MÜLKE ERİŞİMİN ÖNLENMESİNDEN KAYNAKLANAN ZARARIN MUHTEMEL OLDUĞU YORUMU NEDENİYLE ETKİLİ BAŞVURU HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

MÜLKE ERİŞİMİN ÖNLENMESİNDEN KAYNAKLANAN ZARARIN MUHTEMEL OLDUĞU YORUMU NEDENİYLE ETKİLİ BAŞVURU HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

Olaylar

Başvurucunun evinin bulunduğu ilçede hendek olayları nedeniyle Kaymakamlık tarafından 11/12/2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. 2016 yılından itibaren kademeli olarak -sokak bazlı- kaldırılmaya başlanan sokağa çıkma yasağı 3/5/2019 tarihinde tamamen kaldırılmıştır.

Başvurucu, Valiliğe müracaat ederek sokağa çıkma yasakları döneminde taşınmazını kiraya verememesinden dolayı oluşan gelir kaybının 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazmin edilmesini talep etmiştir.  Evde herhangi bir hasarın bulunmadığını tespit eden Zarar Tespit Komisyonu, tazminat istemine konu zarar ve gelir kayıplarının muhtemel zarar niteliğinde olduğunu belirterek söz konusu talebi reddetmiş; başvurucu, idare mahkemesinde dava açmıştır. İdare mahkemesi, Zarar Tespit Komisyonunun gerekçesini benimseyerek davayı reddetmiş; başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge idare mahkemesi istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir.

İddialar

Başvurucu, mülke ulaşamamasından kaynaklı zararın tazmini için yaptığı idari başvurusunun zararın muhtemel olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Başvuruya konu olayda başvurucunun sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde mülküne ulaşamadığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak idare mahkemesi başvurucunun iddia ettiği zararın muhtemel olduğu ve bunun 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasının mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İdare mahkemesi, başvurucunun zararının varlığıyla ilgili olarak ayrıca bir inceleme yapmamıştır. Başvurucunun mülküne ulaşamadığı için uğradığını öne sürdüğü zararın karşılanması istemiyle açtığı davanın zararın var olup olmadığına yönelik bir araştırma yapılmadan reddedilmesine yönelik şikâyetin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Başvuruda Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği iddiasını öne sürebileceği ve varsa zararının tazminini sağlayabileceği başvuru yolunun bulunup bulunmadığıdır.

5233 sayılı Kanun'un 1. maddesinde bu Kanun'un amacının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu belirtilmiştir. Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararlar, Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar arasında sayılmıştır. Öte yandan Kanun'un 6. maddesinin birinci fıkrasında; zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanacağı, bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda terörle mücadele kapsamında alınan tedbirler sebebiyle mülküne ulaşamayan başvurucunun uğradığı zararın tazminini sağlayacak etkili başvuru yolunun teorik düzeyde bulunduğu açıktır.

Anayasa Mahkemesince incelenecek ikinci mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun davasında fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığıdır.

Tazminat talebinin reddedilmiş olması tek başına etkili başvuru hakkının ihlal edildiği anlamına gelmemektedir. Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve yargısal mekanizmalara yapılan başvuruların mutlaka başvurucu lehine sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda ilgili idari ve yargısal mercilere düşen ödev, başvurucunun şikâyetinin esasını inceleyerek ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karara bağlamaktır. 

Başvurucu, tarihî nitelikteki taşınmazı Amerikan Enstitüsü açmak amacıyla satın aldığını ancak sokağa çıkma yasağı dolayısıyla restorasyon işlemini tamamlayamadığını ve mülkünü kullanamadığını ifade etmiştir. Başvurucunun sokağa çıkma yasağı kararının alındığı tarihten önce restorasyon çalışmasının sürüyor olması sebebiyle anılan mülkü bireysel veya ticari amaçlarla henüz kullanamadığı bir vakıadır. Ancak restorasyon çalışmasının durmasının sebebinin sokağa çıkma yasağı olduğunu dikkate almak gerekir. Dolayısıyla başvurucunun taşınmazını kullanılabilir hâle getirmesi sokağa çıkma yasağı sebebiyle gecikmiştir. Öte yandan başvurucunun taşınmazının hangi amaçla kullanılacağı mülke erişememekten doğan zararın miktarını etkilese de zararın var olduğu hakikatini ortadan kaldırmamaktadır.

Bir kimsenin mülküne/evine erişiminin engellenmesinin -ister barınma amaçlı kullanılsın isterse ticari veya kültürel amaçlara tahsis edilsin- zarar doğuracağı muhakkaktır. Zararın miktarının tam olarak bilinmemesi muhtemel olduğu anlamına gelmez. Zararın hesaplanabilir olması, tazmin yükümlülüğünün doğması için yeterlidir. Kullanılabilir durumda olan bir eve erişimin engellenmesi evin kullanımından kaynaklanan ekonomik yarar tutarınca zararın ortaya çıkmasına yol açar. Böyle bir durumda zararın miktarının hesaplanmasında belli ölçüde güçlüklerle karşılaşılabilirse de muhtemel olduğunun ifade edilmesi makul bir yorum olarak görülemez.  Bu hâliyle mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi bakımından teorik düzeyde etkili olduğu saptanan 5233 sayılı Kanun'la oluşturulan tazminat yolu idare mahkemesinin öngörülebilir olmayan ve bariz takdir hatası teşkil eden yorumu sebebiyle somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir. Sonuç olarak idare mahkemesinin başvurucunun zararının miktarının hesaplanmasını ve giderim sağlanmasını engellediği kanaatine varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

E. Y.  BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/37252)

 

Karar Tarihi: 15/6/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/9/2022 - 31940

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

E. Y.

Vekili

:

Av. İhsan ASLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun zararın muhtemel olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1985 doğumlu olup Diyarbakır'da ikamet etmektedir.

A. Arka Plan Bilgisi

6. Kısa adı PKK olan örgütün bir terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18).

7. Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30).

8. Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18).

B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler

9. Başvurucu, Diyarbakır ili Sur ilçesi Dabanoğlu Mahallesi'nde kâin 169 ada 11 parsel numaralı taşınmazda bulunan tarihî eser niteliğindeki evin malikidir. Söz konusu ev, Bakanlar Kurulunun 21/3/2016 tarihli ve 2016/8659 sayılı kararıyla 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesine göre acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazlar arasındadır.

10. Başvurucunun evinin bulunduğu ilçede hendek olayları nedeniyle Sur Kaymakamlığı (Kaymakamlık) tarafından 2/12/2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, 10/12/2015 tarihinde ise kaldırılmıştır. Ardından Kaymakamlık 11/12/2015 tarihinde tekrar sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. 2016 yılından itibaren kademeli olarak -sokak bazlı- kaldırılmaya başlanan sokağa çıkma yasağı 3/5/2019 tarihinde tamamen kaldırılmıştır.

11. Başvurucu 14/6/2016 tarihinde Diyarbakır Valiliğine müracaat ederek sokağa çıkma yasakları döneminde taşınmazını kiraya verememesinden dolayı oluşan gelir kaybının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazmin edilmesini talep etmiştir. Müracaat dilekçesinde, Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan başvurucunun tarihî eser niteliğindeki evi restore ettirip Amerikan Enstitüsü açmak amacıyla üç yıl önce satın aldığı, restorasyon çalışmalarının bitimine yakın hendek olaylarının patlak vermesi üzerine sokağa çıkma yasağı ilan edildiği belirtilmiştir. Dilekçede, sokağa çıkma yasağı döneminde evin boş kalması sebebiyle meydana gelen kira kaybının karşılanması gerektiği ifade edilerek fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere 60.000 TL maddi tazminatın ödenmesi talep edilmiştir.

12. Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu (Zarar Tespit Komisyonu) 13/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebini oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 6/6/2016 tarihli hasar tespit başvuru formuna atıfta bulunularak başvurucunun da katılımıyla evinin bulunduğu mahalde yapılan keşifte evin boş olduğunun, evde ve içindeki eşyalarda herhangi bir hasarın da bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Kararda, ticari nitelikteki zarar kapsamında değerlendirilen tazminat istemine konu zarar ve gelir kayıplarının muhtemel zarar niteliğinde olduğu ve tazminin mümkün bulunmadığı belirtilmiştir.

13. Başvurucu Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali istemiyle 30/3/2018 tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; idari müracaat dilekçesindeki iddialar tekrarlanmış, bunun yanı sıra mülküne ulaşmasının kamu otoritelerinin sokağa çıkma yasağı biçimindeki işlemi sebebiyle engellendiği belirtilmiştir. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun'un taşınmaza verilen her türlü zararı kapsadığını ileri sürmüş; zararın kendi kusuru dışında idarenin işlem ve eylemlerinden kaynaklandığını iddia etmiştir.

14. Davalı Diyarbakır Valiliğinin savunma yazısında muhtemel zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmininin mümkün olmadığı belirtilmiştir.

15. İdare Mahkemesi 21/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 5233 sayılı Kanun'un sosyal risk ilkesinin yasalaşmış hâli olduğu, bu nedenle Kanun'un yürürlüğe girdiği 27/7/2004 tarihinden sonra meydana gelen terör eylemleri veya terörle mücadele sırasında uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan veya açılacak davalarda artık sosyal risk ilkesini uygulama olanağının bulunmadığı belirtilmiş; 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen terör eylemi sonucu oluşan zararların tazminine ilişkin uyuşmazlıkların 5233 sayılı Kanun kapsamında irdelenerek çözülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda; 5233 sayılı Kanun'un 7. maddesine göre terörle mücadele kapsamında uğranılan zararlar ile terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan maddi zararların ödeneceği, ancak muhtemel zararların ödenmeyeceği vurgulanmıştır. Dava konusu taşınmazın boş olduğuna ve davacı tarafından kiraya verilmesinin planlandığına işaret edilen kararda mal varlığına ulaşamama gibi bir zararın bulunmadığı kabul edilmiş, kiraya verilmesi planlanan taşınmazdan elde edilecek olası bir kira gelirinin muhtemel zarar niteliğinde olduğu açıklanmıştır. Kararda sonuç olarak başvurucunun maddi zararın tazmini talebinin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.

16. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, başvurucunun uğradığı zararın muhtemel değil mülke ulaşamamaktan kaynaklanan kesin zarar niteliğinde olduğu savunulmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 17/9/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak oyçokluğuyla reddetmiştir. Karara muhalif kalan bir üye, terörle mücadele kapsamında yürütülen güvenlik operasyonları sırasında ev ve işyerlerinin tahrip olmasından kaynaklanan zararların yanı sıra mal varlığına ulaşamamaktan ve ticari, sınai, zirai ve serbest meslek faaliyetleri yürütememekten kaynaklanan zararların da 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması gerektiğini ifade etmiştir. Muhalefet görüşünde, Zarar Tespit Komisyonu tarafından başvurucunun zararının bulunup bulunmadığı araştırılarak bir karar verilmesi gerekirken talebin 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğinden bahisle reddedilmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir.

17. Nihai karar 30/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 5233 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."

19. 5233 sayılı Kanun'un "Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması" kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz."

20. 5233 sayılı Kanun'un "Karşılanacak zararlar" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

...

c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

22. Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir."

23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82).

24. AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 15/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucu;

i. Amerika Birleşik Devletleri'nde okumuş, tarihî ve kültürel evlere düşkünlüğü olan entelektüel bir şahsiyet olduğunu belirtmiş; kendi imkânlarıyla satın alıp restorasyon işlemlerine başladığı evin restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğu sırada patlak veren hendek olaylarından sonra ilan edilen sokağa çıkma yasağı sebebiyle evine ulaşamadığını iddia etmiştir.

ii. Başvurunun karara bağlanması sürecinde ve bireysel başvuru yaptığı sırada dahi mülke erişim imkânı olmadığı hâlde talep edilen tazminatın muhtemel zarar olduğu gerekçesiyle ödenmemesinin mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını ifade etmiştir.

iii. Acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına 21/3/2016 tarihinde karar verilen evin aradan geçen dört yıla rağmen hâlen kamulaştırılmadığını vurgulamış, bunun Anayasa'nın 46. maddesini ihlal ettiğinden yakınmıştır.

iv. Derece mahkemelerinin keşif yapmadan, zararın var olup olmadığını netleştirmeden karar vermesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Derece mahkemelerinin sokağa çıkma yasağının devam edip etmediğini, devam etmiyorsa taşınmaza erişimin sağlanmasına neden izin verilmediğini araştırmamasından şikâyet etmiştir. AİHM kararlarında mülke erişimin engellenmesinin mülkiyet hakkı ihlali sayıldığını belirtmiş, İdare Mahkemesinin muhtemel zarar gerekçesiyle davayı reddetmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Evine erişmek istese bile kolluk kuvvetlerinin engeliyle karşılaşacağı muhakkak olan bir durumda zararın bulunmadığının kabulünün hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmayacağını belirtmiştir.

v. İdare Mahkemesinin zararın varlığını araştırmadan, olayı aydınlatmadan karar vermesinin gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Taşınmazın görülmesine dahi izin verilmemesinin yol açtığı zararların karşılanmasının hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu ifade etmiştir.

27. Bakanlık görüşünde, başvurucunun genel tazminat hukukuna göre tam yargı davası açmamış olmasının başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği meselesi yönünden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yönelik müdahale açısından benzer nitelikteki olaylara ilişkin şikâyetlerle yapılan Murat Beydili ([GK], B. No: 2019/14642, 17/6/2021) başvurusuna ilişkin verdiği kararda bu husustaki içtihatlarını belirlediği de değerlendirildiğinde mevcut başvuruda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa, mevzuat, ilgili içtihatlar ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınmasının faydalı olacağını belirtmiştir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

29. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte başvurucunun mülküne erişemediği iddiası özü itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir.

31. Başvuruya konu olayda başvurucunun sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde mülküne ulaşamadığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak İdare Mahkemesi başvurucunun iddia ettiği zararın muhtemel olduğu ve bunun 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İdare Mahkemesi, başvurucunun zararının varlığıyla ilgili olarak ayrıca bir inceleme yapmamıştır. Başvurucunun mülküne ulaşamadığı için uğradığını öne sürdüğü zararın karşılanması istemiyle açtığı davanın zararın var olup olmadığına yönelik bir araştırma yapılmadan reddedilmesine yönelik şikâyetin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

32. Başvurucu, ayrıca acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına 21/3/2016 tarihinde karar verilen evin aradan geçen dört yıla rağmen kamulaştırılmadığından da şikâyet etmiş ise de eldeki başvuruya konu davanın kamulaştırma süreciyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu şikâyetin mevcut başvuruda incelenmesi mümkün görülmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Bakanlık, başvurucunun zararının karşılanması yönünden daha elverişli olan genel hükümlere göre açılacak tam yargı davası yolunu tüketmemiş olmasının başvuru yollarının tüketilmesi meselesi yönünden değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

34. İdare Mahkemesinin mülke erişimin engellenmesinden kaynaklanan zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmininin mümkün olmadığına dair bir kabulü bulunmamaktadır. Aksine İdare Mahkemesi mülke ulaşamama hâlinde ortaya çıkan kesin zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmininin olanaklı bulunduğunu değerlendirmiş ancak somut olaydaki zararın kesin olmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Dolayısıyla İdare Mahkemesinin başvurucunun tazminat talebinin reddedilmesini hukuka uygun bulmasının işin esasıyla ilgili bir değerlendirmeye dayandığı anlaşılmaktadır. İdare Mahkemesince işin esası incelendiğine göre 5233 sayılı Kanun kapsamındaki başvuru yolunun etkisiz olduğunun söylenmesi mümkün görülmemiştir. Bu durumda başvurucunun sokağa çıkma yasağı sebebiyle mülküne erişememesinden kaynaklanan zararının tazmini için olağan başvuru yollarını usulüne uygun olarak tükettiği sonucuna ulaşılmıştır.

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

37. Somut olayda Diyarbakır ili Sur ilçesi Dabanoğlu Mahallesi'nde kâin 169 ada 11 parsel numaralı taşınmazın başvurucuya ait olduğu ihtilafsızdır. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

b. Genel İlkeler

38. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).

39. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).

40. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

41. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş.,B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 46, 48).

42. Terör, terör olayları ve genel olarak şiddetin önlenmesi, bu bağlamda kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması devletin temel görevlerindedir. Devletin bu görevini ifa ederken bireylerin hak ve özgürlüklerini anayasal ilkeler çerçevesinde belli ölçüde kısıtlaması meşru görülmelidir. Bu açıdan terörle mücadelenin gerekli kılması hâlinde kişilerin mülklerinin kullanımının sınırlandırılması makul karşılanmalıdır. Ne var ki terörle mücadele kapsamında mülkiyet hakkına yönelik olarak alınan tedbirler sebebiyle kişilerin uğradığı ve kaçınılmazın ötesine geçen zararın telafi edilmesi ölçülülük ilkesinin bir gereğidir. Dolayısıyla terörle mücadele için alınan tedbirler sebebiyle zarara uğradığını iddia eden kişilerin bu zararlarının telafisi için yetkili makama başvurma imkânının, diğer bir ifadeyle etkili başvuru hakkının sağlanması Anayasa'nın 40. maddesinin gereğidir.

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Somut olayda başvurucu, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde 2/12/2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı nedeniyle bu tarihten sonra mülkünü kullanamamıştır. Başvurucu, mülküne erişememesi nedeniyle ortaya çıktığını ileri sürdüğü zararın tazmini amacıyla 14/6/2016 tarihinde Zarar Tespit Komisyonuna müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonu, başvurucunun evinde ve eşyalarında herhangi bir hasarın bulunmadığını tespit etmiş; talep edilen tazminatın muhtemel zarara ilişkin olduğunu kabul ederek tazminat talebini reddetmiştir. İdare Mahkemesi de başvurucunun iddia ettiği zararın kesin değil muhtemel olduğunu belirtmiş, muhtemel zararın idarece karşılanmamasını hukuka uygun bulmuştur. Başvurucu ise taşınmazı kullanamamaktan kaynaklanan zararın muhtemel olmadığını savunmuştur.

44. Başvurucunun kamu otoritelerinin terörle mücadele kapsamında aldığı tedbirler sebebiyle 2/12/2015 tarihinden sonra mülküne erişemediği hususunda tartışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun kamu makamlarının aldığı tedbirler sebebiyle mülkiyet hakkına müdahale edildiği ve bu müdahale sebebiyle zarar oluştuğu iddiasının savunulabilir temelinin bulunduğu anlaşılmıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği iddiasını öne sürebileceği ve varsa zararının tazminini sağlayabileceği başvuru yolunun bulunup bulunmadığıdır.

45. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesinde bu Kanun'un amacının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu belirtilmiştir. Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararlar, Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar arasında sayılmıştır. Öte yandan Kanun'un 6. maddesinin birinci fıkrasında, zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanacağı, bu sürelerden sonra yapılacak başvuruların kabul edilmeyeceği hükme bağlanmıştır.

46. Belirtilen hükümler dikkate alındığında terörle mücadele kapsamında alınan tedbirler nedeniyle mal varlıklarına ulaşamayan kişiler, bu sebeple uğradıkları zararın karşılanması için zarar konusu olayı öğrenmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıl içinde Zarar Tespit Komisyonuna başvurabilecektir. Dolayısıyla terörle mücadele kapsamında alınan tedbirler sebebiyle mülküne ulaşamayan başvurucunun uğradığı zararın tazminini sağlayacak etkili başvuru yolunun teorik düzeyde bulunduğu açıktır.

47. Anayasa Mahkemesince incelenecek ikinci mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun davasında fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığıdır. Başvurucunun Zarar Tespit Komisyonuna yaptığı başvuru, talep edilen zararın kesin olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş; İdare Mahkemesi de Zarar Tespit Komisyonunun bu görüşünü paylaşmış ve davayı reddetmiştir. İdare Mahkemesi başvurucunun zararının bulunup bulunmadığına yönelik bir araştırma ve inceleme yapmamıştır.

48. Tazminat talebinin reddedilmiş olması tek başına etkili başvuru hakkının ihlal edildiği anlamına gelmemektedir. Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve yargısal mekanizmalara yapılan başvuruların mutlaka başvurucu lehine sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda ilgili idari ve yargısal mercilere düşen ödev, başvurucunun şikâyetinin esasını inceleyerek ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karara bağlamaktır (Pegasus Hava Taşımacılığı A.Ş., B. No: 2019/16415, 12/1/2022 § 58),

49. İlke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin yetkisindedir (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26; Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21). Derece mahkemeleri hukuk kurallarını ve delilleri yorumlayıp değerlendirerek davanın sonucuna ilişkin kanaatlerini serbestçe oluşturabilir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumunun keyfîlik veya bariz takdir hatası içerip içermediğini incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir. Mülkiyet hakkına müdahalenin giderilmesi amacıyla oluşturulan yargısal bir yola yapılan başvurunun söz konusu başvuru yoluna müracaat edilmesini anlamsız kılacak, ilgililerin başarı şansını zayıflatacak derecede keyfîlik veya bariz takdir hatası içeren yorumlara dayalı olarak reddedilmesi aynı zamanda etkili başvuru hakkının da ihlaline yol açabilir. Bu durumda Anayasa Mahkemesince incelenecek mesele başvurucunun zararının kesin nitelikte bulunmadığı görüşünün keyfîlik veya bariz takdir hatası içerip içermediğidir. Kuşkusuz Anayasa Mahkemesi bu incelemesini derece mahkemelerinin gerekçesi üzerinden yapacaktır.

50. Başvurucu, tarihî nitelikteki taşınmazı Amerikan Enstitüsü açmak amacıyla satın aldığını ancak sokağa çıkma yasağı dolayısıyla restorasyon işlemini tamamlayamadığını ve mülkünü kullanamadığını ifade etmiştir. Başvurucunun sokağa çıkma yasağı kararının alındığı tarihten önce restorasyon çalışmasının sürüyor olması sebebiyle anılan mülkü bireysel veya ticari amaçlarla henüz kullanamadığı bir vakıadır. Ancak restorasyon çalışmasının durmasının sebebinin sokağa çıkma yasağı olduğunu dikkate almak gerekir. Dolayısıyla başvurucunun taşınmazını kullanılabilir hâle getirmesi sokağa çıkma yasağı sebebiyle gecikmiştir.

51. Öte yandan başvurucunun taşınmazının hangi amaçla kullanılacağı mülke erişememekten doğan zararın miktarını etkilese de zararın var olduğu hakikatini ortadan kaldırmamaktadır. Bir kimsenin mülküne/evine erişiminin engellenmesinin -ister barınma amaçlı kullanılsın isterse ticari veya kültürel amaçlara tahsis edilsin- zarar doğuracağı muhakkaktır. Zararın miktarının tam olarak bilinmemesi muhtemel olduğu anlamına gelmez. Zararın hesaplanabilir olması, tazmin yükümlülüğünün doğması için yeterlidir. Kullanılabilir durumda olan bir eve erişimin engellenmesi evin kullanımından kaynaklanan ekonomik yarar tutarınca zararın ortaya çıkmasına yol açar. Böyle bir durumda zararın miktarının hesaplanmasında belli ölçüde güçlüklerle karşılaşılabilirse de muhtemel olduğunun ifade edilmesi makul bir yorum olarak görülemez.

52. Bu hâliyle mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi bakımından teorik düzeyde etkili olduğu saptanan 5233 sayılı Kanun'la oluşturulan tazminat yolu İdare Mahkemesinin öngörülebilir olmayan ve bariz takdir hatası teşkil eden yorumu sebebiyle somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir.

53. Sonuç olarak İdare Mahkemesinin başvurucunun zararının miktarının hesaplanmasını ve giderim sağlanmasını engelleyen yorumu nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

54. Derece mahkemelerinin gerekçeleriyle sınırlı olarak yapılan değerlendirme neticesinde varılan ihlal sonucu başvurucunun tazminat talebinin otomatik olarak kabulü gerektiği anlamına gelmemektedir. Başvurucunun tazminat talebini, mülke erişilemeyen sürenin uzunluğu, mülke erişememe durumunun çatışmaların fiilen sürdüğü dönemi aşıp aşmadığı, kamulaştırma işlemlerinin ne zaman tamamlandığı gibi hususlar araştırılıp incelendikten sonra değerlendirmek derece mahkemelerinin takdirindedir.

3. Giderim Yönünden

55. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesini veya tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

56. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

57. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

58. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine (E.2018/374, K.2018/1691) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.