isimdeki kişilerin belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerektirdiği durumlarda, isim değiştirme imkânına yasal birtakım sınırlamalar getirilmesi mümkündür (Stjerna/Finlandiya, § 39; Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 30206/04 …, 2/2/2010, § 48).
39. Kişilerin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan isim hakkı, kamu düzeninin işleyişine engel olmayan isim değişikliği taleplerinin kamusal makamlarca karşılanmasını da içerir. Bu bağlamda bu tür taleplerin ileri sürülebilmesine ve incelenmesine olanak sağlayan idari ya da yargısal başvuru yollarının oluşturulması ve kapsamı belirli ulusal ve uluslararası düzenlemeler çerçevesinde uygun görülen taleplerin karşılanması gerekir. İsim değişikliği gibi kişi hâlleri ile ilgili olan ulusal düzenlemeler hayata geçirilirken mesele, yalnızca düzenlemeyi yapan ülke vatandaşlarının hukukunu ilgilendirdiği kabulüyle dar bir çerçevede ele alınmamalıdır. Aksine gerek yabancıların, ülkenin resmî makamlarıyla gerçekleştirdikleri işlemlerde tanınmalarının sağlanması gerekse uluslararası sözleşmelerle asgari bir koruma alanı ve ortak uygulama oluşturulması amacı doğrultusunda devletler tarafından birtakım taahhütlerde bulunulması nedeniyle bu tür düzenlemelerin uluslararası boyutta sorumlulukları da beraberinde getirdiği hususu göz ardı edilmemelidir.
40. İsim değişikliği taleplerinin hangi koşullar altında olumlu karşılanacağı ve bu tür taleplerin hangi usullerle inceleneceği hususunda yasal düzenlemeler yapılırken kamusal makamların takdir hakkının bulunduğu açıktır. Ancak söz konusu takdir hakkının isim değişikliği taleplerinin değerlendirilmesi yolunu tamamen kapatacak ve sonuç alabilmeyi mümkün kılmayacak şekilde kullanılmaması gerekir. Bu anlamda özellikle ulusal boyutta düzenlemeler yapılırken taraf olunan uluslararası sözleşmelerin getirdiği güvencelerin gözetilmesi ve isim değişikliği taleplerinin dile getirilebildiği ve sonuç alınabildiği etkili, ulaşılabilir, öngörülebilir yolların oluşturulması önem arz etmektedir. Bu tür yolların yalnızca vatandaşlara yönelik değil, belirli ve sınırlı durumlarda yabancılar için de öngörülmesi gerekebilir. Bu durum, özellikle vatandaşlıktan çıkmış ya da çıkarılmış kişilerin bir başka ülke tarafından kimliklerinin oluşturulduğunun ve bu kimliklerin uluslararası işlemlerde geçerli olarak kabul edildiğinin anlaşılması hâlinde gündeme gelebilir.
41. Yabancı kişilerin kapalı nüfus kayıtları üzerinde isim değişikliği yapılmasının gerekli olup olmadığı ve makul nedenlerin oluşup oluşmadığı konusunda yapılacak değerlendirmelerin sıkı koşullara bağlanması hatta yalnızca zorunluluk hâlinde bu tür taleplerin incelenebileceği şeklinde kapsamı daraltıcı düzenlemeler yapılması veya yargısal bir yaklaşımda bulunulması, kamusal makamların takdir hakkı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Her durumda özellikle Türkiye gibi Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonuna üye devletler tarafından kişi hâlleri üzerine imzalanan uluslararası sözleşmeler dikkate alınarak kişilerin vatandaşı oldukları ülkede düzenlenen ve geçerli kabul edilen nüfus kaydı üzerinde bir değişiklik yapılmasına veya çelişki oluşturulmasına neden olabilecek kararlar alınmadan önce bu tür yolların yabancı olan ancak kapalı da olsa bir nüfus kaydı bulunan kişileriçin de oluşturulması ve ulusal hukuklarında isim değişikliği taleplerinin ileri sürebileceği bu tür yollara yer verilmesi gerekir.
42. Başvuru konusu olayda olduğu gibi vatandaşlıktan çıkan kişinin kapatılan nüfus kaydının, vatandaşı olunan ülke tarafından oluşturulan geçerli nüfus kaydı ile farklılıklar içerdiği durumlarda, kişi vatandaşlıktan çıkmış dahi olsa kapatılan nüfus kaydı üzerinde mevcut geçerli kaydı etkilemeyecek şekilde sınırlı değişikliklerin yapılabilmesini öngören düzenlemelerin oluşturulması, isim hakkının Anayasa’nın 17. maddesinin koruma alanı gözetilerek doğru bir şekilde ele alınması anlamına gelecektir. Bu kapsamda kişilerin durumlarına, aileye ve vatandaşlığa ilişkin konularda temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası belgelerden olan 14 No.lu Sözleşme bu tür bir düzenlemenin uluslararası alanda ortak bir uygulama olarak benimsenmesi hususunda hükümler içermektedir. 14 No.lu Sözleşme ile taraf olan devletler arasında kişinin kimliğinin belirlenmesinde temel olan isim ve soy isimlerin yazılışında birliğin sağlanması amaçlanmıştır. 14 No.lu Sözleşme, aynı kişi hakkında açılmış birden fazla nüfus kütüğünde isim veya soy isimlerin birbirinden farklı gösterildiği durumlarda bu kişilere uluslararası düzeyde asgari bir güvence sağlamaktadır (bkz. § 60).
43. Bu doğrultuda Anayasa’nın 17. maddesinin koruma alanı, kişilerin isimleri üzerinde tasarrufta bulunmasının gerekli olduğu durumlarda -uluslararası sözleşmelerin getirdiği güvenceler de dikkate alınarak- geniş yorumlanmalı; isim değişikliğine ilişkin taleplerin incelenip karara bağlanacağı usuller belirlenirken hak sahibi kılınanların kapsamı her olayın gerektirdiği durumun farklı olabileceği dikkate alınarak dar biçimde düzenlenmemeli ve ulusal bazda mevzuat oluşturulurken konu ile ilgili olan ve taraf olunan uluslararası sözleşmelerde yer alan koruyucu hükümler asgari düzeyde mutlaka hayata geçirilmelidir. Bu şekilde oluşturulan mevzuat ile, kamusal makamlar tarafından hakkın sağladığı güvenceler konusunda yapısal önlemler alınmış olacaktır. Ancak bu nitelikleri haiz bir mevzuat oluşturulduktan sonra isim değişikliğine ilişkin talepleri değerlendirmek ve mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek konusunda derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluklarını anayasal güvenceleri gözeterek yerine getirip getirmediklerinin değerlendirebilmesi mümkün olacaktır.
44. İsim üzerinde belirli koşullar altında değişiklikler yapılabilmesinin, bireylerin maddi ve manevi varlıklarının korunması ve geliştirilmesi hakkının bir gereği olduğu ve bu kapsamda korunduğu gözetilerek Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edilip edilmediği incelenirken öncelikle bir müdahalenin mevcut olup olmadığı ve müdahalenin varlığının tespiti hâlinde bu müdahalenin kanunilik ilkesine dayandırılıp dayandırılmadığı ve müdahaleyi haklı kılan diğer anayasal sebeplerin var olup olmadığı ile tüm süreç ele alındığında söz konusu eylem, işlem ya da eylemlerin kişinin maddi ve manevini varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali anlamına gelip gelmediği hususlarında değerlendirme yapılacaktır.
a. Müdahalenin Varlığı
45. Başvuruya konu yargılama kapsamında Türk vatandaşlığından izin ile çıkan başvurucunun kapatılan nüfus kaydında “Aslan Toprak” olan ön isminin, vatandaşı olduğu Almanya’daki geçerli tüm resmî kimlik ve belgelerde kullandığı ve çevresinde de öyle bilindiği “Aslan” olarak düzeltilmesine yetkili idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan isminin vazgeçilemezlik, devredilemezlik ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kişinin mevcut statüsünü etkilediği görüldüğünden belirtilen uygulamanın Anayasa'nın 17. maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
46. Anayasa'nın 17. maddesinde, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, § 33).
47. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa'nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları dikkate alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
i. Kanunilik
49. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şeklî olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü; söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (Günay Okan, B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 23; bkz. AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).
50. Anayasa Mahkemesi, 5490 sayılı Kanun’un “Kaydın kapatılması ve yeniden açılması” kenar başlıklı 14. maddesinin “kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varmıştır (bkz. § 17).
ii. Meşru Amaç
51. Türk toplum yaşamının hukuk kuralları ile düzenlendiği, hukuk kurallarına uymanın bir gereği olarak kamusal makamlarca kişilere ait çeşitli bilgilerin kayıt altına alındığı, bu kayıtların dayanağının nüfus kütükleri olduğu, bu nedenle nüfus kütüklerinin kamu düzeninin temel dayanaklarından birini oluşturduğu gözetildiğinde kapalı nüfus kaydının tanımlanarak nüfus kaydının hangi hâllerde kapalı duruma getirileceğini ve kapalı nüfus kaydının ne gibi sonuçlarının olacağını düzenleyen 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin, kamu düzeninin sağlanması yönünde meşru bir amaç taşıdığı değerlendirilmiştir.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
52. Bireyin temel haklarına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa'nın 13. maddesinde, bu orantının değerlendirilmesi noktasında dikkate alınmak üzere demokratik toplumda gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 70).
53. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup bu hak ve özgürlükleri tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilir (AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008). Diğer bir ifadeyle yapılan sınırlama; hak ve özgürlüğün özüne dokunarak bu hak ve özgürlüklerin kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyor, etkisiz hâle getiriyor ya da ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 49, 50).
54. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple seçilen müdahalenin hedeflenen amaca ulaşabilmek için elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Bekir Coşkun, §§ 53, 54).
55. İsim değişikliği taleplerinin ileri sürülebilmesine ve yetkili makamlarca incelenmesine olanak sağlayan başvuru yolları, 5490 sayılı Kanun ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kapsamında düzenlenmiştir. Kapalı nüfus kayıtları ile ilgili çerçevenin çizildiği 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinde nüfus kaydının kapatılması, çeşitli nedenlerle kaydın üzerinde işlem yapılamaz hâle getirilmesi olarak tanımlanmış ve kaydın kapatılmasına ilişkin sebep ortadan kalktığında veya kaydın yeniden açılmasını gerektirecek yeni bir sebep ortaya çıktığında kaydın yeniden açılacağı, kişisel durumda meydana gelmiş olayların ancak kaydın açılmasından sonra kişinin kaydına işlenebileceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme, nüfus davalarında verilen kararların temyiz incelemesini yapan Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin muhtelif kararlarında “nüfus kayıtları kapalı olan kişilerin kişisel durumlarında meydana gelen değişiklerin ancak kaydın yeniden açılmasıyla işlenebileceği, kapalı kayıttaki bilgileri değiştirecek mahiyette değişiklik yapılmasının mümkün olmadığı” şeklinde yorumlanmaktadır (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2013/5051, K.2013/6657, 18/4/2013; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2014/11752, K.2014/18621, 18/12/2014). Yerel mahkemenin başvuru konusu edilen kararının da Yargıtayın yaklaşımı doğrultusunda oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
56. Başvurucunun makul nedenlerin oluştuğunu ileri sürerek kapalı da olsa nüfus kaydı üzerinde değişiklik yapılması talebiyle açtığı isim tashihi davasının reddedilmesine ilişkin karara dayanak olarak gösterilen 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin ve bu maddenin uygulamasının, demokratik bir toplumda başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı ile kamu düzeninin sağlanması amacı arasında makul bir denge sağlayıp sağlamadığı hususunun irdelenmesi gerekir. Bu doğrultuda başvurucunun iddiaları ve derece Mahkemelerinin gerekçeleri dikkate alındığında, 5490 sayılı Kanun'un 14. maddesinin, kapalı nüfus kayıtları üzerinde işlem yapılmasına olanak vermediği şeklinde yorumlanarak uygulanmasının, meşru amacın gerçekleşmesine yönelik olarak Anayasa’nın 17. maddesinin sağladığı güvenceler karşısında demokratik bir toplumda gerekliliği ve ölçülülüğü tartışılmalıdır.
57. Yürürlükte olan mevzuatın vatandaşların isim değişikliğine ilişkin taleplerinin ileri sürülebilmesine, bu taleplerin idari ve yargısal merciler tarafından incelenmesine, neticede uygun görülen değişikliklerin talep doğrultusunda yerine getirilmesine olanak sağladığı tartışmasızdır. Ancak 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin başvuru konusu somut olaydaki şekliyle yorumlanması durumunda, vatandaşlıktan çıkan kişilerin kapatılan nüfus kayıtları üzerinde isim değişikliği talebinde bulunabilmeleri imkânı tamamen ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu durum özellikle vatandaşlıktan çıkan kişiler hakkında, vatandaşlık hakkı kazanılan başka bir ülkenin kamusal makamları tarafından oluşturulan nüfus kayıtları ile vatandaşlığından çıkılan ülkedeki kapatılan nüfus kayıtları arasında farklılıkların oluştuğu durumlarda söz konusu kişiler açısından mağduriyetlere neden olabilmektedir.
58. Bu noktada bu türden farklılıkların hangi ülke tarafından ve ne şekilde giderilmesi gerektiği hususunun açıklığa kavuşturulması zorunluluğu doğmaktadır. Anayasa’nın genel ve soyut düzenlemeleri, 5490 sayılı Kanun, 5901 sayılı Kanun ile diğer ulusal düzenlemeler dikkate alındığında bu sorunun ve sorundan kaynaklanan mağduriyetlerin giderilebilmesine imkân sağlayan açık bir düzenleme bulunmadığı gibi aksine 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin somut olaydaki gibi yorumlanıp uygulanmasının söz konusu soruna bizatihi neden olduğu anlaşılmaktadır.
59. Kamusal makamlar tarafından 5490 sayılı Kanun'un 14. maddesi yorumlanıp uygulanırken böylesi bir durumda ne şekilde bir çare üretilmesi gerektiği hususunun ihmal edildiği görülmektedir. Oysaki kişilerin vatandaşlık ve nüfus kayıtlarında meydana gelecek değişikliklerin izlenmesi, sorunların çözümünün sağlanması ve kişi hâllerinin korunması amacı doğrultusunda 1950 yılında kurulan ve Türkiye’nin 1953 yılında üye olduğu Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunun imzaya açtığı uluslararası sözleşmelerden olan ve ülkemizde 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 14 No.lu Sözleşme, nüfus kayıtlarının tutulmasına ilişkin uluslararası standartların belirlendiği ve uygulanması konusunda taraf devletleri yükümlülük altına sokan birtakım hükümler içermektedir. 14 No.lu Sözleşme ile kişinin kimliğinin belirlenmesinde temel olan isim ve soy isimlerin kişi hâllerine ilişkin her türlü işlem ve belgelerde aslına uygun olarak yazılıp kaydedilmesi, isim ve soy isimlerin yazılışında birliğin sağlanması amaçlanmıştır.
60. 14 No.lu Sözleşme’nin 6. maddesi, aynı kişi hakkında açılmış birden fazla nüfus kütüğünde isim veya soy isimlerin birbirinden farklı gösterildiği durumlarda bu kişilere uluslararası düzeyde asgari bir güvence sağlamaktadır. Buna göre söz konusu Sözleşme, gerektiğinde isim veya soy isimlerdeki farklı kayıtların giderilmesi için taraf devletlerin yetkili makamlarını tedbirler alma yükümlülüğü altına sokmaktadır. Bu kapsamda taraf devletlerin makamları, tedbir alma amacıyla aralarında doğrudan yazışma imkânına sahip kılınmıştır. Ayrıca Sözleşme’nin 4. maddesi de ibraz edilen belgelerde isim ve soy isimlerin farklı olması hâlinde başvurulması gereken yöntemi göstermektedir. Buna göre bu tür farklılıkların bulunması hâlinde geçerli olarak kimliği ortaya koyan nüfus kaydının düzenlendiği tarihte ilgili kişi hangi devletin vatandaşı ise farklılığın giderilmesinde, vatandaşı olunan söz konusu devlet tarafından tutulan belgelerin esas alınacağı hükme bağlanmıştır.
61. Başvuruya konu olan somut olayda Almanya doğumlu başvurucu 25/6/2006 tarihinde Türk vatandaşlığından “Aslan Faruk” ön ismiyle çıkarak “Aslan” ön ismiyle Alman vatandaşlığına geçmiştir. Sunulan belgelerden, başvurucunun doğum kayıt belgesi dâhil olmak üzere Almanya’daki tüm resmî kayıtlarda ön isminin “Aslan” olduğu, aile içinde ve sosyal çevresinde bu isimle bilindiği, resmî olarak “Aslan” ön ismiyle vatandaşı olduğu Almanya’da doktorluk mesleğini sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
62. Yaşamına “Aslan” ön ismiyle devam eden ve anne, babası ile eşi de Türk vatandaşı olan, ayrıca 5901 sayılı Kanun gereğince mavi kart sahibi olan başvurucunun Türkiye ile resmî birtakım işlemler gerçekleştirmesinin olağan olduğu, bundan sonraki dönemde de Türkiye ile bu tür ilişkilerinin devam edeceği kuşkusuzdur. Bu nedenle başvurucunun ibraz edeceği geçerli resmî kimliğindeki ismi ile kapatılan nüfus kaydındaki ismi arasındaki farklılık gerekçe gösterilerek Türkiye’deki kamusal makamlar nezdinde girişeceği resmî işlemlerde birtakım engellerle karşı karşıya kalacağı öngörülebilir bir durumdur. Nitekim somut başvuruda, isim farklılığından dolayı başvurucunun altsoyu Türk nüfus siciline kaydedilmemiştir.
63. Devletin vatandaşlarına sunduğu nüfus hizmetleri, temel niteliklerini medeni hukuk düzenlemelerinden ve devletlerarası özel hukuk düzenlemelerinden alan hukuki ve teknik bir hizmettir. Bu hizmetin yerine getirilmesi, kişilerin maddi ve manevi varlığının parçası olan kimliklerinin her zaman doğru şekilde belirlenmesini gerekli kıldığından aynı zamanda bir yükümlülüktür. Yabancıların kişi hâllerine ilişkin işlemler yapılması da devletler açısından söz konusu kamu hizmetinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Özellikle Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonu üyesi olan ülkemiz açısından bu yükümlülüğün yabancılara karşı da özenle yerine getirilmesi gerekmektedir.
64. Vatandaşlık ve aile kayıtlarının eksiksiz ve doğru tutulması kişilerin öngörülemeyen mağduriyetler yaşamasına engel olacağı gibi onlara resmî işlemlerinde de koruma sağlayacaktır. Nüfus kayıtlarının en temel işlevi, kişilerin resmî makamlar önünde tanınmasını sağlamaktır. Bu tanınmanın yalnızca ulusal ölçekte değil, uluslararası tüm işlemlerde de sorunsuz şekilde gerçekleşmesi; nüfus kaydını tutan kamusal makamların görev ve sorumluluğundadır. Usulüne göre onaylanarak yürürlüğe giren 14 No.lu Sözleşme bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi için kanuni bir çerçeve sunmakta, söz konusu çelişkili kayıtların giderilmesi için kamusal makamları tedbirler almaya sevk etmektedir.
65. Başvuru dosyası bir bütün olarak ele alındığında başvurucunun maddi ve manevi varlığının bir parçası olan kimliğinde belirlilik sağlanması için nüfus kayıtları arasındaki çelişkinin giderilmesini sağlayacak çarelerin üretilmesi gerektiği, ancak bu şekilde başvurucunun isim hakkına sağlıklı bir korumanın sağlanacağı anlaşılmış ve farklılıkların giderilmesi konusunda 14 No.lu Sözleşme’nin kamusal makamlara yüklediği sorumlulukların, kapalı da olsa başvurucunun ve başvurucunun ön isminin yazılı olduğu ailesinin nüfus kayıtları üzerinde farklılığı giderebilecek şekilde sınırlı düzeltmeler yapılabilmesine olanak sağladığı değerlendirilmiştir.
66. Başvurucunun içinde bulunduğu somut koşullar, derece Mahkemeleri tarafından şikâyetin çözümüne imkân sağlayacak şekilde ele alınmalı ve ulusal ve uluslararası düzenlenmeler nüfus kayıtları arasındaki farklılıkların giderilmesini engelleyecek biçimde katı yorumlanmamalıdır. Bu doğrultuda, 5490 sayılı Kanun'un 14. maddesi yorumlanırken başta 14 No.lu Sözleşme'nin sağladığı asgari güvenceler olmak üzere diğer düzenlemelerin de gözönüne alınması ve başvurucu tarafından dile getirilen şikayete çözüm sağlayıp sağlamayacağının derece Mahkemelerince değerlendirilmesi gerekir.
67. Başvuruya konu yargılamada ise 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından somut olaydaki gibi yorumlanıp uygulanması nedeniyle, başvurucunun mağduriyetinin giderilmesine ve manevi varlığı kapsamındaki ismi üzerinde değişiklikler yapılabilmesine olanak veren güvenceleri içeren 14 No.lu Sözleşme’nin dikkate alınmadığı ve ilgili mevzuatın başvurucunun şikâyetini giderebilecek şekilde yorumlanabilmesi imkânı bulunmasına rağmen bu hususta bir değerlendirme dahi yapılmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu nedenler dikkate alındığında 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin 14 No.lu Sözleşme dikkate alınarak yorumlanmaması nedeniyle Derece Mahkemelerinin somut olaydaki yorum ve yaklaşımının başvurucunun mağduriyetini gidermediği, usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme hükümlerinin Mahkeme kararlarında gözönünde bulundurulmadığı, dolayısıyla söz konusu yargısal yaklaşımın bu hâliyle demokratik bir toplumda gerekli olma şartını sağlamadığı ve kamunun ve bireylerin çatışan çıkarları karşısında ölçülü ve adil bir denge sağlamadığı sonucuna varılmıştır. Neticede anılan düzenlemeye dayanılarak başvurucunun isim değişikliği talebinin reddedilmesi şeklindeki müdahalenin de demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu söylenemez.
68. Derece Mahkemeleri tarafından 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin somut olaydaki gibi yorumlanıp uygulanmasının, benzer şekildeki olayların dava konu edildiği durumlarda bireylerin isim haklarına bir koruma sağlanabilmesi açısından elverişli olmadığı; anılan yargısal yaklaşımın olaya özgü mevcut koşullar içinde başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlaline neden olduğu ve ihlalin bizatihi 5490 sayılı Kanun’un 14. maddesinin 14 No.lu Sözleşme hükümleri göz ardı edilerek yorumlanmasından ve uygulanmasından kaynaklandığı kanaatine ulaşılmıştır.
69. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. maddesi Yönünden
70. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
71. Başvurucu, ihlalin tespiti ile sonuçlarının ortadan kaldırılması talebinde bulunmuş; herhangi bir maddi veya manevi tazminat talebinde bulunmamıştır.
72. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan, yukarıdaki değerlendirmeler gözetilerek yeniden yargılama yapılmak ve ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak üzere dosyanın Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesine,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.