KESİN NİTELİKTEKİ MAHKEME HÜKMÜNÜN İCRA EDİLEBİLİRLİĞİNİN YENİ BİR MAHKEME KARARIYLA ETKİSİZ HÂLE GETİRİLMESİ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
MUSTAFA ALTIN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/10018) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2021 |
R.G. Tarih ve Sayı: 24/12/2021-31699 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Fatma Burcu NACAR YÜCE |
Başvurucu |
: |
Mustafa ALTIN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
7. Birinci Bölüm tarafından 7/4/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, bir kamu bankasında 20/8/2008 ile 31/7/2013 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır.
10. Başvurucu, hakları saklı kalmak üzere 10.000 TL ilave tediye alacağının 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle banka aleyhine dava açmıştır. Başvurucu yargılama sırasında dava değerini ıslah etmiştir.
11. Davalı banka beyanında 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile sektördeki özel bankalarla aynı hükümlere tabi kılınarak kamusal idare niteliğinden çıkarıldığını, anonim şirkete dönüştürüldüğünü, dolayısıyla faaliyetlerinin genel idare esaslarına göre yerine getirilen bir kamu hizmeti niteliğinde olmadığını, bu doğrultuda kurumun 6772 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini, ayrıca banka personelinin 31/12/2002 tarihinden itibaren özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalıştığını ve kamu işçisi olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
12. Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davada 12/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda, 6772 sayılı Kanun bakımından işveren, işçi ve ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Öncelikle sermayesinin yarısından fazlası devlete ait bulunan, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan ve kamu hizmeti yürüten davalı bankanın 6772 sayılı Kanun kapsamında olduğu belirtilmiştir. Ardından iş sözleşmesine dayalı olarak anılan kurumda çalışan davacının 6772 sayılı Kanun kapsamında olduğu ifade edilmiştir. Son olarak bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun 11.986,40 TL brüt ilave tediye alacağı bulunduğu sonucuna varılmıştır.
13. Davalı banka temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; kendisinin anonim şirket olduğunu, özel bankalarla aynı statüye geçtiğini ifade etmiştir. Ayrıca 6772 sayılı Kanun'un kapsam bakımından devlet tarafından kanun ve kanunun verdiği yetki ile idari işlemle kurulan, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağını, bu Kanun'un kendisine (bankaya) uygulanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. 20/8/2008 tarihinde bankada belirsiz süreli sözleşme imzalayıp 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işe başlayan davacının bir kamu kuruluşunda veya kamuya bağlı bir kuruluşta göreve başlamadığını ve bu şartlarda çalışan personel ile aynı özlük haklarına (ilave tediye uygulaması vb.) sahip olmayacağını bilerek ve kabul ederek iş sözleşmesi imzaladığını, bu hususun Mahkemece dikkate alınmadığını ve denetime elverişsiz bilirkişi raporuna dayanılmak suretiyle karar verildiğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
14. Hüküm, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 12/4/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.
15. Onama kararı başvurucu vekiline 27/7/2016 tarihinde, davalı vekiline 22/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Davalı banka 18/7/2016 tarihinde maddi hata düzeltim dilekçesi vermiştir. Dilekçede; kendisinin özel hukuk hükümlerine tabi olarak faaliyet gösterdiği, 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı, bir kamu tüzel kişisi olmadığı, kamu hizmeti faaliyetinde bulunmadığı ve davacının özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalıştığı iddialarının yanında yılda dört ikramiye aldığını da belirterek onama kararının bozulmasını talep etmiştir.
17. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 25/10/2016 tarihli kararıyla maddi hata talepli dilekçenin başvurucuya tebliğ edilmesini ve sunulması hâlinde başvurucunun yazılı beyanlarının eklenip dosyanın Yargıtaya gönderilmesi gerektiğini belirterek geri çevirme kararı vermiştir.
18. Söz konusu dilekçe ve Yargıtayın geri çevirme kararı 19/12/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
19. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin kapatılması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 16/2/2017 tarihli kararında, davalı bankada ikramiye ödemesinin bulunduğu gözden kaçırılarak karar verildiğini açıklamak suretiyle onama kararını ortadan kaldırmıştır. Gerekçede, 6772 sayılı Kanun bakımından işveren, işçi ve ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmış ve mahkeme kararı ücret yönünden hatalı bulunmuştur. Yargıtay Dairesince 6772 sayılı Kanun'un 1. ve ek 1. maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında bir maaş tutarında olmak üzere yılda dört defa ikramiye ödemesi bulunması durumunda davacının ilave tediye alacağı hakkının doğmayacağı yani ikramiye ödemeleriyle birlikte ilave tediye ücretinin de ödendiğinin kabul edilmesi gerekeceği, buna göre davacının bordroları celbedilerek yapılacak değerlendirme sonrası karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
20. Mahkeme, bozma kararını taraflara tebliğ etmiş; başvurucu vekili duruşmalara mazeret bildirerek katılmamış, bozma kararına direnme kararı verilmesini dilekçe ile talep etmiştir. Mahkeme 21/6/2017 tarihli duruşmada bozmaya uyarak davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesinde; bozma ilamı doğrultusunda yapılan inceleme neticesinde başvurucuya davalı banka tarafından yılda dört kez maaş tutarında ikramiye ödendiği, bu hâliyle ikramiye ödemeleri ile ilave tediye ücretinin de ödendiği, bu nedenle davanın reddine karar verildiği belirtilmiştir.
21. Davacının temyiz talebi üzerine hüküm Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
22. Başvurucuya 12/4/2016 tarihli onama ilamı sonrası ödenen 19.033,56 TL'nin iadesi talebiyle icra takibi yapılmış, başvurucu parayı 16/3/2018 tarihinde ödemiştir.
23. Nihai karar başvurucuya 9/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucu 6/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesi şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."
26. 6100 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı 303. maddesi şöyledir:
"1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir."
27. 6100 sayılı Kanun’un "Hükmün tashihi" kenar başlıklı 304. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.”
28. 6100 sayılı Kanun'un ''Hükmün tavzihi'' kenar başlıklı 306. maddesi şöyledir:
"(1) Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir.
(2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez."
29. 6100 sayılı Kanun'un ''Tavzih talebi ve usulü'' kenar başlıklı 307. maddesi şöyledir:
"(1) Tavzih, dilekçeye tarafların sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeden istenebilir. Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur.
(2) Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir.
(3) Mahkeme tavzih talebini yerinde gördüğü takdirde 304 üncü madde uyarınca işlem yapar."
30. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesinin son fıkrası şöyledir:
" Yargıtayın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz."
31. 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
''12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır''
2. Yargıtay Kararları
32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2/7/2003 tarihli ve E.2003/21-425, K.2003/441 sayılı ilamı şöyledir:
“ ...
Şu duruma göre; sorunun çözümü yönünden öncelikle iş davalarına ilişkin, Yargıtay’ca verilen kararların maddi yanılgıya dayalı düzeltilmelerinin mümkün bulunup bulunmadığı ve maddi yanılgı kavramının öncelikle ortaya konması gerekir.
İş Mahkemeleri Kanununun 8. maddesi hükmüne göre Yargıtay’ın verdiği kararlara karşı karar düzeltme yolu bulunmamaktadır. Ne var ki, Yargıtay’ın bugüne kadar ki uygulamasında kabul edildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır.
Gerçekten; maddi yanılgı kavramından amaç; [h]ukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa, inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin Kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılanma sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar edilmesi ve maddi gerçeğin gözardı yapılması, yargıya duyulan güven ve saygınlığı sarsacağı gibi, Adalete olan inancı ortadan kaldırır ve yok eder.
Bu nedenledir ki; Yargıtay; bugüne değin maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltmesini kabul etmiştir. Bu yönde sayısız daire kararları olduğu gibi çok kısa bir süre önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 günlü Esas:2002/10-895, Karar:2002/838 sayılı kararında gösterildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı Onama ve Bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı, iş mahkemelerince verilen kararlara karşı karar düzeltme yolunun kapalı oluşunun maddi yanılgıya dayalı yargı kararlarının düzeltilmesine engel olamayacağı, hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel ilkelerine ters düşeceği, maddi gerçeğin her zaman için adli gerçekten önce geleceği kabul edilmiştir. Kaldı ki; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası günün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Yarım asır önce yapılmış, üstelik önemli maddelerinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği bir Yasal düzenlemenin bütünlüğünün bozulduğu ve bu yönde yeni düzenleme yapılmasının gerçeği de ortadadır. Bu arada ilave edilmelidir ki, iş davalarının nitelik ve nicelik itibariyle alanlarının genişlediği ve yeni boyutlar kazandığı bilinen bir gerçektir.
Sonuç olarak; kimi açık maddi yanılgıya dayalı ve yanlışlığı son derece belirgin haksız ve adaletsiz sonuçların giderilmesi kamu düzeni açısından zorunludur.
...”
33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2018 tarihli ve E.2017/14-2534, K.2018/88 sayılı ilamı şöyledir:
"Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 6100 sayılı HMK’nın 303/1. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre; 'Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.'
Kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.
...''
34. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11/4/2019 tarihli ve E.2016/7-9-360, K.2019/450 sayılı ilamı şöyledir:
" Kesin hüküm şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.
Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihai karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).
Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurma ya da eski hâle getirme mümkün ise bu yollarla şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E.-2018/88 K., 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. ile 06.11.2018 tarihli ve 2016/22-388 E.-2018/1607 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.
Gerek 1086 sayılı Kanun'da gerekse 6100 sayılı HMK'da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen 'kesin' 'kesinleşme' 'kesinleşmiş' sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
..."
35. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/11/2018 tarihli ve E.2016/22-388, K.2018/1607 sayılı ilamı şöyledir:
"...Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208).
Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 13.03.2013 gün ve 2013/5-10 E.-2013/548 K., 13.04.2011 gün ve 2011/9-72 E.- 2011/99 K., 13.04.2011 gün ve 2011/9-101 E.- 2011/128 K., 19.06.2015 gün ve 2013/21-2361 E.-2015/1728 K., 23.10.2002 gün ve 2002/10-895 E.- 2002/838 K., 02.07.2003 gün ve 2003/21-425 E.-2003/441 K., 29.11.1995 gün ve 1995/19-819 E.-1995/1028K., 24.05.1995 gün ve 1995/9-348 E.-1995/556 K., 14.03.1986 gün ve 1984/2-714 E.-1986/246 K. ve 15.10.1986 gün, 1986/6-491 E.-1986/876 K. ve 10.06.1983 gün ve 1981/10-323 E.-1983/652 K.sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 30.11.1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.
Öte yandan somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8'inci maddesinin son fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak, maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır. Onama ve bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunması hâlinde dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira, yukarıda da ifade edildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak evrensel hukukun temel ilkelerini ihlal edeceğinden, karşı taraf yararına sonuç doğurması olanaklı değildir.
Ne var ki bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 30.11.1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir. Aynı görüş HGK'nın 20.01.1988 gün ve 1988/1-249 E.-1988/28 K., 20.12.1989 gün ve 1989/12-539 E.-1989/662 K., 15.12.1990 gün ve 1990/1-450 E.-1990/608 K. ile 09.03.1994 gün ve 1993/17-889 E.-1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
...Bununla birlikte 1086 sayılı Kanun döneminde açılan işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin bir davada verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı olup maddi hata düzeltim isteminde bulunulması mümkün ise de, yukarıda belirtilen Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgıların bulunması gerekecektir.
... "
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07..., 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir.
38. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu açıdan Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında herhangi bir yargı kararının icrası, yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir (Metaxas /Yunanistan, B. No: 8415/02, 27/5/2004, § 25).
39. Mahkeme kararının uygulanabilirliği sorununu hukuki kesinlik ilkesiyle bağlantılı gören AİHM, hukukun üstünlüğünün temel yönlerinden birinin hukuki kesinlik ilkesi olduğunu ve bunun kesin hükme (res judicata) saygı duyulması anlamına geldiğini, bu ilke gereği nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının sorgulanmaması, yeniden gözden geçirilememesi gerektiğini ifade etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, § 61; Ryabykh/Rusya, B. No: 52854/99, 24/7/2003, § 52).
40. Yine AİHM bir davada; hiçbir tarafın nihai ve bağlayıcı bir kararın gözden geçirilmesini isteme hakkının bulunmadığını, bu hususta yüksek mahkemelerin ancak temel noksanlıkların düzeltilmesi amacıyla karar verebileceğini ve bu durumun kesin bir kararın yeniden incelenmesi şeklinde olamayacağını, yalnızca önemli ve zorlayıcı koşulların varlığı hâlinde bu ilkeden ayrılınabileceğini belirtmiştir (Driza/Arnavutluk, B. No: 33771/02, 13/11/2007, § 64)
41. Ryabykh/Rusya başvurusunda, Novooskolskiy Bölge Mahkemesi 8/6/1998 tarihinde başvurucu lehine bir karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir. Belgorod Bölge Mahkemesi ise 19/3/1999 tarihinde verdiği kararla Novooskolskiy Bölge Mahkemesinin dava konusu olayda kanun hükmünü yanlış uyguladığını belirterek 8/6/1998 tarihli kesin kararı ortadan kaldırmıştır. AİHM, başvuruyu mahkeme hakkı bağlamında ele almış; mahkeme hakkının bir yönünün mahkemeye erişim yani dava açma hakkı ile ilgili olduğunu, bunun yanında bir tarafın aleyhine olacak şekilde nihai ve bağlayıcı bir yargı kararının ortadan kaldırılmasının bu hakkın kullanımını etkisiz hâle getireceğini, Sözleşme'nin 6. maddesinin yargı kararlarının uygulanmasını da güvence altına aldığını belirterek kesinleşmiş bir mahkeme kararının başka bir mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasının başvurucunun mahkeme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (Ryabykh/Rusya, §§ 53-58).
42. İş uyuşmazlığında maddi hata düzeltim yoluyla kesinleşmiş kararın kaldırılarak uyuşmazlığın esasının tekrar ele alınıp yeni hüküm kurulmasını konu alan Tığrak/Türkiye (B. No: 70306/10, 6/7/2021) başvurusunda AİHM, Yargıtayın yargısal sürecin sona erdiği bir davada nihai kararın varlığına rağmen davalı bankanın karar düzeltme talebini kabul ederek kararı ortadan kaldırıp yeniden yargılama yapılmasının hukuki belirlilik ilkesine aykırı olduğunu belirtmek suretiyle Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Tığrak/Türkiye, § 63).
43. AİHM, hukukun üstünlüğünün bir parçası olan hukuki kesinlik ilkesinin kesin hükme saygı (res judicata) ilkesini de öngördüğünü ve nihai kararların sorgulanmamasını temin ettiğini açıklamıştır. Kesin hükme saygı (res judicata) ilkesi nihai bir mahkeme kararı verildikten sonra tekrar duruşmalar yapılarak yeni bir karar verilmesini engeller. Kesin hükmün önemli ve zorlayıcı bir sebep olmaksızın bozulması kesin hükme saygı (res judicata)ilkesine aykırıdır (Vardanyan ve Nasuhyan/Ermenistan, B. No: 8001/07, 27/10/2016, §§ 69-71).
44. AİHM bağlayıcı ve uygulanabilir bir mahkeme kararının temel bir yanlışlığın düzeltilmesi için ortadan kaldırılabileceğini belirtmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, B. No: 57818/09..., 7/2/2017, § 500). AİHM, iç hukukun yanlış uygulanmasının veya olayların yanlış değerlendirilmesinin içtihat hukuku anlamında temel bir yanlışlık teşkil etmediğini ve hukuki kesinlik ilkesinden ayrılmayı haklı kılmayacağını ifade etmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, § 503).
45. AİHM, yüksek mahkemelerin hukuki hataları düzeltebileceğini ancak yeni bir inceleme yapamayacağını ifade etmiştir. AİHM temel bir yanlışlığı düzeltmek veya adaletin yanlış tecellisini engellemek için hukuki kesinlik ilkesinin sınırlarının zorlanabileceğini ancak ilgili devletin bu amacı göstermeyerek kesin hükmü ortadan kaldırmasının ihlal oluşturacağını açıklamıştır (Amirkhanyan/Ermenistan, B. No: 22343/08, 3/12/2015, §§ 33, 39, 40).
b. Mülkiyet Hakkı Yönünden
46. AİHM, yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin 6. maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).
47. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan tekrar gözden geçirilmek suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.) [BD], B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
48. Anayasa Mahkemesinin 27/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun iddiaları
49. Başvurucu; maddi hata dilekçesi üzerine esasa girilerek kesinleşen kararın hukuk düzeninde olmayan bir usulle bozulduğunu, kesinleşen karara duyulan güvenin zedelendiğini, yargılama süresinin uzamasına neden olunduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
50. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Usulen kesinleşmiş olan bir mahkeme kararının hukuk düzeni tarafından tüm sonuçları ile birlikte tanınması adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Kesin hükmün varlığı ile birlikte o kararın hukuk düzeninde doğuracağı sonuçlarının sorgulanmaması gerekir. Dolayısıyla kesinleşmiş bir kararın hukuk düzeninde var olmayan bir yöntemle ortadan kaldırılması başlı başına kararın icra edilmemesi sorununu ortaya çıkaracaktır. Kesinleşmiş bir kararla lehine hak tanımış olan bir kişinin sonuç itibarıyla o kararın sağladığı faydadan mahrum bırakılması adil yargılanma hakkına aykırı sonuçlar ortaya çıkarabilir. Başvuru konusu olayda kesinleşmiş bir mahkeme kararı usule uygun olmayan bir yöntemle ortadan kaldırılmış; netice olarak kişi, kararın sağladığı haklardan mahrum bırakılmıştır. Bu nedenle şikâyetin adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeleler
53. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
54. Anayasa Mahkemesi iptal veya itiraz yoluyla gündemine gelen davalarda, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2006/61, K.2007/91, 30/11/2007; AYM, E.2014/73, K.2014/98, 22/5/2014).
55. Anayasa Mahkemesi, bu kavramların içeriğini kararlarında tanımlamış; kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesinin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığını, belirlilik ilkesinin ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade ettiğini belirtmiştir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
56. Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarında hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olarak kuralların öngörülebilir olması gerektiğinden açıkça bahsetmiş; hukuk güvenliğinin temel hak güvencelerinde korunan ortak değer olduğunu, hukuk devletinde hukuk normlarının öngörülebilir olması ve bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesi gerektiğini ifade etmiştir (AYM, E.2008/19, K.2010/17, 28/1/2010).
57. Kesin hükme saygı ilkesi, yürürlükteki kurallara göre çözümlenen bir konunun o konunun ilgilileri arasında -kanunun öngördüğü iade-i muhakeme gibi ayrık durum dışında- yeniden incelenmesine engeldir. Değişik kanunlarda yer alan bu hukuksal kurum, yargı alanında kararlılık sağlamak amacına bağlanmaktadır. Biçimsel ve nesnel anlamda tanımları yapılan bu kurumun ögeleri; yargı kararlarına tanınan bir nitelik olması, bu niteliğin yasalarla tanınması ve yargı kararına uyulması zorunluluğudur (AYM, E.1988/36, K.1989/24, 2/6/1989).
58. Kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/1313, 26/2/2015, §§ 53, 54; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
59. Kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında önceki bir davada verilmiş bir kesin hüküm ile bağlı olup aynı davayı bir daha göremezler. Açılan bir dava hakkında kesin hükmün bulunmaması dava şartlarındandır ve taraflar bu konuda usule ilişkin bir itiraz hakkına sahiptirler (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No, § 54).
60. Bir mahkeme kararının kesin hüküm mahiyetini alabilmesi için genel olarak üç koşul aranmaktadır. Bunlardan birincisi kesin hüküm sayılan bir mahkeme kararının bulunmasıdır. Tespit ve tedbir kararları ile icra mahkemesi kararları kesin hükmün bağlayıcılığı kudretini haiz değildir. İkinci olarak kesinleşen kararın taraflar arasında mevcut olan bir ihtilafı çözmek amacıyla verilmesi gerekir. Dolayısıyla bir anlaşmazlığı çözmeyen, hasımsız olarak verilen bazı veraset davaları kesin hüküm mahiyetini haiz değildir. Üçüncü olarak söz konusu kararlar nihai olmalıdır. Kararların nihailiği mahkemenin tarafların iddia ve savunmalarını dinleyerek ve delilleri değerlendirerek bu hususta son kararını vermiş olması anlamına gelmektedir. Bir kararın maddi anlamda kesin hüküm niteliğini haiz olması ve bu konuda kesin hüküm itirazında bulunulabilmesi için davanın taraflarının, konusunun ve sebeplerinin aynı olması gerekmektedir (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., § 54).
61. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenleme ve uygulamalar bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir (Mustafa Ekşi, B. No: 2014/7711, 24/1/2018, § 27).
62. Kesin hükme saygı, uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin bir gereğidir (Arman Mazman, § 65).
63. Adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olan kesin hükme saygı ilkesi, kesinleşmiş bir mahkeme hükmüyle bireylere tanınan statüye (hak ve borçlara) hukuk düzenince istisnai durumlar dışında müdahale edilmemesini gerekli kılar. Bunun sonucu olarak mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine dayanarak aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdır. Kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesi mutlak değildir. Bazı istisnai durumlarda kesin hükme müdahale edilmesine hukuk sistemleri cevaz verebilir. Nitekim usul hukukunda sınırlı hâllerde uygulanmak üzere buna yönelik bazı müesseseler (hükmün tavzihi, tashihi, tamamlanması, yargılamanın yenilenmesi, kanun yararına temyiz) öngörülmüştür. Bunun dışındaki müdahalelerin olağan yargısal süreçteki gibi deliller yeniden değerlendirilerek kesin hükmün esastan yeniden incelenmesi sonucunu doğurmaması gerekir.
64. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş mahkeme kararının yok hükmünde kabul edilerek icra edilmemesi meselesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede kesin ve bağlayıcı olan mahkeme kararının taraflardan biri açısından işlemsiz hâle getirilmesinin adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini ancak her somut olayın koşullarında değerlendirileceği üzere uyulması beklenen kesin hükmün de hukukun temel esaslarına, hakkaniyet ve adalet ilkelerine aykırı verilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Remzi Saldıray, B. No: 2016/2377, 24/2/2021, § 44). Aksi durumda kesinleşmiş mahkeme kararlarının sürekli sorgulanarak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri zedelenecek, bireylerin hukuk sistemine olan güvenleri sarsılabilecektir.
65. Bununla birlikte kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahaleyi gerekli kılan önemli ve zorlayıcı koşulların varlığının somut gerekçelerle ortaya konulması hâlinde örneğin kararın hukukun temel ilkelerine açıkça aykırı verilmiş olması gibi hâllerde kesin hükme müdahale edilmesi için söz konusu istisnai koşulların uygulanabilmesine yönelik kanunla usule ilişkin müesseselerin oluşturulmasının da gerekli olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin bir gereği olarak kesin hükmün ortadan kaldırılmasının şartlarının ve usullerinin kanunda açıkça düzenlenmesi zorunludur. Bu bağlamda hangi süre içinde bu yola başvurulabileceği kanunda tereddüte mahal bırakmayacak bir şekilde gösterilmeli ve söz konusu süre, makulün ötesine geçmemelidir.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
66. Somut olayda işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Kesinleşen bu hükme dayanılarak başvurucuya dava konusu bedel ödenmiştir. Davalının maddi hata incelemesi talebi üzerine Yargıtay, çalıştığı dönemde davalı banka tarafından başvurucuya ikramiye ödemesi yapıldığı hususunun gözden kaçırıldığını, bu nedenle 12/4/2016 tarihli onama kararının maddi hataya dayalı olarak verildiğini belirterek davacıya ikramiye ödemelerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla onama kararını kaldırarak hükmü bozmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada davanın reddine karar verilmiş ve bu karar onanarak kesinleşmiştir.
67. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre ilk derece mahkemesi kararlarına karşı istinaf, temyiz ve karar düzeltme olağan kanun yolu, yargılamanın yenilenmesi ile kanun yararına temyiz olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı mülga Kanun'da iş mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme kanun yolu ihdas edilmemiştir. Dolayısıyla yürürlükteki mevzuata göre kesinleşmiş olan mahkeme kararının maddi hata denetimi adı altında yeniden delil değerlendirilmesi yapılarak hükmün esasını değiştirecek şekilde kanun yolu denetimine tabi kılınması mümkün değildir.
68. 6100 sayılı Kanun'un 304. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre maddi hata düzeltim yoluyla ancak yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar düzeltilebilir. Maddi hata düzeltim yoluyla ancak mahkeme hükmünde yer alan maddi hatalarla sınırlı bir düzeltme yapılabilir. Dolayısıyla maddi hata yoluyla hükmün ortadan kaldırılması ve uyuşmazlığın esasını tekrar karara bağlayacak şekilde yeniden yargılama yapılması mümkün değildir.
69. Yargıtay kararlarında, şeklî anlamda kesinleşen kararlara yönelik açık maddi hatanın varlığı gerekçe gösterilerek müdahale edilmesinde iki temel noktaya vurgu yapılmıştır: Buna göre Yargıtayca verilen kararın (onama/bozma) hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında tamamen maddi olgulara yönelik olarak ilk bakışta açık ve belirgin olarak anlaşılabilmesi, ayrıca bu hatanın yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen yanlışlıklar içermesi gerekmektedir. Bu durumda karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak doğmayacak, bu tür açık hatalarda maddi gerçek gözardı edilemeyecek ve karara müdahale edilebilecektir. Ancak Yargıtay bu şekilde yapılacak müdahalenin de sınırını belirlemiştir. Maddi hata denetimi altında delillerin değerlendirilmesi ve hukuki nitelendirilmede hata yapıldığı gerekçesiyle kesinleşmiş olan mahkeme kararına müdahale edilmesi mümkün değildir (bkz. §§ 32-35).
70. Bu yönüyle şeklî anlamda kesinleşen ve maddi anlamda da kesin hüküm gücüne ulaşan kararla ilgili yeniden delil değerlendirmesi yapılmak suretiyle maddi hata denetimi adı altında davanın tekrar kanun yolu denetimine tabi tutulması ve bu suretle kesin hükmün ortadan kaldırılması mümkün değildir. Buna göre incelenen kararda kanunla belirlenen her hangi bir objektif kriter olmaksızın maddi hata adı altında kesinleşmiş mahkeme kararına müdahale edilmesine imkân tanındığı anlaşılmaktadır. Bu durum kesin hükmün otoritesini ortadan kaldıran ve kanunda olmayan bir yasa yolunun ihdası anlamına gelmektedir.
71. Başvuru konusu dava sürecinde davalı taraf, başvurucuya ikramiye ödediği vakıasını ve buna ilişkin delillerini ileri sürmemiştir. Ayrıca olağan kanun yolu aşmasında da bu hususu dile getirmemiştir. Dairece bu kapsamda değerlendirme yapılarak onama kararı verilmiştir. Hükmün kesinleşmesinden bir süre sonra davalı bankanın yargılama sırasında ileri sürmesi ve mahkemece bu süreçte esastan değerlendirilmesi gereken bir iddiaya dayanarak verdiği maddi hata dilekçesine göre Yargıtay, dosyayı yeniden ele almak suretiyle esastan inceleme yapmıştır.
72. Dairenin usul hukukunda öngörülmemiş bir yöntemle kanuni dayanağı olmaksızın kesinleşmiş hükme müdahale edilmesini gerektirecek zorlayıcı ve istisnai durumları yine usul hukukunda öngörülen müesseseler çerçevesinde objektif ve kabul edilebilir ölçüde ortaya koymadan başvurucunun lehine olan nihai, bağlayıcı mahkeme kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde bozma kararı verdiği anlaşılmıştır. Başka bir ifadeyle kesin nitelikteki mahkeme hükmünün icra edilebilirliğinin yeni bir mahkeme kararıyla etkisiz hâle getirilmesi suretiyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
74. Başvurucu, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açmış olduğu dava lehine sonuçlandığı hâlde kesinleşmiş mahkeme kararı ile hüküm altına alınan ve kendisine ödenen alacağın banka tarafından maddi hata düzeltim dilekçesi verilmesi ve kesin hükme aykırı bir şekilde Yargıtay tarafından yeniden yapılan değerlendirme sonucu aleyhine karar verilmesi nedeniyle ilk başta ödenen bedelden yoksun kaldığını belirterek Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
75. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
76. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
77. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
78. Somut olayda kesinleşmiş mahkeme kararına istinaden başvurucuya yapılan ödemenin Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
79. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkünün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
80. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
81. Başvuru konusu olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun mahkeme kararıyla lehine hükmedilen tazminatı iade etmek zorunda kaldığı, dolayısıyla kesinleşmiş bir mahkeme kararının icrası kapsamında korunması gereken bir haktan yoksun bırakıldığı anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi yargı kararlarının icra edilmemesi yönündeki benzer şikâyetleri mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, § 57). Somut olayda da bu ilkeden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
(1) Genel İlkeler
82. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
''Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
83. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
84. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
85. Somut olayda başvurucunun ilave tediye talebiyle açtığı davada Mahkeme; davalı Bankanın kamu kurumu niteliğinde olduğunu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağını belirterek başvurucuya 19.033,56 TL ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu tahsil ettiği bu bedeli, Yargıtay tarafından kesinleşen hükmün ortadan kaldırılması nedeniyle davalı bankaya ödemiştir.
86. Başvurucu netice olarak mahkeme kararıyla elde ettiği tazminatı iade etmek zorunda bırakılmıştır.
87. Söz konusu kesinleşmiş yargı kararının sonuçları itibarıyla davanın tüm taraflarını ve yargı mercilerini bağladığı kuşkusuzdur. Uyulması beklenen kararın adalet ve hakkaniyet ilkelerine açıkça aykırı verildiği ortaya konulmamıştır. Sonuç olarak başvuru konusu yargılama sürecinde yukarıda belirtilen hususlar (bkz. §§ 20, 66) dikkate alınmadan kesinleşmiş yargı kararına müdahale edilerek banka tarafından yılda dört kez maaş tutarında ikramiyenin ödendiğinin tespit edilmesiyle ilave tediye ücreti talebine ilişkin davanın reddine karar verilmiştir. Bu itibarla kanunda dayanağı bulunmayan bir uygulamayla, kesinleşmiş mahkeme kararı uyarınca ödenen bedelin kesin hüküm ortadan kaldırılarak iadesine karar verilmesi şeklindeki müdahalenin kanunilik unsurundan yoksun olduğu kanaatine varılmıştır.
88. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
89. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
90. Başvurucu, ihlalin tespitine ve yeniden yargılama yapılması ile 19.033,56 TL maddi tazminata ve 15.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
93. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
94. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Yargıtay dairesi kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
95. Bu durumda adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Yargıtay dairesine gönderilmek üzere Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
96. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla ilgili Yargıtay dairesine gönderilmek üzere Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (E.2017/40, K.2017/292) GÖNDERİLMESİNE,
E. 294,70 TL harcın başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.