KEFALET SÖZLEŞMESİNDE KEFİLİN SORUMLU OLDUĞU MİKTAR BELİRTİLMEZSE SÖZLEŞME GEÇERSİZDİR
TC
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2017/1731 E.
2019/608 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.03.2013 tarihli ve 2010/246 E, 2013/75 K. sayılı karar, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 07.05.2014 tarihli ve 2014/5420 E, 2014/8640 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili; davalı ...'in 15.08.2007 tarihli sözleşme ile 15.08.2007 tarihinden itibaren Kamaş Nak. İnş. Ltd. Şti'nin Molu Petrol Ürünleri Ltd. Şti'nden alacağı her türlü akaryakıt bedelini, senetli veya senetsiz borçlarını ödemediği takdirde kayıtsız şartsız banka faizleri dahil sorumlu olduğu yönünde taahhütte bulunduğunu, toplam tutarı 276.685TL olan 5 ayrı bono ile Kamaş Nak. Ltd. Şti.'nin almış olduğu akaryakıt karşılığı müvekkiline borçlandığını, davalının taahhüt ettiği akaryakıt borcunun Kamaş Nak. Ltd. Şti. tarafından ödenmediğini, bu nedenle Kayseri 4. İcra Müdürlüğü'nün 2008/4187 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, icra işlemi sonucu borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığının olmadığının anlaşıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 276,685 TL'nin bonolardaki vade tarihlerinden itibaren en yüksek reeskont banka faizi davalıdan tahsil edilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili; davacının kefalet sözleşmesi başlığını taşıyan belgeyi zorlama ile BK 110. md hükümleri içinde değerlendirerek "başkasının fiilini taahhüt" nedeniyle alacak davası açtığını, belgenin hem kefalet sözleşmesi hem de BK 110. madde açısından hukuki olarak geçersiz olduğunu, her iki sözleşmenin de yasal unsurlarını taşımadığını, belgede gerek süre gerekse miktar sınırlamasının olmadığını, kefalet sözleşmesi açısından geçersiz olduğunu, çünkü kanunda öngörülen "belli bir miktar" şartını taşımadığını, davacının dayandığı BK 110. madde hükümlerinin dava konusu olayda uygulanamaz olduğunu, bununla ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı bulunduğunu, Kefalet Sözleşmesi başlıklı belgenin boyutları belli olmayan bir edim garantisi şeklinde olduğunu, bunun uygun ve müvekkilinin sorumluluğunu gerektirecek bir belge olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece; iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; uyuşmazlığın, taraflarca imzası inkar edilmeyen 15.08.2007 tarihli "KEFALET SÖZLEŞMESİ" başlıklı belge nedeniyle, dava dışı Kamaş Nak. İnş. Ltd. Şti.'nin, davacı şirketten aldığı akaryakıt bedelinin dayanağı toplam tutarı 276.685.00TL olan beş ayrı senetten dolayı davalının sorumlu olup olmadığına ilişkin olduğu, yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde davalının sözleşme nedeniyle davacıya 156.034,88TL borçlu olduğunun anlaşıldığı, davalı tarafın 23/05/2008 tarihli 37.500,00TL bedelli çekin tahsil edildiğine dair savunmasının davacının defterlerinde bir kayıt bulunmaması, ayrıca çekin davacı tarafından tahsil edildiğine dair bir bilgi ve belgenin de dosyada mevcut sebebiyle sözü edilen çekin ödeme olarak dikkate alınamayacağı anlaşıldığından davalı tarafa yemin teklif hakkı hatırlatıldığı, davalı tarafça teklif edilen yeminin edası için davacının usule uygun şekilde yapılan tebligata rağmen duruşmaya gelmediği, buna göre davalının borcuna karşılık verdiğini ve davacı tarafından tahsil edildiğini iddia ettiği 37.500,00TL'lik çek bakımından davacı yeminden kaçındığından bunun davacı hesabına tahsil edildiğinin kabulü gerekeceği, çekin hesaba katılması nedeniyle davacının davalıdan 118.534,88TL alacaklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 118.534,88TL'nin dava tarihi olan 22/09/2008 tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz etmiştir. 1-Davacı vekili tarafından katılma yolu ile verilen temyiz dilekçesinin temyiz defterine kaydedildiğinin belirlenemediği gibi, temyiz harcının yatırıldığına dair makbuza da dosya içinde rastlanmamıştır. Temyiz dilekçesinin verilme usulü 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)'nın 434. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 365. maddesinde açıklanmış olup, buna göre temyiz dilekçesinin temyiz defterine kayıt ettirilip, temyiz harcının yatırılmış olması gerekmektedir. Davacı tarafından bu işlemler yapılmamış, sadece temyiz dilekçesinin havale ettirilmesi ile yetinilmiştir. Temyiz defterine kayıt ettirilip, harcı alınmayan temyiz dilekçeleri bakımından çözüm getiren 21.05.1985 gün ve 1984/5 Esas, 1985/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (İBK)'nda, harca tabi olmasına rağmen hesap edilip ilgilisinden alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hakkında da HUMK'nın 434/3. maddesinde öngörülen eksik harç ödenmesi ile ilgili işlemin kıyasen uygulanması ve bu durumda temyiz isteminin, temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sayılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre, somut olayda, temyiz defterine kayıt da bulunmadığından, bu İBK’nın uygulanması gerekmediğinden, davacı tarafça bu işlemler yapılmaksızın verilmiş temyiz dilekçesine konu temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmiştir. 2-Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; dava, taraflar arasında düzenlenen “Kefalet sözleşmesi” başlıklı belge nedeniyle dava dışı Kamaş Nak. Taah. İnş. Ltd. Şti'nin borcundan, davalının sorumlu olduğu iddiası ile açılmış alacak davası olup, mahkemece; bu belgenin garanti sözleşmesi niteliğinde bulunduğu ve bu nedenle davalının dava dışı şirketin davacıya olan tüm borçlarından sorumlu olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir. Ancak;15/08/2007 tarihli belge incelendiğinde davalının dava dışı Kamaş Nak. Taah. İnş. Ltd. Şti.'nin borçlarını, asıl borçlunun ödememesi halinde ödemeyi üstlendiği ve bu belgenin taraflarca kefalet sözleşmesi olarak adlandırıldığı; fakat kefalet limitinin de belirtilmediği görülmüştür. Garanti sözleşmesi, Mülga 818 sayılı B.K.'nın 110. maddesinde düzenlenmiş olup,bu sözleşmeler herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir.Yine garanti akdinde teminat veren kişi,borçluya ait defileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahip olmadığı gibi kendisine borcu ödedikten sonra asıl borçluya tanınmış değildir. Bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince teminat verenin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına da bağlı değildir. Bu itibarla, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde; garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin bu ilişkide yararı olduğudur. Teminatın objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde, garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir. (HGK 2001/19-534 E. 2001/583 K. sayılı ve 04/07/2001 tarihli kararı) Somut olayda; taraflar arasında düzenlenen sözleşmede ise; garanti sözleşmesinin unsurları bulunmamakta olup bu hali ile bu sözleşme kefalet sözleşmesi niteliğinde bulunmakla kefilin sorumlu olduğu miktar belirtilmemiş olduğundan sözleşme bu hali ile geçersizdir. Bu nedenle mahkemece, bu sözleşmeye dayalı olarak davacının dava dışı şirketin borcunu davalıdan talep edemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kişisel (şahsi) teminat içeren sözleşmeden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili; taraflar arasında imzalanan 15.08.2007 tarihli sözleşme ile 15.08.2007 tarihinden itibaren dava dışı Kamaş Nak. İnş. Ltd. Şti.'nin müvekkilinden alacağı her türlü akaryakıt bedelini ödemediği takdirde kayıtsız şartsız banka faizleri dahil sorumlu olacağı yönünde davalının taahhütte bulunduğunu, bu sözleşmenin 818 sayılı BK’nın 110. maddesinde düzenlenen üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğinde olduğunu, dava dışı Kamaş Nak. İnş. Ltd. Şti.’nin müvekkilinden aldığı akaryakıt bedeli karşılığında toplam tutarı 276.685,00TL olan beş ayrı bonoyu müvekkiline verdiğini, ancak bonoların vadesinde ödenmemesi üzerine müvekkili tarafından icra takibi yapıldığını ve borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığının olmadığının anlaşıldığını, 15.08.2007 tarihli sözleşme gereğince davalının müvekkilinin oluşan zararından sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 276,685,00TL'nin bonolardaki vade tarihlerinden itibaren en yüksek reeskont banka faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davacının “kefalet sözleşmesi” başlığını taşıyan 15.08.2007 tarihli belgeyi 818 sayılı BK’nın 110. maddesi kapsamında değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğunu, dava konusu belgenin hem kefalet sözleşmesi hem de 818 sayılı BK’nın 110. madde açısından hukuki olarak geçersiz olduğunu, zira anılan belgenin her iki sözleşmenin de yasal unsurlarını taşımadığını ve belgenin boyutları belli olmayan bir edim garantisi içerdiğini savunarak davanın reddini istemiştir. Yerel mahkemece; taraflar arasında imzalanan 15.08.2007 tarihli sözleşmenin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu, davacının garanti sözleşmesinden dolayı davalıdan 156.034,88TL alacaklı olduğunun tespit edildiği, ayrıca 37.500,00TL'lik çekin de davacı hesabına tahsil edildiği gözetildiğinde davacının davalıdan 118.534,88TL alacaklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile bu tutarın dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin ve katılma yoluyla davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen “kefalet sözleşmesi” başlıklı 15.08.2007 tarihli sözleşmenin hukuki niteliğinin kefalet sözleşmesi mi yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu, buradan varılacak sonuca göre davalının davacının zararından sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. I) Davacı vekilinin katılma yoluyla temyiz itirazlarının incelenmesinde; Bilindiği üzere temyiz dilekçesinin verilme usulü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 434. maddesinde açıklanmış olup, buna göre temyiz dilekçesi öncelikle temyiz defterine kayıt edilecek ve gerekli temyiz harç ve giderlerinin tamamı ödenecektir. Davacı vekili tarafından süresinde verilen temyize cevap dilekçesi ile direnme kararının miktar yönünden düzeltilerek onanması talep edilmiş ise de anılan dilekçe temyiz defterine kaydedilmediği gibi gerekli olan temyiz harç ve giderleri de ödenmemiştir. O hâlde temyiz dilekçesinin verilme usulüne uyulmaksızın verilen temyiz dilekçesinin reddine karar verilmelidir. II) Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “kefalet” ve “garanti” sözleşmelerinin nitelikleri ile aralarındaki farklar üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Kefalet sözleşmesi somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 483. ilâ 503. maddeleri (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 581. ilâ 603. maddeleri) arasında düzenlenmiştir. Garanti sözleşmesi ise Kanun tarafından düzenlenmemiş olmakla birlikte sadece belli bir garanti sözleşmesi türü olan “başkasının fiilini taahhüt” 818 sayılı BK’nın 110. (6098 sayılı TBK’nın 128.) maddesinde eksik bir şekilde hükme bağlanmıştır. Kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibari ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.06.1969 tarihli ve 1969/4 E, 1969/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki (YİBK) belirlemelere göre, her iki sözleşme arasında temel farklar bulunmaktadır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.07.2001 tarihli ve 2001/19-534 E, 2001/583 K. sayılı kararında da her iki sözleşme arasındaki temel farklar belirtilmiştir. Öncelikle 818 sayılı BK’nın 484. maddesi gereğince kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına ve kefilin bu sözleşmede sorumlu olacağı miktarın gösterilmesine bağlıdır. 6098 sayılı TBK’nın 583/1. maddesi gereğince ise kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına ve ayrıca kefilin sorumlu olduğu azami miktar ile kefalet tarihinin kefilin kendi el yazısıyla yazılmasına bağlı olacağı düzenlenmiştir. Garanti sözleşmesinde ise şekil serbestisi geçerli olup, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olmasına da gerek yoktur. Öte yandan, 818 sayılı BK’nın 497. (6098 sayılı TBK’nın 591.) maddesi gereğince kefalet sözleşmesinde kefil, borçluya ait bütün def’ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti sözleşmesinde üçüncü kişi sözleşme ilişkisine tamamen yabancı olduğundan garanti verenin üçüncü kişiye ait def’ileri ileri sürme hakkı bulunmamaktadır. 818 sayılı BK’nın 486. (6098 sayılı TBK’nın 585/1.) maddesi gereğince adi kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borçlu aleyhine girişilecek takibin sonuçsuz kalması koşuluna bağlı olduğu halde garanti sözleşmesinde risk gerçekleştiğinde garanti alan derhal garanti verene başvurabilecektir. Bunların dışında 818 sayılı BK’nın 496. (6098 sayılı TBK’nın 596.) maddesi gereğince kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra ödeme nispetinde alacaklının haklarına halef olup, asıl borçluya rücu edebilirken, garanti sözleşmesinde garanti verene bu şekilde bir kanuni halefiyet hakkı tanınmış değildir. Nihayet 818 sayılı BK’nın 492. (6098 sayılı TBK’nın 598/1.) maddesi gereğince kefalet sözleşmesinde kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, garanti sözleşmesinde ise sorumluluk asıl borçtan tamamen bağımsız olup, üçüncü şahsın borcunun herhangi bir nedenle geçersiz olması garanti verenin sorumluluğunu etkilemeyecektir. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir. Bu kıstaslardan ilk grubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslar oluşturur ki, bunlar ana hatları itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kıstaslardır. Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan fer’i nitelikteki kıstaslardır. Yine doktrin ve uygulamada belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-fer’i yükümlülük kıstasıdır. Kefalet sözleşmesini garanti sözleşmesinden ayırt eden en bariz nitelik, kefaletin fer’i olmasına karşılık garanti sözleşmesinin bağımsız ve asli niteliğidir. Garanti sözleşmesi ile garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi bulunmamaktadır. Garanti alanın üçüncü kişilerle ilişkisi, üçüncü kişinin bir yükümlülük altında bulunması, garanti sözleşmesinin niteliğine tamamen yabancıdır. Kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Ayrıca kişisel teminat içeren bir sözleşmede bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması da fer’ilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan ikincisini, teminat verenin yükümlülüğünün kapsam ve niteliği teşkil eder. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Ana kıstaslardan bir diğeri ise, menfaat kıstası olup, bu kıstasa göre somut bir olayda teminat verenin şahsi bir menfaatinin bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Kefalet ilişkisinde kefalet verenin genellikle bu ilişkide bir menfaat sağlama amacı olmadığı hâlde, garanti sözleşmesinde ilke olarak, garanti verenin bu ilişkiden bir menfaati olduğu kabul edilir. Ancak, menfaat her zaman açık olarak kendini göstermeyebilir. Kefalet sözleşmesinde kefil ile borçlu arasında gizli bir menfaat söz konusu olabileceği gibi hiçbir menfaate dayanmaksızın garanti sözleşmesi yapılabilmesi de mümkündür. O hâlde bu kıstas tek başına kesin bir ayırıma imkan vermemekte olup, menfaat kıstası diğer özelliklerle birlikte bulunursa bir garanti sözleşmesine işaret sayılabilir. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri de kişiye yönelik teminat verme kıstasıdır. Bu kıstasa göre teminatın bir kişi göz önünde tutularak verilmesi halinde kefalet sözleşmesine işaret olunacaktır. Zira kefil, borç altına girerken alacağın her ne şekilde olursa olsun ödeneceğini değil, fakat bu borçlu tarafından ödeneceğini temin etmektedir. Başka bir deyişle kefilin ilgisi borçlunun şahsına yönelik olup, sonuç ikinci planda kalmaktadır. Garanti sözleşmesinde ise kişiye yönelik bir teminat verilmemekte, objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak teminat verilmektedir. Böylece teminatın bir kişi göz önünde tutularak verilmesi kefalet sözleşmesine, bir sonucun gerçekleşmesi için verilmesi ise garanti sözleşmesine işaret sayılacaktır. Her olayda diğer vakıalarla birlikte bu özelliğin de araştırılması gerekir (Bütün bu açıklamalar için bkz. Reisoğlu, Seza: Türk Kefalet Hukuku, Ankara, 2013, s. 121 vd.; Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri C. II, Ankara, 1987, s. 818 vd.; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2017, s. 766 vd.; Özen, Burak: Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2017, s. 23 vd.; Gümüş, Mustafa Alper: Borçlar Hukuku Özel Hükümler C. II, İstanbul, 2014, s. 509 vd.). Bu şekilde iki sözleşmenin nitelikleri ve farkları belirlendikten sonra, yukarıda açıklanan kıstaslara göre dava konusu sözleşmenin niteliğinin saptanması gerekmektedir. Uyuşmazlığın kaynağını teşkil eden sözleşme “Kefalet Sözleşmesi” başlığını taşımakta olup, işbu davanın taraflarınca 15.08.2007 tarihinde imzalanmıştır. Bu sözleşmede “15.08.2007 tarihinden itibaren Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti’nin Molu Petrol Ürünleri Ltd. Şti’den alacağı her türlü akaryakıt bedelini senetli veya senetsiz borçlarını ödemediği takdirde kayıtsız şartsız banka faizleri dahil ben ... bizzat tarafımdan ödenecektir (sorumluyum)” denilerek, bu beyanların altı teminat veren sıfatı ile limitle sınırlı olmaksızın hem davalı ... tarafından hem de davacı tarafından imzalanmıştır. Dosya kapsamından davalının Karayolları 6. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan yol yapım ihalesini aldığı ve davalı tarafından yol yapım işinin dava dışı Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’ne verildiği, dava konusu sözleşmenin ise Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin davacıdan alacağı her türlü akaryakıt bedelinin ödenmemesi hâlinde verilen teminatı kapsadığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki sözleşmenin başlığı “Kefalet Sözleşmesi” olduğundan sözleşmede kullanılan sözcük ve deyimlerin fer’i kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir kefalet sözleşmesi oluştuğu intibaı oluşuyor ise de, sadece bu deyim ve sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi mümkün de değildir. Nitekim yukarıda değinilen 11.06.1969 tarihli ve 1969/4 E, 1969/6 K. sayılı YİBK’da da banka teminat mektuplarında kullanılan kefalet sözcüğü vurgulamasına rağmen, bu ilişkinin bir kefalet değil, garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu açık bir şekilde kabul edilmiştir. Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince; yukarıda da değinildiği üzere, davalı ... tarafından borçlu Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin davacıdan alacağı her türlü akaryakıt bedelini ödememesi durumuna yönelik teminat verilmiştir. O hâlde borçlu ile davacı arasındaki akaryakıt satış sözleşmesinden doğacak borçlar için davalı tarafından teminat verildiği gözetildiğinde buradaki teminat beyanı, bağımsızlığını ve asli niteliğini kaybederek fer’i nitelik yani asıl borca bağlı hâle gelmiştir. Bu hâliyle davalı tarafından verilen teminat ile teminatın kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza, teminat veren sözleşme ile bağımsız bir borcu değil, asıl borçlunun sorumluluğunu yüklenmiş olduğundan ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemeyecektir. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta menfaati olup olmadığının da incelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar dosya kapsamından yol yapım ihalesi alan davalının yol yapım işinin ilerlemesi için dava konusu sözleşmeyi yapmakta menfaatinin olduğu kabul edilse dahi yukarıda bahsedildiği üzere bu kıstas tek başına kesin bir ayırıma imkân vermemektedir. Bu durumda menfaat kıstası diğer kıstaslarla birlikte değerlendirildiğinde dava konusu sözleşmenin garanti sözleşmesi olduğunu göstermemektedir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme kıstasına bakılacak olursa, dava konusu sözleşmede teminat vereninin amacının borçlu Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’ye yönelik olduğu ve borcun bu borçlu tarafından ödeneceğinin temin edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Zira verilen teminat, asıl borçlu Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin davacıdan aldığı her türlü akaryakıt borçlarını karşılamaya yöneliktir. Başka bir deyişle bağımsız ve objektif bir sonucun gerçekleşmesine yönelik teminat verilmiş değildir. O hâlde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının “Kefalet Sözleşmesi” başlıklı sözleşmedeki teminatının garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. 818 sayılı BK’nın 18/1. (6098 sayılı TBK’nın 19/1.) maddesi gereğince de davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, dava konusu sözleşmenin kefalet sözleşmesi niteliğinde olduğu ve 818 sayılı BK’nın 484. (6098 sayılı TBK’nın 583.) maddesi gereğince kefilin sorumlu olduğu miktarın sözleşmede belirtilmemiş olması karşısında kefalet sözleşmenin bu hâli ile geçersiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla mahkemece, anılan hususlar karşısında bu sözleşmeye dayalı olarak davacının dava dışı Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin borcunu davalıdan talep edemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmelidir. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: 1- Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin usulüne uyulmaksızın verilen temyiz dilekçesinin REDDİNE, 2- Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.05.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.