MEHMETÇİK VAKFININ SAĞLADIĞI SÜREKLİ YARDIMIN KESİLMESİ NEDENİYLE MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLMESİ
Olaylar
Başvurucu zorunlu askerlik görevini ifa etmekteyken Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi (GATA) tarafından hakkında "Askerliğe elverişli değildir." raporu düzenlenmiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Mehmetçik Vakfı (Mehmetçik Vakfı/Vakıf) tarafından başvurucuya 1/4/1998 tarihinden itibaren malul gazi ve engelli bakım yardımı sağlanmıştır. Vakıf tarafından yeniden yapılan değerlendirme sonucu 22/5/2014 tarihinde başvurucunun bakım yardımı kesilmiştir. Başvurucu, bu kararın iptali istemiyle asliye hukuk mahkemesinde dava açmıştır. Asliye hukuk mahkemesi, Adli Tıp Kurumundan rapor düzenlenmesini istemiştir. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda; başvurucu hakkında tanımlanan psikotik bozukluk hastalığının erkeklerde genellikle 15-25 yaşları arasında başladığı, psikososyal stresler, genetik temel, biyolojik etmenler gibi birçok faktörün hastalığın oluşmasında belirleyici olabildiği belirtilmiş, başvurucunun mevcut hastalığının sadece askerlik görevi ile nedensellik bağlantısının kurulamadığı mütalaa edilmiştir. Asliye hukuk mahkemesi, bu rapora atıfta bulunarak davayı reddetmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş; Yargıtay asliye hukuk mahkemesi kararını onamış, karar düzeltme istemini de reddetmiştir.
İddialar
Başvurucu, Mehmetçik Vakfının yaptığı sürekli yardımın kesilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Eldeki başvurunun hangi yöntemle inceleneceği meselesi, Mehmetçik Vakfının statüsünün ve Vakıfı ile başvurucu arasındaki ilişkinin niteliğine bağlı olarak belirlenebilir. Mehmetçik Vakfının bir kamuyla bağlantılı olmayan özel hukuk tüzel kişisi olarak kabulü hâlinde başvurucu ile arasındaki ilişki bir özel hukuk ilişkisi, başvurucuya yapılan bakım yardımı ise borçlar hukuku kapsamındaki bir alacak olarak görülecek ve bu kabule bağlı olarak eldeki başvuru da pozitif yükümlülükler kapsamında incelenecektir. Buna karşılık Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası (kamuyla bağlantılı tüzel kişi) olarak görülmesi durumunda başvurucuya sağladığı bakım yardımı bir sosyal güvenlik alacağı, bunun kesilmesi ise bir kamu gücü müdahalesi şeklinde değerlendirilecek ve devletin negatif yükümlülükleri çerçevesinde inceleme yapılacaktır.
Öncelikle vurgulanmalıdır ki Mehmetçik Vakfı özel bir kanunla kurulmuş veya resmî olarak idare teşkilatı içinde tanımlanmış bir tüzel kişilik olmayıp 4721 ve 5737 sayılı Kanunlar çerçevesinde, diğer tüm vakıflarda olduğu gibi Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimi altında faaliyet yürütmektedir. Öte yandan Mehmetçik Vakfının mallarına, alacaklarına ve personeline diğer vakıflardan farklı statü tanınmamış; mallarına haczedilemezlik ayrıcalığı sağlanmamıştır. Vakıf, resen icra yetkisi ve işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden yararlanması gibi ayrıcalıklarla donatılmamıştır. Ayrıca Vakıf yönünden zorunlu üyelik ve zorunlu aidat sistemi de bulunmamaktadır. Bu bakımdan Mehmetçik Vakfının 4721 ve 5737 sayılı Kanunlar çerçevesinde kurulan diğer vakıflardan farklı yönü yoktur.
Kurucu ve yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşması Vakfın kamu otoritesinden bağımsız bir yapısının bulunmadığı, dolasıyla kamu gücünün bir parçasını oluşturduğunu düşündürmeye elverişli olsa da tek başına bu özellikten hareketle Mehmetçik Vakfının kamuyla bağlantılı tüzel kişi olduğu sonucuna varılamaz. Vakfın kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılmamış olması karşısında yöneticilerinin kamu görevlisi olmasının vakfın niteliğini etkileyecek bir ağırlığa ulaşmadığı değerlendirilmiştir. Yöneticilerin kamu görevlisi olması, Vakfın kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılması hâlinde bir anlam ifade edecektir. Aksi takdirde kurucu ve yöneticilerinin kamu görevlisi olduğu tüm dernek ve vakıfların kamu gücünün kullanımına katılan tüzel kişi olduğunun kabul edilmesi gerekecektir. Ayrıca Vakfın kararlarının ve bunların icrasının TSK’nın resmî organlarının onayına tabi olmadığının altı çizilmelidir.
Öte yandan vakıf senedinde sayılan makamları işgal eden kişilerin kabulü bulunmadıkça Mehmetçik Vakfında yöneticilik yapmaya zorlanmaları olanaksızdır. Bu itibarla kanuna dayalı zorunlu yöneticilik uygulamasının bulunmadığını not etmek gerekir.
Dikkate alınması gereken diğer bir unsur da Vakfın faaliyetinin niteliğidir. Mehmetçik Vakfının, TSK’da yaptığı hizmet esnasında hayatını kaybeden veya sakat kalan erbaş ve erlerin kendilerine, eş ve çocuklarına ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere sosyal ve ekonomik destek olmak ve çocuklarını okutmak şeklinde ifade edilen amacının kamu yararına dönük olduğu açıktır. Vakıf, askerlik hizmeti sırasında ölen veya malul olan kişilere veya yakınlarına bu doğrultuda birtakım mali yardımlar sağlamaktadır. Askerlik hizmetini ifa ederken malul olan kişilere veya yakınlarına sosyal yardımlarda bulunulmasının kamu yararı amacını taşıdığı tartışma götürmez bir gerçektir.
Kaldı ki kamu yararı amacı taşıması sosyal bir hizmetin kamu hizmeti olarak nitelenmesi için yeterli değildir. Özel kesim tarafından yürütülen faaliyetler de az veya çok toplumun ihtiyaçlarını gidermekte, bu yönüyle kamu yararının gerçekleşmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla kamu yararı bulunması kamu hizmeti sayılma yönünden tek kriter olarak görülemez.
Bunun yanında Mehmetçik Vakfının mali kaynaklarının kural olarak bağışlardan ve kendi mal ve işletmelerinin gelirlerinden oluştuğuna da dikkat çekmek gerekir. Bu manada Mehmetçik Vakfına kamudan kaynak aktarılmasının söz konusu olmadığı özellikle vurgulanmalıdır. Vakfın kamuya yararlı vakıf statüsünde olması sebebiyle bazı vergisel muafiyetlerden yararlandığı bir gerçektir. Vergi muafiyeti, bağışık tutulan vergi miktarında Vakfın kazanç sağlaması sonucunu doğurduğundan kamuya yararlı vakıf statüsüyle Vakfa dolaylı olarak kamu kaynağı aktarıldığı söylenebilir. Ancak bu durumun kamuya yararlı tüm vakıflar için geçerli olduğu hatırda tutulmalıdır. Dolayısıyla kamuya yararlı vakıf statüsü de Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olduğu hükmüne varılması için yeterli görülmemiştir.
Sonuç olarak kurucu ve yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşmasına ve kamu yararı taşıyan faaliyetlerde bulunmasına karşın kamu gücüyle donatılmadığı, faaliyetlerinin kanunla kamu hizmeti olarak tanımlanmadığı, gelir kaynaklarının büyük ölçüde bağışlardan oluştuğu, kamu gelirlerinden doğrudan Vakfa pay aktarılmadığı dikkate alındığında Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olduğu sonucuna varılması mümkün görülmemektedir.
Bu açıklamalar dikkate alındığında Mehmetçik Vakfı tarafından başvurucuya yapılan bakım yardımının özel hukuk hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir borç ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bakım yardımının kesilmesiyle ilgili uyuşmazlığın iki özel hukuk kişisi arasında cereyan eden bir uyuşmazlık olarak kabulü gerekmektedir. Bu durumda eldeki başvurunun mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler kapsamında incelenmesi zorunlu olmaktadır. Pozitif yükümlülükler yönünden yapılacak incelemede öncelikle iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvurucuya tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir. Bu bağlamda başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemesi ve Yargıtay önünde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir.
İkinci olarak incelenmesi gereken mesele özel borç ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlığın öngörülebilirlik ve belirlilik koşulunu sağlayan hukuk kuralları uygulanarak çözümlenip çözümlenmediğidir. Mütevelli Heyeti tarafından yapılması kararlaştırılan bakım yardımının ancak askerlik hizmeti sebebiyle oluşan maluliyetleri kapsadığı hususunda Mütevelli Heyeti kararında herhangi muğlaklık bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla hukuk kurallarının somut olayda öngörülemez biçimde yorumlandığı söylenemeyecektir.
Üçüncü olarak her iki tarafın menfaatlerinin yeterince dengelenip dengelenmediği, taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenip yüklenmediği incelenmelidir.
Özel vakıfların yardım için belirlediği şartların Anayasa'ya, kanunların emredici hükümlerine ve açıkça hakkaniyete aykırı olması hâlinde yargı mercilerinin devletin pozitif yükümlülükleri gereğince bunlara müdahale edebileceği tabiidir. Yargı mercilerinin müdahale yetkisi, özellikle kamuya yararlı vakıflar ile gelirleri büyük ölçüde bağış ve benzeri yardımlardan oluşan vakıflar söz konusu olduğunda daha da genişlemektedir. Kamuya yararlı vakıf statüsü, vakfın ifa ettiği faaliyetin kamuya sağladığı katkı gözetilerek tanınmakta ve bu statüye geçirilen vakıflara belli vergisel muafiyetler de sağlanmaktadır. Devlet, vergi muafiyeti getirmek suretiyle feragat ettiği vergi miktarınca kaynağı dolaylı olarak söz konusu vakfa aktarmış olmaktadır. Bu itibarla devletin dolaylı da olsa bir miktar kaynak aktardığı ve büyük ölçüde halkın bağışlarıyla finanse edilen vakıfların üçüncü kişilere yapacağı yardımın koşullarının belirlenmesine müdahale yetkisinin daha geniş olduğu kabul edilmelidir.
Mehmetçik Vakfının malul gazi ve engelli bakım yardımını maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartına bağlamasının objektif ve makul bir ölçütü bulunmaktadır. Bu nedenle gazi ve engelli bakım yardımının bağlanması için maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulmasının şart koşulması kendi başına Anayasa'nın 35. maddesindeki güvencelere aykırılık oluşturmamaktadır.
Bununla beraber somut olayda bakım yardımının bağlanmasının üzerinden yaklaşık 16 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra kesilmesi hukuki güvenlik ilkesi yönünden sorunlara yol açmaktadır. Zira maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartı başta da mevcut olup başvurucunun bu şartı sağladığı değerlendirilerek kendisine yardım bağlanmıştır. Aradan 16 yıl geçtikten sonra bu değerlendirmenin hatalı olduğu ifade edilerek yardımın kesilmesi -başvurucunun hilesi veya yanıltmasının da söz konusu olmadığı gözetildiğinde- Vakfın işlemlerine olan güven duygusunu zedeleyici niteliktedir. Özel bir vakıf niteliğinde olması sebebiyle Vakfın takdir yetkisi sosyal yardım sağlayan kamu kuruluşlarına veya kamuyla bağlantılı kuruluşlara nazaran daha geniştir. Buna karşın gelirlerinin büyük ölçüde halk tarafından yapılan bağışlardan oluştuğu gözetildiğinde güven duygusunu zedeleyici davranışlardan kaçınma yükümlülüğün Vakıf yönünden de geçerlidir.
Bu bağlamda Vakfın başvurucunun maluliyetine yol açan rahatsızlığının askerlik görevi sırasında vuku bulmadığı sonucuna ulaşırken herhangi bir uzman raporuna dayanmaması keyfîliğe kapı aralayan ciddi bir eksikliktir. Başvurucunun rahatsızlığının askerlik görevinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı tıbbi bir mesele olup alanında uzman olan kişiler tarafından yapılmış bir değerlendirme olmadan başvurucunun rahatsızlığının askerlik görevi sırasında vuku bulmadığı sonucuna ulaşılması işlemin sıhhatini sakatlayıcı niteliktedir. Bununla birlikte bunun mülkiyet hakkı ihlaline yol açıp açmadığı yargılamanın bütününe bakılarak değerlendirilmelidir.
Adli Tıp Kurumu raporu yakından incelendiğinde genel olarak psikotik bozukluk rahatsızlığının ortaya çıkış sebepleri sıralandıktan sonra başvurucununkiyle ilgili olarak değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Raporda, bu hastalığın başvurucuda tezahür etmesinde askerlik hizmetinin etkili olmadığına dair kesin bir kanaatin açıklanmadığı anlaşılmaktadır. Rapor, başvurucunun rahatsızlığında diğer psikososyal stresler veya genetik temel ya da biyolojik etmenlerin tesir etmiş olabileceğini belirtmekle birlikte askerlik hizmetinin etkisini mutlak olarak dışlamamaktadır. Bu durumda başvurucuya bakım yardımı sağlanması şartlarının oluşmadığının somut olayda ortaya konulabildiği sonucuna ulaşılamamaktadır. Asliye hukuk mahkemesinin işlem tarihi itibarıyla yaklaşık 16 yıldan beridir başvurucuya sağlanan bakım yardımının kesilmesine yönelik olarak açılan davayı muğlak ifadeler içeren bir rapora dayanılarak reddetmesi, hukuk güvenliği ilkesiyle ve devletin pozitif yükümlülükleriyle uyumlu bulunmamaktadır.
Sonuç olarak maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartını sağlamadığı kesin olarak tespit edilemeyen başvurucuya yapılan yardımın kesilmesinin Vakfın menfaatleri ile başvurucunun menfaatleri arasında dengesizliğe yol açtığı kanaatine varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
K. K. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/16400) |
|
Karar Tarihi: 28/7/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 20/10/2022 - 31989 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Ayhan KILIÇ |
Başvurucu |
: |
K. K. |
Vekili |
: |
Av. Abdurrahman Levent KOÇER |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfının yaptığı sürekli yardımın kesilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
5. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1966 doğumlu olup Osmaniye'de ikamet etmektedir.
A. Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfının Statüsü
8. Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı (Mehmetçik Vakfı/Vakıf) 17/5/1982 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı tarafından kurulmuştur. Mehmetçik Vakfı 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümlerine tabi olarak ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimi altında faaliyet göstermektedir.
9. Vakıf senedine göre Mehmetçik Vakfının;
- Mütevelli Heyeti; Genelkurmay ikinci başkanı, Millî Savunma Bakanlığı müsteşarı, Genelkurmay personel başkanı, Genelkurmay personel işlem daire başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Jandarma Genel Komutanlığı personel başkanı, Genelkurmay hukuk hizmetleri başkanı, Millî Savunma Bakanlığı personel genel müdürü, Millî Savunma Bakanlığı bütçe ve mali hizmetler genel müdürü, Millî Savunma Bakanlığı askerî sağlık hizmetleri genel müdürü, Millî Savunma Bakanlığı hukuk hizmetleri genel müdürü, Sahil Güvenlik Komutanlığı personel başkanı ve Genelkurmay personel işlem daire koordinasyon şube müdüründen,
- Yönetim Kurulu; Genelkurmay personel başkanı, Genelkurmay personel işlem daire başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı, Jandarma Genel Komutanlığı personel başkanı, Genelkurmay hukuk hizmetleri başkanı, Millî Savunma Bakanlığı personel genel müdürü, Millî Savunma Bakanlığı bütçe ve mali hizmetler genel müdürü, Millî Savunma Bakanlığı askerî sağlık hizmetleri genel müdürü ve Millî Savunma Bakanlığı hukuk hizmetleri genel müdüründen,
- Denetim Kurulu; Genelkurmay merkez daire başkanı, Millî Savunma Bakanlığı mevzuat daire başkanı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı strateji geliştirme başkanından oluşmaktadır.
10. Vakıf senedinde Mehmetçik Vakfının gelirlerinin şartlı ve şartsız bağış ve yardımlardan, kendi menkul ve gayrimenkul malları ile diğer varlık ve haklarının değerlendirilmesinden ve satışından elde edilecek gelirlerden, Vakfa ait veya Vakfın iştiraki ticari işletmelerden ve diğer faaliyetlerinden elde edilecek gelirlerden oluşacağı belirtilmiştir. Mehmetçik Vakfının yıllık gelirinin 2/3'ünün Vakfın amaç ve hizmet konuları doğrultusunda tahsis ve sarf olunacağı, yardımların kimlere ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile yardımlarla ilgili usul ve esasların yönetmelikle belirleneceği vakıf senedinde düzenlenmiştir.
11. Mehmetçik Vakfı 26/7/1982 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kamuya yararlı vakıf statüsüne alınmıştır. Kamuya yararlı vakıf statüsünün bir sonucu olarak Mehmetçik Vakfı bazı vergisel yükümlülüklerden muaf hâle gelmiştir. Buna göre Mehmetçik Vakfı 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu, 8/6/1959 tarihli ve 7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu, 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu ile 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu'nda yer alan bazı vergiler yönünden muafiyet hükümlerinden yararlanmaktadır.
12. Vakıf senedinin 3. maddesinde Vakfın amacı; Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaptığı hizmet esnasında hayatını kaybeden veya sakat kalan erbaş ve erlerin kendilerine, eşlerine, çocuklarına ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere sosyal ve ekonomik destek olmak, çocuklarını okutmak şeklinde ifade edilmiştir.
13. Mehmetçik Vakfının yapacağı yardımların usul ve esasları Vakıf Mütevelli Heyeti tarafından çeşitli tarihlerde Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı Yönetmeliği ismiyle yürürlüğe konulan kararlarla (Mütevelli Heyeti kararı) belirlenmiştir. Mütevelli Heyetinin kararının 79. maddesine göre malul gazi ve engelli erbaş ve erlere bakım yardımı yapılabilmesi için maluliyete neden teşkil eden hastalık, yaralanma veya olayın muvazzaflık hizmeti veya ihtiyat döneminde silah altında bulunduğu süre içinde vuku bulması gerekir. Anılan maddede, askerliğe başlamadan önce bir hastalığı veya bir olaya/kazaya bağlı rahatsızlığı olan ancak askerliğe başladıktan sonra bu hastalığı veya olaya/kazaya bağlı rahatsızlığı tespit edilenlerin hariç olduğu belirtilmiştir.
B. Bireysel Başvuruya Konu Süreç
14. Başvurucu, zorunlu askerlik görevini ifa etmekteyken psikotik reaksiyon teşhisiyle birkaç defa hava değişimi iznine ayrıldıktan sonra en son Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi (GATA) tarafından 8/6/1988 tarihinde hakkında "Askerliğe elverişli değildir." raporu düzenlenmiştir.
15. Müracaatı üzerine başvurucuya Mehmetçik Vakfı tarafından 1/4/1998 tarihinden itibaren malul gazi ve engelli bakım yardımı bağlanmıştır. Başvurucu 2/6/2014 tarihine kadar bu yardımı almaya devam etmiştir.
16. Vakıf tarafından yeniden yapılan değerlendirme sonucu 22/5/2014 tarihinde verilen kararla, başvurucunun bakım yardımı kesilmiştir. Kesinti işlemi, Vakıf Mütevelli Heyeti kararında belirtilen şartların oluşmadığı gerekçesine dayanılarak tesis edilmiştir.
17. Başvurucu, bakım yardımının kesilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle 17/7/2014 tarihinde Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, askerliğe elverişli olmadığına dair raporun düzenlenmesine yol açan şizofreni rahatsızlığının askerlik görevi sırasında ortaya çıktığını belirtmiştir. Askerlik görevi sebebiyle ortaya çıkan hastalık nedeniyle sivil yaşantısında büyük güçlüklerle karşılaştığını, yakın akraba ve belediye yardımlarıyla hayatını idame ettirdiğini iddia etmiştir. Yeniden değerlendirmenin hangi ölçüte göre yapıldığının belli olmadığını ileri süren başvurucu, sonuç olarak kararın hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir.
18. Davalı Vakfın savunmasında, 28/9/2011 tarihinde yürürlüğe giren Mütevelli Heyeti kararının 86. maddesinin (h) bendi kapsamında yeniden yapılan değerlendirmede başvurucunun yardım yapılması şartlarını sağlamadığının tespit edilmesi üzerine yardımın kesildiği belirtilmiştir. Savunmada, Vakfın yetkili organlarının belirlediği şartları taşımayan birine yardım yapmaya zorlanamayacağı ifade edilmiştir.
19. Asliye Hukuk Mahkemesi, Adli Tıp Kurumundan rapor düzenlenmesini istemiştir. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 20/4/2015 tarihli raporda; başvurucu hakkında tanımlanan psikotik bozukluk hastalığının erkeklerde genellikle 15 ila 25 yaşlarında başladığı, psikososyal stres, genetik temel, biyolojik etmen gibi birçok faktörün hastalığın oluşmasında belirleyici olabildiği belirtilmiş; başvurucunun mevcut hastalığının sadece askerlik görevi ile nedensellik bağlantısının kurulamadığı mütalaa edilmiştir.
20. Asliye Hukuk Mahkemesi 26/10/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu raporuna atıf yapılarak başvurucunun mevcut rahatsızlığı ile askerlik görevi arasında nedensellik bağının bulunmadığı belirtilmiş ve işlemin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir.
21. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, Adli Tıp Kurumu raporunda rahatsızlığı ile askerlik görevi arasında nedensellik bağının bulunmadığının değil hastalığın sadece askerlik görevinden kaynaklanmadığının belirtildiği, dolayısıyla anılan rapora göre hastalığında askerlik görevinin de etkisinin olduğu vurgulanmıştır. Başvurucuya göre Asliye Hukuk Mahkemesi Adli Tıp Kurumunun raporunu hatalı yorumlamıştır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 29/5/2018 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararını onamış, karar düzeltme istemini ise 5/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar 18/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 4721 sayılı Kanun'un 101. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır."
23. 4721 sayılı Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Vakıf kurma iradesi, resmî senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır. Vakıf, yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişilik kazanır."
24. 4721 sayılı Kanun'un 106. maddesi şöyledir:
"Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir. "
25. 4721 sayılı Kanun'un 109. maddesi şöyledir:
"Vakfın bir yönetim organının bulunması zorunludur. Vakfeden, vakıf senedinde gerekli gördüğü başka organları da gösterebilir."
26. 4721 sayılı Kanun'un 111. maddesi şöyledir:
"Vakıfların, vakıf senedindeki hükümleri yerine getirip getirmedikleri, vakıf mallarını amaca uygun biçimde yönetip yönetmedikleri ve vakıf gelirlerini amaca uygun olarak harcayıp harcamadıkları Vakıflar Genel Müdürlüğünce ve üst kuruluşlarınca denetlenir. Vakıfların üst kuruluşlarınca denetimi özel kanun hükümlerine tabidir."
27. 4721 sayılı Kanun'un 117. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Derneklerin uluslararası faaliyette bulunmalarına ve üst kuruluş kurmalarına ilişkin hükümler kıyas yoluyla vakıflar hakkında da uygulanır.
Kamuya yararlı veya özel kanunlarla kurulan vakıflar hakkındaki özel hükümler saklıdır."
28. 5737 sayılı Kanun'un 4. maddesi şöyledir:
"Vakıflar, özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptir."
29. 5737 sayılı Kanun'un 6. maddesinin beşinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Yeni vakıfların yönetim organı vakıf senedine göre oluşturulur..."
30. 5737 sayılı Kanun'un 33. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Vakıf yöneticileri, en az yılda bir defa yapılacak iç denetim raporları ile sonuçlarını, rapor tarihini takip eden iki ay içerisinde Genel Müdürlüğe bildirir.
Vakıfların amaca ve yasalara uygunluk denetimi ile iktisadî işletmelerinin faaliyet ve mevzuata uygunluk denetimi Genel Müdürlükçe yapılır"
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi Slovenya/Hırvatistan ([BD], B. No: 54155/16, 18/11/2020) kararında özel hukuk hükümlerine tabi bir tüzel kişiliğin (şirketin) hükûmet dışı kuruluş ya da hükûmet kuruluşu olarak kabul edilebilmesinin koşullarını tartışmıştır (Slovenya/Hırvatistan, §§ 60-69).
33. AİHM, Sözleşme'nin 34. maddesinde hükûmet örgütlerinin bireysel başvuru yapmasının yasaklanmasının temelinde taraf devletin hem başvurucu hem de davalı devlet olarak hareket etmesinin önlenmesi düşüncesinin yattığını belirtmiştir. AİHM, hükûmet örgütü kavramının kamu gücünün kullanımına katılan ya da hükûmetin kontrolü altında kamu hizmeti icra eden hükmi varlıkları kapsadığını, anılan terimin sadece merkezî idare hiyerarşisi içinde bulunan organlara değil -merkezî idareye karşı özerk bir konumda bulunup bulunmadıklarına bakılmaksızın- kamusal işlevler ifa eden bölgesel ve yerel otoriteler gibi yerinden yönetim kuruluşlarına da tatbik edileceğini ifade etmiştir. AİHM'e göre bir tüzel kişiliğin hükûmet örgütü ya da hükûmet dışı kuruluş olup olmadığı değerlendirilirken kanuni statüsü, -uygun düştüğü ölçüde- bu statünün sağladığı haklar, yürüttüğü faaliyetin türü, faaliyetin yürütülme şekli ve siyasi otoriteden bağımsızlığının derecesi gözönünde bulundurulur (Slovenya/Hırvatistan, § 61).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Anayasa Mahkemesinin 28/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu; rahatsızlığının askerlik hizmeti sebebiyle ortaya çıktığını, bakım aylığının kesilmesinin kanuni dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu 1998 yılında bağlanan aylığının yıllar sonra kesilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. İncelemenin Kapsamı ve Yöntemi
38. Somut olayda başvurucu, Mehmetçik Vakfı tarafından bakım yardımının kesilmesinden şikâyet etmektedir. Eldeki başvurunun hangi yöntemle inceleneceği meselesi, Mehmetçik Vakfının statüsünün ve Mehmetçik Vakfı ile başvurucu arasındaki ilişkinin niteliğine bağlı olarak belirlenebilir. Mehmetçik Vakfının bir kamuyla bağlantılı olmayan özel hukuk tüzel kişisi olarak kabulü hâlinde başvurucu ile arasındaki ilişki bir özel hukuk ilişkisi, başvurucuya yapılan bakım yardımı ise borçlar hukuku kapsamındaki bir alacak olarak görülecek ve bu kabule bağlı olarak eldeki başvuru da pozitif yükümlülükler kapsamında incelenecektir. Buna karşılık Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası (kamuyla bağlantılı tüzel kişi) olarak görülmesi durumunda başvurucuya sağladığı bakım yardımı bir sosyal güvenlik alacağı, bunun kesilmesi ise bir kamu gücü müdahalesi şeklinde değerlendirilecek ve devletin negatif yükümlülükleri çerçevesinde inceleme yapılacaktır.
39. Anayasa'da veya Anayasa'yla yetkili kılınan organlarca çıkarılan düzenlemelerde (kanun/Cumhurbaşkanlığı kararnamesi) açıkça kamu tüzel kişisi olarak nitelenen kuruluşların kamu gücünün parçası olduğunda tartışma yaşanmamaktadır. Bununla birlikte sadece ilgili mevzuatta kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilen kuruluşlar değil Anayasa'da ya da Anayasa'yla yetkili kılınan organlarca çıkarılan düzenlemelerde kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilmeyen hatta özel hukuk tüzel kişisi olarak tanımlanan ancak kamuyla bağlantılı bulunan tüzel kişiler de kamu gücünün bir parçası olarak kabul edilmektedir.
40. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kapsamında verdiği kararlarında vurguladığı üzere bir tüzel kişiliğin özel hukuk hükümlerine tabi olması tek başına onun kamu gücünün bir parçası, dolayısıyla kamuyla bağlantılı olup olmadığı noktasında belirleyici olmaz (AYM, E.2013/49, K.2013/125, 31.10.2013; E.2014/177, K.2015/49, 11/6/2015; ayrıca bireysel başvuru kapsamında verilen karar için bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 113). Kamu gücüyle donatılan, dolayısıyla kamuyla bağlantılı özel hukuk tüzel kişileri de kamu gücünün bir parçasıdır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi [GK], B. No: 2018/10972, 29/7/2022, § 35).
41. Bir tüzel kişiliğin kamuyla bağlantılı olup olmadığı değerlendirilirken sadece ilgili kanundaki tanımlamaya bakılmamalı; (1) yürüttüğü hizmetin niteliği, (2) kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılıp donatılmadığı (kamu gücünün kullanımına katılıp katılmadığı), (3) idari ve fiilî yönden kamu otoritelerinden bağımsızlığının derecesi de gözönünde bulundurulmalıdır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 36).
42. Tüzel kişiliğin yürüttüğü hizmetin kamusal yönünün bulunup bulunmadığı ve tekel biçiminde, rekabete kapalı olarak icra edilip edilmediği önem taşımaktadır. Ayrıca tüzel kişiliğin kazanç gütme amacını taşıyıp taşımadığı da irdelenecek kriterlerden biridir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 37).
43. Tüzel kişiliğin kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılıp donatılmadığı ise tek yanlı işlemler yapma yetkisi, resen icra yetkisi, işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden yararlanıp yararlanmadığı, mallarının statüsü ve haczedilebilirliği, alacakları için özel bir statü öngörülüp öngörülmediği, personelinin statüsü, zorunlu üyelik ve zorunlu aidat uygulamasının bulunup bulunmadığı, işlem ve eylemlerinin kamu hukuku kuralları çerçevesinde idari yargı kolunda denetlenip denetlenmediği gibi unsurlar dikkate alınır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 38).
44. Kamu gücünün kullanımına katılmasa bile bir tüzel kişilik kamu otoritelerine bağımlı olarak faaliyetlerini yürütüyorsa bu takdirde söz konusu tüzel kişiliğin kamuyla bağlantılı olduğu sonucuna ulaşılabilir. Tüzel kişiliğin kamu otoritelerinden yeterli ölçüde bağımsız olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınacak kriterlerin tüketici bir biçimde önceden belirlenmesi mümkün olmadığından her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirmesi yapılmalıdır. Bu bağlamda yapılacak değerlendirmede; kuruluş senedi veya ana sözleşmesinin kamusal işlemlerle onaylanıp onaylanmadığı, kamusal kararlara dayalı olarak tasfiyeye tabi olup olmadığı, faaliyetlerinin finansmanı için büyük ölçüde kamu kaynaklarını kullanıp kullanmadığı, finansmanın kamu dışındaki aktörlerce sağlanıp sağlanmadığı, faaliyetlerini nasıl yürüteceğinin kamu makamlarınca belirlenip belirlenmediği, faaliyetlerinde kamu mülklerini kullanıp kullanmadığı, mal varlığı üzerinde devletin uygun gördüğü şekilde tasarrufta bulunup bulunmadığı, sermayesinin devlete ait olup olmadığı, yönetiminde siyasi otoritenin ağırlığının bulunup bulunmadığı, doğrudan devlet kurumlarının yönetimi altında olup olmadığı hususları dikkate alınır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 39).
45. Öncelikle vurgulanmalıdır ki Mehmetçik Vakfı özel bir kanunla kurulmuş veya resmî olarak idare teşkilatı içinde tanımlanmış bir tüzel kişilik olmayıp 4721 ve 5737 sayılı Kanunlar çerçevesinde, diğer tüm vakıflarda olduğu gibi Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimi altında faaliyet yürütmektedir. Öte yandan Mehmetçik Vakfının mallarına, alacaklarına ve personeline diğer vakıflardan farklı statü tanınmamış; mallarına haczedilemezlik ayrıcalığı sağlanmamıştır. Vakıf, resen icra yetkisi ve işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden yararlanması gibi ayrıcalıklarla donatılmamıştır. Ayrıca Vakıf yönünden zorunlu üyelik ve zorunlu aidat sistemi de bulunmamaktadır. Bu bakımdan Mehmetçik Vakfının 4721 ve 5737 sayılı Kanunlar çerçevesinde kurulan diğer vakıflardan farklı yönü yoktur.
46. Buna karşılık Mehmetçik Vakfı; dönemin Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı tarafından kurulmuştur. Ayrıca vakıf senedine göre Vakfın Mütevelli Heyeti, Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu üyeleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst düzey kadrolarında görev yapan kişilerden oluşmaktadır. Kurucu ve yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşması Vakfın kamu otoritesinden bağımsız bir yapısının bulunmadığını, dolayısıyla kamu gücünün bir parçasını oluşturduğunu düşündürmeye elverişli olsa da tek başına bu özellikten hareketle Mehmetçik Vakfının kamuyla bağlantılı tüzel kişi olduğu sonucuna varılamaz. Vakfın kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılmamış olması karşısında yöneticilerinin kamu görevlisi olmasının Vakfın niteliğini etkileyecek bir ağırlığa ulaşmadığı değerlendirilmiştir. Yöneticilerin kamu görevlisi olması, vakfın kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılması hâlinde bir anlam ifade edecektir. Kamu gücü ayrıcalıkları bulunmayan bir vakfın sırf yöneticilerin kamu görevlisi olmasından hareketle kamu gücünün bir parçası olduğu sonucuna ulaşılamaz. Aksi takdirde kurucu ve yöneticilerinin kamu görevlisi olduğu tüm dernek ve vakıfların kamu gücünün kullanımına katılan tüzel kişi olduğunun kabul edilmesi gerekecektir. Ayrıca Vakfın kararlarının ve bunların icrasının Türk Silahlı Kuvvetlerinin resmî organlarının onayına tabi olmadığının altı çizilmelidir.
47. Öte yandan Mehmetçik Vakfının yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşmasının kanuni bir düzenlemeye değil vakıf senedine dayandığının altını çizmek gerekir. Yöneticilerinin kimler olduğunun kanunla belirlenmesi hâlinde bu durum Vakfın niteliğini etkileyecek bir olguya dönüşür. Zira bu hâlde yukarıda sözü edilen askerî görevlilerin Vakfın yöneticisi olmayı reddetme ihtimali olmayacaktır. Oysa kurucusu ve temsilcisi olan gerçek kişilerin kamusal olmayan iradesini yansıtan vakıf senediyle yukarıda belirtilen askerî personelin Vakfın yöneticisi yapılması, sözü edilen personelin rızası bulunmadıkça mümkün değildir. Diğer bir ifadeyle vakıf senedinde sayılan makamları işgal eden kişilerin kabulü bulunmadıkça Mehmetçik Vakfında yöneticilik yapmaya zorlanmaları olanaksızdır. Bu itibarla kanuna dayalı zorunlu yöneticilik uygulamasının bulunmadığını not etmek gerekir.
48. Dikkate alınması gereken diğer bir unsur da Vakfın faaliyetinin niteliğidir. Mehmetçik Vakfının Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaptığı hizmet esnasında hayatını kaybeden veya sakat kalan erbaş ve erlerin kendilerine, eş ve çocuklarına, bakmakla yükümlü oldukları kimselere sosyal ve ekonomik destek olmak, çocuklarını okutmak şeklinde ifade edilen amacının kamu yararına dönük olduğu açıktır. Vakıf, askerlik hizmeti sırasında ölen veya malul olan kişilere veya yakınlarına bu doğrultuda birtakım mali yardımlar sağlamaktadır. Askerlik hizmetini ifa ederken malul olan kişilere veya yakınlarına sosyal yardımlarda bulunulmasının kamu yararı amacını taşıdığı tartışma götürmez bir gerçektir.
49. Gelgelelim kamu yararı amacı taşıması sosyal bir hizmetin kamu hizmeti olarak nitelendirilmesi için yeterli değildir. Özel kesim tarafından yürütülen faaliyetler de az veya çok toplumun ihtiyaçlarını gidermekte, bu yönüyle kamu yararının gerçekleşmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla kamu yararı bulunması kamu hizmeti sayılma yönünden tek kriter olarak görülemez. Kuşkusuz kanun koyucunun bir hizmeti kamu hizmetine dönüştürdüğünün kabulü için o hizmete özgü olarak çıkarılmış bir kanunun bulunması zorunlu değildir. Ancak yürürlükte bulunan kanunlar bir bütün olarak incelendiğinde kanun koyucunun söz konusu hizmete, özel kesim tarafından yürütülen faaliyetlerden farklı bir statü sağladığının anlaşılabilmesi gerekir. Mehmetçik Vakfı özel bir kanunla kurulmadığı gibi gördüğü hizmetler herhangi bir kanun tarafından ona yüklenmiş görevler mahiyetinde de değildir. Bu yönüyle Mehmetçik Vakfının mali imkânları dar olan kesimlere sosyal dayanışma düşüncesiyle yardım sağlayan diğer vakıflardan bir farkı bulunmamaktadır.
50. Bunun yanında Mehmetçik Vakfının mali kaynaklarının kural olarak bağışlardan, kendi mal ve işletmelerinin gelirlerinden oluştuğuna da dikkat çekmek gerekir. Bu manada Mehmetçik Vakfına kamudan kaynak aktarılmasının söz konusu olmadığı özellikle vurgulanmalıdır. Vakfın kamuya yararlı vakıf statüsünde olması sebebiyle bazı vergisel muafiyetlerden yararlandığı bir gerçektir. Vergi muafiyeti, bağışık tutulan vergi miktarında Vakfın kazanç sağlaması sonucunu doğurduğundan kamuya yararlı vakıf statüsüyle Vakfa dolaylı olarak kamu kaynağı aktarıldığı söylenebilir. Ancak bu durumun kamuya yararlı tüm vakıflar için geçerli olduğu hatırda tutulmalıdır. Dolayısıyla kamuya yararlı vakıf statüsü de Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olduğu hükmüne varılması için yeterli görülmemiştir.
51. Sonuç olarak kurucu ve yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşmasına ve kamu yararı taşıyan faaliyetlerde bulunmasına karşın kamu gücüyle donatılmadığı, faaliyetlerinin kanunla kamu hizmeti olarak tanımlanmadığı, gelir kaynaklarının büyük ölçüde bağışlardan oluştuğu, kamu gelirlerinden doğrudan Vakfa pay aktarılmadığı dikkate alındığında Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olduğu sonucuna varılması mümkün görünmemektedir.
52. Ayrıca Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olduğunun kabul edilmesi anayasal sistemle de bağdaşmamaktadır. Demokratik esaslara dayanan anayasal sistemde kamu gücünün hangi organ, kurum ve kişiler tarafından kullanılacağına ve bir özel hukuk tüzel kişisinin kamuyla bağlantılı hâle getirilip getirilmeyeceğine Anayasa'da belirtilen organlar, bu bağlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı ile bunların yetkilendirdiği idari organlar karar verir. Belirtilen anayasal organlar dışındaki kişi veya kurumlar hiçbir özel hukuk tüzel kişisine kamu gücü bahşedemeyeceği gibi özel hukuk tüzel kişilerini kamuyla bağlantılı tüzel kişilik hâline de getiremez. Aksi kabul Anayasa'nın 2. maddesinde güvence altına alınan demokratik devlet ilkesini aşındırır.
53. Bu açıklamalar dikkate alındığında Mehmetçik Vakfı tarafından başvurucuya verilen bakım yardımının özel hukuk hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir borç ilişkisi olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla bakım yardımının kesilmesiyle ilgili uyuşmazlığın iki özel hukuk kişisi arasında cereyan eden bir uyuşmazlık olarak kabulü gerekmektedir. Bu durumda eldeki başvurunun mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler kapsamında incelenmesi zorunlu olmaktadır.
Zühtü ARSLAN ve Engin YILDIRIM bu görüşe farklı gerekçeyle katılmışlardır.
b. Mülkün Varlığı
54. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
55. Somut olayda Mehmetçik Vakfı 1/4/1998 tarihinden itibaren başvurucuya malul gazi ve engelli bakım yardımı bağlamıştır. Vakıf, Mütevelli Heyeti kararında belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde başvurucuya bakım yardımında bulunmayı taahhüt etmiştir. Dolayısıyla malul gazi ve engelli bakım yardımının başvurucu yönünden mülk hâline geldiği açıktır.
c. Genel İlkeler
56. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
57. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
58. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).
59. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
60. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).
61. Son olarak ise başvurucunun mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
d. İlkelerin Olaya Uygulanması
62. Olayda zorunlu askerlik görevini ifa etmekteyken psikotik reaksiyon teşhisiyle 8/6/1988 tarihinde "Askerliğe elverişli değildir." raporu düzenlenerek terhis edilen başvurucuya Mehmetçik Vakfı tarafından 1/4/1998 tarihinden itibaren malul gazi ve engelli bakım yardımı bağlanmıştır. Ancak yeniden yapılan değerlendirme sonucu 22/5/2014 tarihli kararla başvurucunun bakım yardımı, şartları taşımadığı gerekçesiyle kesilmiştir. Başvurucunun kesinti işleminin iptali istemiyle açtığı davada Asliye Hukuk Mahkemesi Adli Tıp Kurumundan aldığı rapora atıfla başvurucunun rahatsızlığı ile askerlik görevi arasında illiyet bağının bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Karar, Yargıtayca onanmıştır.
63. Pozitif yükümlülükler yönünden yapılacak incelemede öncelikle iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvurucuya tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir. Bu bağlamda başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemesi ve Yargıtay önünde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir.
64. İkinci olarak incelenmesi gereken mesele özel borç ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlığın öngörülebilirlik ve belirlilik koşulunu sağlayan hukuk kuralları uygulanarak çözümlenip çözümlenmediğidir. Mehmetçik Vakfınca başvurucuya yapılan yardımın niteliğini borçlar hukuku yönünden tanımlamak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Esasen somut olayda başvurucunun kanuni altyapının veya uyuşmazlıkta uygulanan hukuk kurallarının yetersizliğiyle ilgili bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu, hukuk kurallarının somut olaydaki uygulanma yönteminden yakınmaktadır.
65. Başvurucuya bakım yardımı bağlanması Mehmetçik Vakfının Mütevelli Heyeti kararında belirlenen esaslar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Mütevelli Heyeti kararı incelendiğinde söz konusu kararın 79. maddesinde, malul gazi ve engelli bakım yardımının maluliyete neden teşkil eden hastalık, yaralanma veya olayın muvazzaflık hizmeti veya ihtiyat döneminde silah altında bulunulduğu süre içinde vuku bulması şartına bağlandığı, askerliğe başlamadan önce var olan ancak askerlik sırasında ortaya çıkan rahatsızlıkların kapsam dışında tutulduğu görülmektedir. Dolayısıyla Mütevelli Heyeti tarafından yapılması kararlaştırılan bakım yardımının ancak askerlik hizmeti sebebiyle oluşan maluliyetleri kapsadığı hususunda Mütevelli Heyeti kararında herhangi bir muğlaklık bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu itibarla hukuk kurallarının somut olayda öngörülemez biçimde yorumlandığı söylenemeyecektir.
66. Üçüncü olarak her iki tarafın menfaatlerinin yeterince dengelenip dengelenmediği, taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenip yüklenmediği incelenmelidir. Bu bağlamda Mehmetçik Vakfının 4721 ve 5737 sayılı Kanunlara göre faaliyette bulunan bir özel hukuk tüzel kişisi olduğu hatırlanmalıdır. Özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olan vakıflar, kuruluş amaçlarını gözetmek koşuluyla kime, ne kadar, hangi koşullarda ve hangi usulle yardım yapacaklarını belirleme hususunda geniş bir serbestîye sahiptir. Kamu otoritelerinin hangi koşullarda ve kimlere yardım yapılması gerektiği konusunda özel vakıflara dayatmada bulunması kural olarak meşru görülemez. Bu konuda yargı organlarının görevi, özel vakfın kimlere ve hangi koşullarda yardım yapması gerektiğine karar vermek değil vakfın yetkili organlarının belirlediği esaslara uygun olarak hareket edip etmediğini tespit etmekten ibarettir.
67. Ne var ki özel vakıfların yardım için belirlediği şartların Anayasa'ya, kanunların emredici hükümlerine ve hakkaniyete açıkça aykırı olması hâlinde yargı mercilerinin devletin pozitif yükümlülükleri gereğince bunlara müdahale edebileceği tabiidir. Yargı mercilerinin müdahale yetkisi, özellikle kamuya yararlı vakıflar ile gelirleri büyük ölçüde bağış ve benzeri yardımlardan oluşan vakıflar söz konusu olduğunda daha da genişlemektedir. Kamuya yararlı vakıf statüsü, vakfın ifa ettiği faaliyetin kamuya sağladığı katkı gözetilerek tanınmakta ve bu statüye geçirilen vakıflara belli vergisel muafiyetler de sağlanmaktadır. Devlet, vergi muafiyeti getirmek suretiyle feragat ettiği vergi miktarınca kaynağı dolaylı olarak söz konusu vakfa aktarmış olmaktadır. Bu itibarla devletin dolaylı da olsa bir miktar kaynak aktardığı ve büyük ölçüde halkın bağışlarıyla finanse edilen vakıfların üçüncü kişilere yapacağı yardımın koşullarının belirlenmesine müdahale yetkisinin daha geniş olduğu kabul edilmelidir.
68. Mehmetçik Vakfının malul gazi ve engelli bakım yardımını maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartına bağlamasının objektif ve makul bir ölçüt olduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenle gazi ve engelli bakım yardımının bağlanması için maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulmasının şart koşulması kendi başına Anayasa'nın 35. maddesindeki güvencelere aykırılık oluşturmamaktadır.
69. Bununla beraber bakım yardımının, bağlanmasının üzerinden yaklaşık on altı yıldan fazla bir süre geçtikten sonra kesilmesinin hukuki güvenlik ilkesi yönünden sorunlara yol açtığının altını çizmek gerekir. Zira maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartı başta da mevcut olup başvurucunun bu şartı sağladığı değerlendirilerek başvurucuya yardım bağlanmıştır. Aradan on altı yıl geçtikten sonra bu değerlendirmenin hatalı olduğu ifade edilerek yardımın kesilmesi-başvurucunun hilesi veya yanıltmasının da söz konusu olmadığı gözetildiğinde- Vakfın işlemlerine olan güven duygusunu zedeleyici niteliktedir. Özel bir vakıf niteliğinde olması sebebiyle Vakfın takdir yetkisinin sosyal yardım sağlayan kamu kuruluşlarına veya kamuyla bağlantılı kuruluşlara nazaran daha geniş olduğu kabul edilse bile gelirlerinin büyük ölçüde halk tarafından yapılan bağışlardan oluştuğu gözetildiğinde güven duygusunu zedeleyici davranışlardan kaçınma yükümlülüğünün Vakıf yönünden de geçerli olduğunun kabulü gerekir.
70. Bu bağlamda Vakfın başvurucunun maluliyetine yol açan rahatsızlığının askerlik görevi sırasında vuku bulmadığı sonucuna ulaşırken herhangi bir uzman raporuna dayanmamasının keyfîliğe kapı aralayan ciddi bir eksiklik olduğu ifade edilmelidir. Başvurucunun rahatsızlığının askerlik görevinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı tıbbi bir mesele olup alanında uzman olan kişiler tarafından yapılan bir değerlendirme olmadan başvurucunun rahatsızlığının askerlik görevi sırasında vuku bulmadığı sonucuna ulaşılması işlemin sıhhatini sakatlayıcı niteliktedir. Bununla birlikte bunun mülkiyet hakkı ihlaline yol açıp açmadığı yargılamanın bütününe bakılarak değerlendirilmelidir.
71. Başvurucunun rahatsızlığının askerlik hizmetinin etkisiyle ortaya çıktığına ilişkin olarak başvuru formunda dile getirdiği iddiasını yargılama sırasında da ileri sürdüğü görülmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesi bu iddianın karşılanması için Adli Tıp Kurumundan tıbbi görüş sormuştur. Adli Tıp Kurumunun düzenlediği 20/4/2015 tarihli raporda, başvurucunun yakalandığı psikotik bozukluk hastalığının erkeklerde genellikle 15 ila 25 yaşlarında başladığı belirtilmiş ve psikososyal stres ile genetik temel, biyolojik etmenler gibi birçok faktörün hastalığın oluşmasında belirleyici olabildiği ifade edilmiştir. Sözü edilen raporda, başvurucunun mevcut hastalığının sadece askerlik görevi ile nedensellik bağlantısının kurulamadığı mütalaa edilmiştir.
72. Asliye Hukuk Mahkemesi bu rapora atıfla başvurucunun mevcut rahatsızlığı ile askerlik görevi arasında nedensellik bağının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Ancak başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesinin Adli Tıp Kurumu raporunu yanlış yorumladığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Başvurucuya göre raporda rahatsızlığı ile askerlik görevi arasında nedensellik bağının bulunmadığı değil hastalığın sadece bu sebepten kaynaklanmadığı belirtilmiştir.
73. Adli Tıp Kurumu raporu yakından incelendiğinde genel olarak psikotik bozukluk rahatsızlığının ortaya çıkış sebepleri sıralandıktan sonra başvurucununkiyle ilgili olarak değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Raporda bu hastalığın başvurucuda tezahür etmesinde askerlik hizmetinin etkili olmadığına dair kesin bir kanaat belirtilmemiştir. Rapor, başvurucunun rahatsızlığında diğer psikososyal stresler veya genetik temel ya da biyolojik etmenlerin tesir etmiş olabileceğini belirtmekle birlikte askerlik hizmetinin etkisini mutlak olarak dışlamamaktadır. Bu durumda başvurucuya bakım yardımı sağlanması şartlarının oluşmadığının somut olayda ortaya konulabildiği sonucuna ulaşılamamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin işlem tarihi itibarıyla yaklaşık on altı yıldan beri başvurucuya sağlanan bakım yardımının kesilmesine yönelik olarak açılan davayı muğlak ifadeler içeren bir rapora dayanarak reddetmesi hukuk güvenliği ilkesiyle ve devletin pozitif yükümlülükleriyle uyumlu değildir.
74. Sonuç olarak maluliyete yol açan rahatsızlık, kaza veya olayın askerlik görevi sırasında vuku bulması şartını sağlamadığı kesin olarak tespit edilemeyen başvurucuya yapılan yardımın kesilmesinin Vakfın menfaatleri ile başvurucunun menfaatleri arasında dengesizliğe yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda yargılama süreci bir bütün olarak ele alındığında yargılamanın devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerine uygun olarak yürütülmediği kanaatine varılmıştır.
75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN ve Engin YILDIRIM bu sonuca farklı gerekçeyle katılmışlardır.
Yıldız SEFERİNOĞLU bu sonuca katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya ve 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
80. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
81. İncelenen başvuruda devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerine uygun olarak yürütülmediği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla ihlal mahkemenin kararından kaynaklanmıştır.
82. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
83. Mülkiyet hakkı ihlalinin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine kararverilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden yeni bir başvuru numarasına kaydedilmek üzere başvurunun AYRILMASINA OYBİRLİĞİYLE,
B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Yıldız SEFERİNOĞLU'nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/545, K.2015/330) GÖNDERİLMESİNE,
E. Tazminat talebinin REDDİNE,
F. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/7/2022 tarihinde karar verildi.