MAHKÛMİYETTE TEK VEYA BELİRLEYİCİ DELİLİNİN SORGULANAMAYAN TANIK BEYANI OLMASI
Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları adil yargılanma hakkı güvenceleriyle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur.
Anayasa Mahkemesi tanık sorgulama hakkıyla ilgili olarak verdiği kararlarında somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen tanık beyanlarının delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre ilk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedenin mevcudiyetine dayanmalıdır. İkinci olarak sanığın sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı tanık tarafından verilen beyanın mahkûmiyetin dayandığı tek veya belirleyici delil olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Sorgulama veya sorgulatma imkânı tanınmayan tanığın beyanının tek veya belirleyici delil olduğunun tespit edilmesi durumunda ise üçüncü aşama olarak savunma tarafının maruz kaldığı bu olumsuzluğun telafi edilmesi amacıyla yeterli düzeyde karşı dengeleyici güvenceler sağlayan bir usulün yürütülüp yürütülmediği ortaya konulmalıdır. Bu kapsamda, hükme ulaşılırken sorgulanmamış tanık beyanını destekleyen başka doğrulayıcı delillere dayanılması telafi edici güvencelerden biri olarak kabul edilebilir. Sorgulanmayan tanığın beyanının güvenilirliğinin ve doğruluğunun saptanması amacıyla savunma tarafına sağlanabilecek bir diğer telafi edici güvence, sanığa olayın kendi versiyonunu anlatma ve delillerini sunma imkânının tanınmasıdır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MESUT ÇEKİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/6944) |
|
Karar Tarihi: 24/3/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Alparslan ALTAN |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
Mesut ÇEKİ |
Vekili |
: |
Av. Can TOMBUL |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; haksız olarak tutuklu kalması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, başka bir davada yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması ve yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/1/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (5190 sayılı Kanun ile görevli) yürütülen soruşturma kapsamında 3/10/2004 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır.
10. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (5190 sayılı Kanun ile görevli) 5/10/2004 tarihli ve 2004/1246 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) adlı örgütün üyesi olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir.
11. Başvurucu ve diğer dört şüpheli hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (5190 sayılı Kanun ile görevli) 15/3/2005 tarihli ve E.2005/5190-62 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak, silahlı terör örgütüne üye olmak" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
12. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 31/1/2008 tarihli ve E.2005/91, K.2008/32 sayılı kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir.
13. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 6/5/2009 tarihli ve E.2008/17004, K.2009/5508 sayılı ilamı ile "sanıklara atılı her bir eylem yönünden eylem evrakı, savunmalar, maddi kanıtlar ve başka dosya sanıklarına ait ifadelerin sübuta ilişkin kabuller çerçevesinde tutarlı bir biçimde tartışılması, çelişkilerin giderilmesi, maddi gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde elverişli kanıtlarla ortaya konularak, her bir sanığın sabit görülen eylemlerinin neler olduğu, hangi eylemlere ne şekilde katıldıkları açıkça belirlenerek, hangi delillerle bu sonuca varıldığının tartışılıp değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulduğu..." gerekçesine dayanılarak bozulmuştur.
14. Bozma üzerine Mahkemenin 28/8/2012 tarihli ve E.2009/275, K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun "silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak" suçundan 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucu ve müdafiinin yüzüne karşı verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık Mesut ÇEKİ’nin yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün yöneticisi konumunda olup kendisiyle birlikte örgüt içerisinde yönetici konumunda olan diğer sanıklar T. L.ve N. Ş. ile irtibatlı olduğu, örgüte ait hücre evlerin kiralanmasında görev alarak diğer sanık N. Ş. ile birlikte hareket ettiği, sanık N. Ş. yi üçüncü kişilerin şüphelenmemesi için kız kardeşi olarak tanıttığı, Ankara İli Yenimahalle İlçesindeki hücre evine yapılan operasyon neticesinde, CD. naylonu üzerinde sanık Mesut ÇEKİ’nin sol el baş parmak izi tespit olunduğu, Adana DGM.nin 1997/130 Esas sayılı dava dosyasında yargılanan H. M., Ö. T. Y., C. A., M. S., C.K., M. A. H., D. E ve Ö. S. nin beyanları çerçevesinde sanık Mesut ÇEKİ’nin örgütün Adana KGÖ sorumlusu olduğunu, Adana Mersin bölgesindeki birçok yasadışı korsan gösterinin eylem ve talimatını vererek birçok gösteriyi yönettiği, örgüte eleman kazandırdığı, eleman temin etmek amacıyla kamp adı altında siyasi eğitim ve propaganda amacıyla faaliyetleri düzenleyerek bizzat yönettiği, gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek ve gizliliğinin temin etmek maksadıyla Hüseyin-Tamer Kod adlarını kullandığı, yakalandığı gün yanında örgütün üst düzey yönetici konumunda olan T. L.ve N. Ş. ile birlikte Eskişehir Ankara karayolunun 30. kilometresinde giderken araç içerisinde yakalandıkları, sanık Mesut ÇEKİ’nin yakalandığı esnada üzerinde hakkındaki adli ve cezai kovuşturmadan kurtulmak maksadıyla kendi resminin basılı olduğu H. C. D. sahte kimliğiyle yakalandığı hususu sübûta ermiştir.
...
sanık Mesut ÇEKİ’nin yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün Adana KGÖ [Komünist Gençlik Örgütlenmesi] sorumlusu olduğu, Adana Mersin illerinde değişik tarihlerde gerçekleşen yasa dışı korsan gösterilerin talimatını vererek yönettiği, örgüte eleman kazandırdığı, eleman kazanmak amacıyla kamp adı altında siyasi eğitim ve propaganda faaliyetlerini yönettiği, gizliliğinin temin etmek maksadıyla Hüseyin-Tamer Kod adlarını kullandığı, yakalandığı gün üzerinde H. C. D. adına düzenlenmiş sahte kimliğin ele geçirildiği, sanığın örgütün eylem ve faaliyetlerinde kullanmak maksadıyla sahte isimlerle ev kiraladığı, yine örgütün yöneticilerinden olan T. L. ve N. Ş. ile irtibatlı olması şeklindeki eylem ve faaliyetlerinin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk göstererek örgütle organik bağ oluşturmak suretiyle örgüt üyeliği suçunu oluşturduğu, sanığın örgütün Adana KGÖ sorumlusu olup bu il ve çevre illerindeki birçok korsan gösterinin talimatını vererek yönettiği, yine gizlilik içerisinde örgüte eleman temin etmek maksadıyla siyasi eğitim amacıyla kamp düzenlediği yine kendisi gibi örgütün yönetici konumundaki T. L. ve N. Ş. ile irtibatlı olup aynı gün birlikte yakalanmış olması kül halinde değerlendirildiğinde, sanığın terör örgütü içerisinde yönetici konumunda olduğu (anlaşılmıştır)".
15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ve E.2013/4821, K.2013/10539 sayılı ilamı ile "bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, ... Sanık Mesut Çeki'nin anılan örgütün yöneticisi ... olduğu kabul edilmiş, tüm sanıkların cezalarını azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş olduğu" gerekçesine dayanılarak onanmıştır.
16. Başvurucu, anılan kararı 22/8/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.
17. Bireysel başvuru 2/9/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
18. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
19. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun“Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı 209. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”
22. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.”
23. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı 211. maddesi şöyledir:
“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,
b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,
c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”
24. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; hakkındaki kamu davasında aleyhte tanıklık yapan kişilerin Mahkeme huzurunda dinlenmediğini, adli kolluk tarafından hazırlanan ve siyasi niteliğe sahip fezlekedeki iddialar doğru kabul edilerek maddi gerçek araştırılmadan cezalandırıldığını, diğer sanıklarla birlikte sahte kimlikle yakalanmış olmasına dayanılarak hüküm kurulduğunu, tek bir delile dayanılarak hüküm kurulmasının suç ve ceza arasında orantısızlık oluşturduğunu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmü neticesinde özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve adli yardım taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
27. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma ve kişi hürriyeti ve güvenliği hkakları kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, haksız olarak tutuklandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir. Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 28/8/2012 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29).
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Tanık Sorgulama Hakkı
32. Başvurucu; benzer suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
33. Bakanlık görüşünde, delillerin kabul edilmesi ve tartışılmasına ilişkin takdirin derece mahkemelerine ait olduğu ve bu mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde yapılan yanlışlıkların Anayasa’da güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği müddetçe bireysel başvuruya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık, konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) kararlarını hatırlatarak başvurucunun tanıklara soru soramamasının silahların eşitliği ilkesini ihlal edebileceğini belirtmiştir.
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
35. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun başka davalarda yargılanan ve kendisinin aleyhine beyanda bulunan sanıkların hiçbirinin İlk Derece Mahkemesi önünde dinlenmediği yönündeki iddiasının, Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
36. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
37. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
38. AİHM’e göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) da kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40).
39. AİHM; yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93 …, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).
40. Somut başvuruda, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1997/130 sayılı dosyasında görülen davada silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan yargılanan ve beraat eden sanıkların soruşturma aşamasında başvurucu aleyhinde tanıklık yaptıkları, aleyhe tanıklık yapan şahıslardan sadece birinin başvuruya konu dosyada kovuşturma aşamasında dinlendiği anlaşılmaktadır. Gerekçe incelendiğinde mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka dosyalarda sanık konumunda bulunan bu şahısların kollukta başvurucu aleyhine verdiği ifadelerin delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Bu beyanlar ise soruşturma aşamasında polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen ifadelerdir.
41. Deliller arasında hücre evi olduğu belirtilen yerin kiralanmasıyla ilgili teşhis tutanağı da yer almaktaysa da teşhis sırasında sanık veya müdafiinin hazır bulunmadığı,fotoğraf üzerinden teşhiste bulunulduğu, anılan şahısların kovuşturma evresinde talebe rağmen dinlenilmedikleri anlaşılmaktadır.
42. İlk Derece Mahkemesi, anılan kişileri duruşmaya çağırarak dinlemek yerine ifadelerini dosyaya koymakla yetinmiştir. Başka dosyada yargılanan şahıslar yargılandıkları Mahkemede yaptıkları savunmalarda hazırlık beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını kabul etmemişlerdir. Başvurucunun yargılandığı davada dinlenen tanık H.M. ise başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında alındığını belirterek kolluk ifadesini reddetmiştir.
43. Başvurucu; duruşmaların kovuşturma evresinde ve temyiz dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada dinlenilmesi yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun temyiz dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme yapmaksızın İlk Derece Mahkemesi kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir.
44. 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ancak tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması; hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse ve ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa bu kişilerin dinlenmesi yerine daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ise birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunması ancak Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafiinin birlikte rıza göstermesi ile mümkündür (Ali Rıza Telek, B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 49).
45. Başka bir deyişle ancak Kanun’da açıkça sayılan istisnai hâllerde, tanıkların hükme esas alınacak daha önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilebilir. Kanunda yazılı istisnai hâller dışında tanıkların önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmesi ise ancak sanığın açık muvafakati ile mümkündür (Ali Rıza Telek, § 50).
46. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı beyanların sahipleri tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan tanıkların beyanlarının duruşmada okunmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş, bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenmesi talep edilmiştir.
47. Öte yandan başvurucu ve müdafii, hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsa bile böyle bir imkân, başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki sorgulamalar, öncelikli olarak iddia makamının savlarını desteklemek üzere yapılan bir bilgi/delil toplama işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada dinlenmeyen ve yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde verdikleri ifadelerle yetinilen tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması açısından ağırlıklarının çok ciddi (kritik nitelikte) olması nedeniyle hayati önemdedir.
48. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan anılan ifadeler, bir avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz konusu olan bu ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir adım da atmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucu iddialarının yersiz olduğu söylenemez.
49. İlk Derece Mahkemesi, belirleyici ölçüde başka davaların soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup olmadığı araştırılmamış olan sanıklar ile yüzleştirme tutanağında ismi geçen kişilerin beyanlarına dayanarak başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. § 14). Mahkûmiyet büyük ölçüde başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı kimseler tarafından verilen ifadelere dayandırılmış olduğundan ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır.
50. Bu sebeplerle başvurucunun aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
51. Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının bir kısmı bu başlık altında değerlendirilerek ihlal kararı verildiğinden -makul sürede yargılanma hakkının ihlali dışındaki- diğer iddialar yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
52. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
53. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
54. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013 § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
55. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
56. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
57. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 3/10/2004’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
58. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 3/10/2004 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 5/10/2004 tarihinde sorgusunun yapılmasından sonra tutuklandığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheli hakkında açılan kamu davası sonunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 28/8/2012 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.
59. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usulüne tabi yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
60. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık dokuz yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.
64. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
65. Tanık sorgulama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tanık sorgulama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık sorgulama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin tanık sorgulama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.