KIRMIZI IŞIKTA VE FRENE BASMADAN GEÇMEK HER ZAMAN TEDBİRSİZ BİR HAREKET DEĞİLDİR
TC
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
2018/473 E.
2020/225 K.
..............
Somut olayımızda; suça sürüklenen çocuk son derecede ağır kusurludur. Bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması durumunda, hükmedilebilecek ceza adalet duygusunu tatmin etmemiş olabilir. Ancak bu yasa koyucunun tercihidir. Yasayı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bir olayda adaleti sağlamak için, ceza normlarının aleyhe yorumlanması suretiyle eylemin niteliğinin değiştirilmesi halinde yasanın kendi içerisindeki sistematiği bozulacağından, bu seferde benzer ihlaller ya da daha ağır ihlaller için farklı mahkemelerin doğal olarak farklı adalet anlayışına göre hükmedilebilecek cezalar yönünden orantılılık ve eşitlik ilkesinin bozulması gündeme gelebilir. Örneğin somut olayımızda suça sürüklenen çocuk yumrukla kasten herhangi bir kişiyi aynı şekilde yaralamış olsaydı, TCK’nın 86/1, 87/1, 31/3 maddeleri ile en az 2 yıl hapis cezasına hükmedilecek ve sonuç itibariyle somut olayımızda olası kastla yaralamaya sebebiyet vermek suçundan verilebilecek asgari düzeydeki 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasının altında kalarak adalet duygusunu zedeleyecekti. Zira kusur ilkesini benimseyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa göre, kasten işlenen suçlardaki kusur durumunun, olası kastla işlenen suçlardaki kusur durumundan çok daha ağır olacağı bizzat yasa koyucu tarafından çok net bir şekilde düzenlenmiştir. ( TCK’nın 21/2 maddesi). Ceza siyasetini belirleme yetkisi ve görevi bulunan yasakoyucu tarafından konulan hukuki normlar yorumlanırken, olabildiğince adalet ve hakkaniyet amaçlanarak her uygulayıcının aynı olay karşısında aynı yoruma ulaşması sağlanacak şekilde bir sonuca ulaşılmalıdır. Suça sürüklenen çocuk, kamera kayıtlarından izlendiği üzere, yolun ortasından itibaren aniden koşmaya başlayan mağduru görmediği için yolun boş olan yerinden geçebilirim düşüncesiyle kırmızı ışığa rağmen hızını azaltmamış olabilir. Mevcut hızla fren yapması halinde çok daha üzüntü verici sonuçların ortaya çıkması da ihtimal dahlindedir. Bu durumda suça sürüklenen çocuğun frene basmaması, hiçbir tedbire başvurmadığının ve buna bağlı olarak neticeyi göze aldığının göstergesi olamaz. Zira duramayacağı bir mesafede frene basması ya da yavaşlaması halinde, çok daha üzücü sonuçların ortaya çıkması ihtimali de mevcuttur. Suça sürüklenen çocuğun yaşı küçük mağduru aniden koşarken gördüğü bir sırada duramayacağını düşünerek yolun boş olan sağ tarafından hızlı bir şekilde geçme düşüncesi kendi hayat tecrübesine göre alınmış bir tedbir olarak ta yorumlanabilir. Ancak bu duruma gelinceye kadar sürücü belgesinin olmaması, yaşının küçük olması, kavşağa girerken kırmızı ışık yanmasına karşın durmaması ve şehir içerisinde hız sınırının çok üzerinde seyretmesi çok ağır kusurlardır. Bu kadar ağır kusurlara rağmen bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması sonucunda ortaya çıkacak ceza kamu oyu vicdanını tatmin etmese de, yasanın sistematiği ve benzer olaylardaki içtihatlar ile çelişecek şekilde sırf adaletin tesisi gibi son derece ulvi bir düşünceden kaynaklansa dahi olası kast hükümlerinin uygulanması da kanaatimizce kanunilik ve eşitlik ilkelerine aykırı olacaktır. Örneğin somut olayımızda suça sürüklenen çocuğun eyleminin, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2016/250 K sayılı ilamına konu olayda; bölünmüş yola ters yönden giren, aşırı derecede alkollü olan, aracın farlarını dahi söndüren ve yolun orta bölümünde karşı yönden gelmekte olan araca çarpan sanığın eyleminden daha ağır kusurlu olmadığı da bilinen bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zira bölünmüş yola ters yönden girerek aşırı derecede alkollü vaziyette aracın farlarının da kapatarak yolun orta bölümüne yakın bir yerde seyreden sanığın kazaya sebebiyet verme ihtimalinin, somut olayımızdaki kazanın meydana gelme ihtimalinden çok daha fazla olabileceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. 2016/250 K sayılı ilamda; üç ağır ihlalde bulunan sanığın eylemi bilinçli taksir olarak değerlendirilirken, somut olayımızda suça sürüklenen çocuğun eyleminin olası kast olarak değerlendirilmesi kanatimizce hukuki güvenlik ilkesinin zedelenmesine yol açacaktır.
Sonuç itibariyle ; somut olayımızda suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 89/1, 22/3, 31/3 maddeleri ile uyglama yapılması gerekirken, eylemin olası kastla işlendiğinden bahisle yerel mahkemece verilen direnme kararının bozulması gerekirken direnme kararının yerinde olduğundan bahisle uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmesine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna sayın çoğunluğunun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
2- Yerel Mahkemenin, Özel Dairenin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin direnme kararının yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediği,
Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda, Özel Dairenin “Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporu ile İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaa arasındaki çelişki giderilmeden eksik inceleme ile, hüküm kurulmasına," ilişkin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin herhangi bir direnme nedeni gösterilmeden ve bu bozma nedenine niçin uyulmadığı açıklanmadan direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Anayasamızın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağında kuşku yoktur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkeme tarafından CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlığa ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda, Özel Dairenin “Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporu ile İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaa arasındaki çelişki giderilmeden eksik inceleme ile, hüküm kurulmasına," ilişkin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin herhangi bir direnme nedeni gösterilmeden ve bu bozma nedenine niçin uyulmadığı açıklanmadan direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, direnme kararına konu hükmün Özel Dairenin eksik araştırmayla hüküm kurulmasına dair (2) sayılı bozma nedenine ilişkin yasal ve yeterli direnme gerekçesi gösterilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 02.05.2014 tarihli ve 1951 sayılı raporunun çelişki içerip içermediğinin, bu bağlamda eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin üçüncü uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 21-142 sayılı mahkûmiyet hükmünde gösterilen; sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğuna ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 21-142 sayılı mahkûmiyet hükmünün Özel Dairenin eksik araştırmayla hüküm kurulmasına dair (2) sayılı bozma nedenine ilişkin yasal ve yeterli direnme gerekçesi içermemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.05.2020 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık konusu yönünden oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık konusu yönünden ise oy birliğiyle karar verildi.