KAZAYA NEDEN OLAN KİŞİ HAKKINDA ÖLÜMÜ NEDENİYLE CEZA DAVASI AÇILMAMIŞ OLSA BİLE TAZMİNAT DAVASI BAKIMINDAN UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİ UYGULANIR
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2017/1086 E.
2019/420 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 5. Asliye Ticaret Mahkemesinde davanın reddine dair verilen 12.03.2013 tarihli ve 2012/203 E., 2013/115 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 16.10.2014 tarihli ve 2013/11336 E., 2014/13646 K. sayılı kararı ile:
“…Davacılar vekili, müvekkilinin desteğinin idaresindeki davalıya trafik sigortalı araç ile seyri sırasında meydana gelen kazada vefat ettiğini belirterek destekten yoksun kalma nedeni ile fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00 TL maddi tazminatın tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, 2 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, müvekkiline sigortalı araç sürücüsünün kusuruyla meydana gelen kaza sonucu davacıların tazminat talep etme haklarının bulunmadığını, davacıların 3. kişi sayılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece,iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; tek taraflı kazalarda 2918 sayılı KTK 109/II. fıkrasında belirtilen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanamayacağı, 109/I. fıkrasında düzenlenen 2 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava trafik kazası nedeni ile Borçlar Kanunu’nun 45. maddesi (6098 sayılı BK m. 53) gereğince destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı kurumu bir maddi hukuk kurumu değildir. Bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK’nın 60. maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanışımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, B. 9, İstanbul 2006, s. 794).
Buna karşılık, özel bir kanun hükmünün, özel olarak zamanaşımı süresi öngördüğü tehlike sorumluluklarında BK m. 60 uygulanmaz. 2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.
Aynı fiil bazen, hem sorumluluğu gerektiren hem de ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre Ceza Kanununun daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörüldüğü hallerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira cezalandırma, müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından genel olarak BK 60/II (6098 sayılı TBK m. 72/I), özel olarak da KTK 109/II. maddesinde düzenleme yapmıştır.
Burada üzerinde durulması gereken, 2918 sayılı KTK’nın 109. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece fiilin Ceza Kanununa göre cezayı gerektiren bir fiil olmasının yeterli olması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektiren bir eylem olmasını yeterli görmekte; bunun dışında, eylemi gerçekleştiren fail hakkında soruşturma yapılmasını, ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten veya Güvence Hesabı) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür (HGK’nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705 ve HGK’nın 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir).
Ayrıca ceza zamanaşımının uygulanması yönünden hukuk hakiminin tazminat davasını görürken, ceza hukuku kurallarıyla ve özellikle ceza mahkemesinin fail hakkında vermiş olduğu beraat veya mahkumiyet kararıyla bağlı olup olmadığı BK 53. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede hukuk hakiminin ceza hukuku kurallarıyla bağlı olmadığı hükme bağlandığı gibi ceza mahkemesi kararlarıyla da bağlı olmadığı düzenlenmiştir. Bununla birlikte suçun işlendiğine veya işlenmediğine ilişkin ceza mahkemesinin kesin kararı varsa, hukuk hakimi bu kararla bağlıdır. Görüldüğü gibi ceza mahkemesince haksız eylemin suç niteliği saptanmamış ise hukuk hakimine bunu kendiliğinden ve özgürce araştırma ve sonucuna göre karar verme yetkisi tanınmıştır.
Açıklanan ilkeler ışığında somut olay incelenecek olursa; kaza 13.07.2006 tarihinde gerçekleşmiş, davaya konu trafik kazası sonucunda davacı desteğinin vefat ettiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere KTK’nın 109/II. maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin uygulanması için kamu davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması aranmamakta olup cezayı gerektiren fiilin varlığı yeterlidir. Bir kişinin ölümü ile sonuçlanan söz konusu trafik kazası da bu anlamda cezayı gerektiren bir fiil niteliğindedir ve sürücü davacı desteğinin vefat etmiş olması sonuca etkili değildir. Yasa koyucunun amacı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca tehlike sorumluluğunu doğuran olaylarda sorumlulara karşı daha uzun zamanaşımı süresi içerisinde yönelmeyi sağlamaktır. KTK’nın 109. maddisinin 2. fıkrasındaki “cezayı gerektiren fiil” ifadesinin seçilmesi zamanaşımı yönünden yukarıda da açıklandığı gibi soruşturma veya kovuşturma yapılması koşullarının aranmadığı sonucunu doğurmaktadır. Buna göre eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK öngörülen ceza zamanaşımı süresi dikkate alındığında dava tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Bu hale göre zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alınmak suretiyle işin esasına girilip, tarafların delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDENLER: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, trafik kazası nedeni ile destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Davacılar vekili, müvekkillerinin desteğinin 13.07.2006 tarihinde meydana gelen tek taraflı trafik kazasında vefat ettiğini, sigorta şirketine yapılan başvurunun desteğin olayın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğu ve davacıların üçüncü kişi konumunda bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, müteveffanın yokluğunda geride kalan anne ve babasının maddi ve manevi sıkıntıya düştüklerini ileri sürerek davacılar için 1.000TL destekten yoksun kalma tazminatının fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere davalı … şirketinden tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, zamanaşımı defiinde bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, tek taraflı olarak meydana gelen kazada davacılar murisinin tam kusurlu olduğu, kazanın suç teşkil eden eylem niteliği taşımadığı, nitekim kaza nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu hâliyle KTK’nın 109. maddesinde öngörülen 2 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davanın açıldığı tarih itibariyle kaza tarihinden itibaren 2 yıllık sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tek taraflı ve sürücünün tam kusuru ile meydana gelen trafik kazalarında ölen sürücünün yakınlarının, aracın trafik sigortacısı olan şirketten destekten yoksun kalma tazminatı talebi hâlinde zamanaşımı süresinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na mı yoksa 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesine mi tâbi olacağı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere trafik kazaları bir haksız fiildir. Haksız fiil mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 41. maddesinde tanımlanmış, aynı kanunun 60. maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir.
Belirtilmelidir ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72. maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir.
Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması hâlinde uygulanacak olan ceza zamanaşımı süreleridir.
Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır.
Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda 818 sayılı BK’nın 60 (6098 sayılı TBK’nın 72.) maddesinde öngörülen zamanaşımı sürelerinin uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 gün ve 2013/4-36 E. 2013/1457 K.).
Özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (KTK)’nın 109. maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiştir.
2918 sayılı KTK’nın “Zamanaşımı” başlıklı 109. maddesi;
“…Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur. Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.
Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.
Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır.” hükmünü içermektedir.
Buna göre madde ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60 (TBK’nın 72). maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiş olup 818 sayılı Borçlar Kanununun 60. maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 109/II. maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır.
Vurgulamakta yarar vardır ki, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesinin ikinci fıkrasına göre, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalarda uygulanabilmesi için, sadece eylemin “cezayı gerektiren fiilden” doğmuş olması gerekli ve yeterlidir. Diğer bir ifade ile tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında bir ceza davası açılması; mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı veya zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması aranmamaktadır. Sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir.
Anılan madde uyarınca “eylemin” suç teşkil etmesi; cezai nitelik taşımasından hareketle mahkûmiyet veya takipsizlik kararı aranmaksızın ceza zamanaşımı uygulanacaktır.
Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikâyete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikâyet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin tazminat davasına uygulanmasına engel değildir.
Belirtilmelidir ki 2918 sayılı KTK’nın 109 maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesi, sadece eylemin ceza kanunlarına göre suç sayılması koşuluna bağlanmıştır. Zira sonuçta; haksız eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil etmesi durumunda o fiil için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.
Kaldı ki Türk Ceza Kanununda suç tanımı faile değil fiile göre yapıldığından, ceza kanunlarındaki zamanaşımı sürelerine atıf yapan 2918 sayılı Kanunun 109. maddesinin ikinci fıkrasındaki tarifin fiili tanımlaması ve maddenin bu yoruma göre değerlendirilmesi kanun sistematiği açısından da zorunludur.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil edip etmediği, kural olarak hukuk hâkimince belirlenecektir. Bununla beraber hukuk hâkimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hâkimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlı olacaktır (BK. m. 53).
Ayrıca ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve işleten gibi diğer sorumlular arasında bir ayrım da yapılmamış; zamanaşımı süresinin hepsi için uygulanması öngörülmüştür.
Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’nındaki bir yıllık süreden daha kısa ise o zaman yine BK’nın 60. maddesinin birinci fıkrasındaki zamanaşımı süreleri (TBK m. 72) olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK’nın 60. maddesinin birinci paragrafındaki süreden daha uzun ise o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan ve hâlen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nın 66. (mülga 765 sayılı TCK’nın 102. maddesine) göre belirlenecektir.
Dosyanın incelenmesinde davacıların desteğinin maliki ve sürücüsü olduğu araç ile viraja hızlı girmesi sonucu direksiyon hakimiyetini kaybederek takla atması şeklinde meydana gelen olayın araç sürücüsünün ölümü ile sonuçlandığı, olayın meydana gelmesinde davacıların desteği olan sürücünün tam kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
Olayın meydana geliş şekli itibariyle ölen sürücünün eylemi bir bütün olarak ele alındığında, murisin işleteni olmadığı aracı kullanırken tek taraflı ve kendisinin tam kusuru ile meydana gelen TCK’nın 179. maddesinin ikinci paragrafında tanımlanan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Trafik güvenliğini tehlikeye sokma” başlıklı 179. maddesi:
“…(1)Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılmaz hale getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla kadar hapis cezası verilir.
(2)Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…” düzenlemesini içermektedir.
Maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere “Madde metninde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu tanımlanmıştır… İkinci fıkrada ise kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın trafik düzenine aykırı olarak ve ayrıca kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde kullanılması gerekir. Bu suç ayrıca trafik güvenliği için öngörülmüş bakım ve onarımlar yapılmadan aracın trafiğe çıkarılması hâlinde de işlenebilir. Ancak bunun için ayrıca gerekli bakım ve onarımı yapılmamış aracın trafiğe çıkarılması suretiyle kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından bir tehlikeye neden olunması gerekir. Bu bakımdan söz konusu suç, somut tehlike suçu niteliğini taşımaktadır.”
Buna göre trafik güvenliğini tehlikeye düşürme suçu bir tehlike suçu olup, mağduru ölen değil, kamu güvenliğidir.
Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut olayda, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun varlığının sabit olduğundan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 109. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ceza zamanaşımının uygulanması gerekmektedir ve kazaya neden olan kişi hakkında ölümü nedeniyle bir ceza davasının açılmamış olması, yukarıda açıklanan ilkeler ışığında uzamış ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Buna göre davacının desteğinin tam kusurlu şekilde neden olduğu ve kendisinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasının aynı zamanda 5237 sayılı TCK’nın 179. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma olarak tanımlanan cezayı gerektiren eylem niteliğinde bulunduğu; bu eylemle ilgili ceza davasının TCK’nın 66. maddesinin birinci paragrafının (e) bendi uyarınca sekiz yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu; 2918 sayılı KTK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli olduğu ve davanın olay tarihi üzerinden sekiz yıl geçmeden 17.07.2013 tarihinde açıldığı hususları dikkate alındığında somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediği açıktır.
Hâl böyle olunca yerel mahkemece 2918 sayılı KTK’nın 109. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının desteğinin tam kusurlu hareketi ile kendisinin ölümü ile sonuçlanan olayda cezayı gerektiren bir eylem bulunmaması nedeniyle davanın zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine dair direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde yerel mahkemece eldeki davada uygulanması gereken zamanaşımı süresinin TCK’nın 66. maddesinin birinci paragrafının (e) bendinde düzenlenen zamanaşımı süresi olması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Şu hâle göre direnme kararının yukarıda yazılan değişik gerekçeyle bozulması gerekir.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.