TAM YARGI DAVASININ SÜRE AŞIMI GEREKÇESİYLE REDDEDİLMESİ NEDENİYLE MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

TAM YARGI DAVASININ SÜRE AŞIMI GEREKÇESİYLE REDDEDİLMESİ NEDENİYLE MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

Olaylar  

Başvurucular halk plajında bulunan kale direğinin başına düşmesi sonucu hayatını kaybeden M.F.nin annesi ile kardeşidir. Olayla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda kale direğinin konulmasından sorumlu yetkili hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular kovuşturmasızlık kararının kendilerine tebliğ edilmediğini belirterek Belediyeden maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Talebin zımnen reddedilmesi üzerine başvurucular İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi davanın süre aşımından reddine hükmetmiştir. İstinaf talebi üzerine Bölge İdare Mahkemesi ret kararı vermiştir. 

İddialar

Başvurucular, kamu makamları tarafından gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 

Mahkemenin Değerlendirmesi 

Danıştayın ilgili içtihadında idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmasının gerekliliği belirtilmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik araştırma, inceleme hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.

İdare Mahkemesi ise başvurucuların "tazminat istemlerine dayanak olan ölüm olayını ve olaya sebebiyet veren olguları olay tarihi olan 25.09.2015 günü itibari ile öğrendikleri, ... davacıların hak ihlaline yol açtığını öne sürdükleri ölüm olayını öğrendikleri 25.09.2015 günün itibaren 1 yıl içinde idareye başvurarak zararlarının tazminini istemeleri bu başvurunun tamamen ve kısmen reddi üzerine 60 gün içinde davalarını açmaları gerekirken olayın üzerinden 2 yıla yakın bir süre geçtikten sonra şikayetçi dahi olmadıkları savcılık dosyasından fotokopi talep edilmesi [üzerine]dava açtıkları gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

Başvurucular bireysel başvuruya konu yargılama sürecinin her aşamasında, Hayat Abdulbari'nin 7/6/2017 tarihinde Türkçe ve Arapça bilen bir arkadaşıyla Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçeyle başvurarak soruşturma dosyasının örneğini temin etmesi ve arkadaşı tarafından kovuşturmasızlık kararının kendisine tercüme edilmesi sonrasında oğlunun başına düşen kale direklerinin Belediyeye ait olduğunu ve garaj amiri tarafından plaja getirildiğini, dolayısıyla bu aşamadan sonra olayda Belediyenin hizmet kusuru olabileceğini, hakları ile mağduriyetini öğrendiğini ifade etmiştir.

Dosyanın incelenmesi neticesinde başvurucuların soruşturma sürecine katıldıklarına, soruşturmanın akıbetinden 7/6/2017 tarihinden önce haberdar olduklarına ya da kovuşturmasızlık kararının beyanı alınan Hayat Abdulbari'ye tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. Oysa 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın suçtan zarar görene tebliği gerekmektedir.

Her ne kadar olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldığından beyanı alınmak suretiyle haberi olan başvurucu Hayat Abdulbari'nin soruşturmanın akıbetini öğrenmek için 1 yıl 8 ay boyunca beklemiş olması kişilerin dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri bakımından bir özensizlik olarak değerlendirilebilecek olsa da dava açma süresi tespit edilirken başvurucuların Suriye uyruklu olmalarının, Türkçe bilmediklerinin, yürütülen soruşturma sürecinde avukat yardımından faydalanmamış olmalarının dikkate alınması gerektiği değerlendirilmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğ edilmemesinin eylemin idariliğinin başvurucular tarafından öğrenilmesinin gecikmesine neden olması da tüm hususlarla bir bütün olarak değerlendirildiğinde İdare Mahkemesi tarafından ölüm tarihi esas alınarak dava açma süresinin belirlenmesine ilişkin yorumun başvurucuların dava açmalarını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bahse konu yorumla davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAYAT ABDULBARİ VE MUHANNED FERDUSİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/35788)

 

Karar Tarihi: 6/10/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 16/12/2021-31691

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Hayat ABDULBARİ

 

 

2. Muhanned FERDUSİ

Başvurucular Vekili

:

Av. Kemal EKMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamu makamları tarafından gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Hayat Abdulbari'nin oğlu, Muhanned Ferdusi'nin ise kardeşi olan Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı, 1/1/1993 doğumlu, olay tarihinde 22 yaşında olan M.F., Adana/Karataş Halk Plajı'nda bulunan kale direğinin başına düşmesi sonucu 25/9/2015 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

9. Olayla ilgili olarak Karataş Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından yürütülen soruşturma kapsamındaki otopsi sonucunda ölümün künt kafa travmasına bağlı yüz, kafa kaide kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir.

10. Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından olay yeri incelemesi yapılmış, olay yerinin basit krokisi çizilmiş, olay yeri fotoğrafları çekilmiştir.

11. Başvurucu Hayat Abdulbari'nin 25/9/2015 tarihinde Karataş İlçe Emniyet Amirliğinde (İlçe Emniyet Amirliği) tercüman vasıtasıyla vekili bulunmadan, müşteki olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:

"...Denize girmek amaçlı oğlum [M.], kız kardeşim ve kız kardeşimin eşi ile birlikte geldim. Bulunduğumuz plajda futbol sahası vardı, kum üzerinde bulunan kale direğine oğlum [M.nin] sallanmak amaçlı tutunduğunu da gördüm, oğlum birkaç kez kale direğinde bu şekilde sallandı. Öğleden sonra ben denizde bulunuyordum, oğlum [M.] denizde değildi, oğlum kale direğinin oralarda gördüm kısa bir müddet sonra oğlumun bulunduğu yerde toplanan kalabalık gördüm ve hemen denizden çıkarak oğlumun yanına doğru gittiğimde oğlum yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu ... kale direği oğlumun başına çarpmış, kale direği oğlumun başının üzerine düşmüş, kale direği oğlumun başının üzerinde duruyordu... Bu konu ile ilgili kimseden şikayetçi değilim..."

12. İlçe Emniyet Amirliği tarafından 29/9/2015 tarihinde plaja Karataş Belediyesi (Belediye) görevlilerince futbol oynanması amacıyla kale direklerinin karşılıklı olarak yerleştirildiğinin tespit edildiği belirtilerek söz konusu direkleri yerleştiren Belediye görevlisinin kimlik bilgilerinin iletilmesinin talep edilmesi üzerine Belediye tarafından 9/10/2015 tarihli yazı ile bir festival kapsamındaki turnuva için kurulan kale direklerini kum üzerine karşılıklı olarak yerleştirmekle görevli kişinin Garaj Amiri M.A. olduğu bildirilmiştir.

13. M.A.nın İlçe Emniyet Amirliğinde, şüpheli olarak alınan 13/10/2015 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...plajda bulunan kale direklerini garaj amiri olarak benim sorumluluğumda dikildi, bu kale direkleri burada düzenlenen plaj futbolu turnuvası için dikildi daha sonra bu kale direkleri turnuva bittikten sonra tekrar garaja kaldırmak istedik ancak son bir maç olduğundan bu kale direklerini kepçe ile sökerek sahile tekrar maç olacağı için kenara kimseye zarar verm[eye]cek, üstü örtülü bir şekilde bıraktık, daha sonra bu kale direklerini kimin kaldırarak kumsala diktiğini bilmiyorum, daha sonra bu kaza olduktan sonra biz kale direklerini diktik ve bahse konu maç oldu maç olduktan sonrada sahilden kaldırdık ve stada götürdük, bu kale direklerini kaza öncesinde kim veya kimler tarafından dikildi bilmiyorum, bu direkler bir veya iki kişi ile dikilecek bir ağırlıkta değildir en az 7-8 kişinin kaldırıp dikebileceği bir direktir, bu olay ile ilgili olarak benim bir kusurum yoktur..."

14. Soruşturma sırasında iş güvenliği uzmanından temin edilen 9/11/2015 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...

a) Mahkeme dosyasındaki kroki bilgileri ve ekindeki cd'de bulunan olay yeri resimlerine göre kazaya neden olan futbol kale direği ekipmanın;

Turnuva maçı için stattan kumsala getirilerek kullanılmasında yasal bir sakınca olmadığı.

Seyyar (taşınabilir) şekilde farklı ebatlarda demir borulardan 575 Santimetre genişliğinde, 233 santimetre yüksekliğinde ve 133 santimetre derinliğinde dikdörtgen prizma köşegen ayırtları görünümü şeklinde yapılmış kale direği ağ bağlama ekipmanı olduğu,

Ekipmanın kullanım anında herhangi bir yere sabitlenmesi gerekmediği, üzerine kale ağı bağlanarak istenilen yere konulup, konulduğu şekilde ağ takılarak futbol kalesi olarak kullanıldığı.

Ayrıca ağırlığının bir veya iki kişi tarafından taşınamayacak kadar büyük, fiziksel olarak da normal kullanım şartlarında kendiliğinden devrilmeyecek şekilde dengeli yapılmış olduğu.

b) Kale direği ekipmanın Karataş Belediye Garaj Amiri [M.A.nın] kontrolünde plaja getirildiği, turnuva bittikten sonra daha sonra yapılacak bir maç için, plajdan stada götürülmeyip, plajda uygun bir yere kaldırılıp üzerinin örtüldüğü, sonrasında bilinmeyen bir şekilde, kimler olduğu belli olmayan kişiler tarafından tekrar plaj kumsalına getirildiği plaj kumsalında belediye yetkililerinden habersiz gelişi güzel kullanılmaya başlandığı ve bundan sonra kazanın meydana geldiği.

c) Kazanın oluşu ile Suriye uyruklu iki kardeşten başka tanığın bulunmadığı, tanık ifadelerinde olay gördüklerini söylemelerine rağmen kale direğinin devrilmesine etki eden husus hakkında ifadelerinde hiçbir bilginin bulunmadığı. a) bendinde açıklandığı şekilde kale direğinin fiziksel yapısı değerlendirildiğinde, kale direğinin normal şartlarda devrilmesinin mümkün olmadığı, mutlaka birilerinin yani ya plajda bulunan diğer kişilerin, (kazalı [M.F.nin] kazadan önce kale direği üzerinde salınma yaptığı gibi) kale direğine tutunarak salınması sonucu mu devrildiği yada başka bir fiziksel güç etkisi altında mı devrildiği, Ancak bu fiziksel gücün, kale direğinin ağırlığına paralel dengeli yapısından dolayı, herkesin denize girebildiği bir ortamda esen rüzgar kuvvetinin olamayacağı rüzgardan başka bir gücün etki etmiş olabileceği kanaatini oluşturduğu.

...

Kale direği ekipmanın;

Turnuva maçı için stattan kumsala getirilerek kullanılmasında yasal bir sakınca olmadığından, Normal kullanım şartlarında, amaca uygun kullanıldığında fiziksel olarak yapısının kendiliğinden devrilmeyecek şekilde dengeli yapılmış,

Turnuva maçından sonra kumsaldan uygun yere kaldırılmış ve üzerinin kapatılmış olmasına rağmen, sonrasında [M.A.nın] bilgisi dışında kim olduğu bilinmeyen kişiler tarafından yerinden alınarak kumsala tekrar getirilmiş, olmasından dolayı.

Görevi gereği kale direğini plaj kumsalına getiren ve turnuva sonrası kaldıran Karataş Belediyesi Garaj Amiri [M.A.nın]

Ve Kazalı [M.F.nin] ise kale direği altında oturmasının, ortamın halk plajı olmasından dolayı bir sakıncasının veya yasal bir yasağın bulunmamasından dolayı, kazanın oluşunda her ikisinin de bir kasıt kusur ve ihmallerinin bulunmadığı.

Ayrıca, Cumhuriyet Başsavcılığı dosyasındaki ifade, belge ve bilgilere göre; kazaya neden olan kale direği ekipmanın, kimler tarafından tekrar plaja konulmasının, plajda gelişi güzel kullanılmasının ve devrilmesine neden olan fiziksel gücün tespit edilememiş olmasından dolayı başka bir kişi, kurum ve kuruluşun kasıt kusur ve ihmalinin de bulunmadığı.

Görüş ve kanaatimle..."

15. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/12/2015 tarihinde taksirle ölüme neden olma suçundan M.A. hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Suriye uyruklu ölen [M.F.nin] 25/09/2015 Tarihinde saat:17.45 sıralarında Karataş ilçesi merkezinde... plajda futbol kale direğine, direkte bağlı bulunan ip yardımıyla asılarak sallandığı, sallanırken kale direğinin ölenin uyguladığı kuvvet ile ölenin üzerine devrildiği ve ölenin başından yaralandığı, olay yerine çağrılan ambulans ile Karataş Devlet Hastanesi'ne kaldırıldığı, buraca yapılan tüm tıbbi müdahalelere rağmen kurtarılamadığı ve ex olduğu, Karataş Devlet Hastasenide yapılan ölü muayene işlemi neticesinde; kesin ölüm nedeninin tespiti amacıyla klasik otopsi yapılmasına karar verildiği, ölenin cesedi üzerinde yapılan klasik otopsi işlemleri neticesinde Adana Adli Tıp Grup Başkanlığınca tanzim olunan 04/11/2015 Tarihli otopsi raporuna göre; Kişinin ölümünün künt kafa travmasına bağlı kafa kaide kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması sonucu meydana geldiğinin belirtildiği, olay yerinde ölenin ölümüne neden olan kale direklerinin Karataş Belediyesi'nde garaj amiri olarak görev yapan şüpheli [M.A.nın] sorumluluğunda olduğu,

Şüphelinin alınan ifadesinde;... beyan ettiği,

Şüphelinin meydana gelen ölüm nedeniyle kusurunun bulunup bulunmadığı yönünde soruşturma dosyasının bilirkişiye tevdii edildiği, İş Güvenliği Uzmanı... tarafından tanzim olunan 09/11/2015 Tarihli bilirkişi raporuna göre; Garaj amiri [M.A.nın] ve kazalı [M.F.nin] kazanın oluşumunda herhangi bir kast veya kusurlarının bulunmadığının belirtildiği,

Ölenin velisi Hayat Abdulbari'nin oğlunun ölümü ile herhangi bir şikayetinin olmadığını, olaydan önce oğlu [M.nin] kale direğine sallanmak amaçlı tutunduğunu gördüğünü beyan ettiği, tanıkların da ölenin başına kale direğinin düştüğünü gördüklerini beyan ettikleri,

Somut olayda ölenin kendi kusurlu hareketi neticesinde yaşamını yitirdiği, şüphelinin meydana gelen olayda herhangi bir kusur veya ihmalinin bulunmadığı, şüpheli açısından taksirle ölüme neden olma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı tüm dosya kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheli hakkında atılı suçtan suçun unsurlarının oluşmaması nedeni ile kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,

...

Kararın şikayetinin bulunmaması nedeniyle mağdura TEBLİĞİNE YER OLMADIĞINA..."

16. Soruşturma dosyasının incelenmesinden başvurucuların yürütülen soruşturmaya katıldıklarına, soruşturmanın seyrinden bilgi sahibi olduklarına, bildirdikleri 7/6/2017 tarihinden önce soruşturma dosyasından bilgi/belge temin ettiklerine dair herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Kovuşturmasızlık kararında da belirtildiği üzere, başvurucu Hayat Abdulbari beyanında olayla ilgili kimseden şikâyetçi olmadığını belirttiğinden kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.

B. Olayla İlgili Olarak Görülen Tam Yargı Davası Süreci

17. Başvurucuların başvuru formunda bildirdiklerine göre başvurucu Hayat Abdulbari'nin işyerinden Türkçe ve Arapça bilen bir arkadaşıyla birlikte 7/6/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak soruşturma dosyasının bir örneğini temin etmesi üzerine başvurucu, olay hakkında kovuşturmasızlık kararı verildiğini öğrenmiş ve bu kararı temin etmiştir.

18. Başvurucular vekilleri aracılığıyla sundukları 8/8/2017 havale tarihli dilekçeyle, kovuşturmasızlık kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, soruşturma dosyasının örneğini aldıkları tarihte kovuşturmasızlık kararından ve yakınlarının ölümüne sebep olan kale direklerinin Belediyeye ait olduğundan ve direklerin Belediyede görev yapan Garaj Amiri M.A.nın sorumluluğunda olduğundan haberdar olduklarını belirterek Belediyeden maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.

19. Başvurucular, talebin zımnen reddedilmesi üzerine 11/1/2017 tarihli dilekçeyle Adana 3. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, kale direğinin yakınlarının üzerine düşmesi sonucunda vefat ettiğini, soruşturmada kovuşturmasızlık kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, soruşturma dosyasının örneğini aldıkları tarihte kovuşturmasızlık kararından, yakınlarının ölümüne sebep olan kale direklerinin Belediyeye ait olduğundan ve direklerin Belediyede görev yapan Garaj Amiri M.A.nın sorumluluğunda olduğundan haberdar olduklarını yinelemiştir. Başvurucular dilekçede ayrıca soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda kimsenin olayda kusuru bulunmadığı tespitine yer verilmiş olsa da tam yargı davasında bu raporla bağlı olunmadığını, yeniden kusura dair rapor temin edilebileceğini, Belediye görevlileri tarafından plaja getirilen kale direğinin üzerine düşmesi sonucunda yakınlarının ölümünde Belediyenin hizmet kusuru bulunduğunu ifade etmiş; başvurucu anne Hayat Abdulbari için 1.000 TL maddi, 50.000 TL manevi, kardeş Muhanned Ferdusi için 50.000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir.

20. İdare Mahkemesi 10/5/2018 tarihinde davanın süre aşımından reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Uyuşmazlıkta, davacılar murisinin 25.09.2015 günü gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili olarak Karataş Cumhuriyet Başsavcılığı'nın... adli tahkikat başlatıldığı, Mahkememizin 13.03.2018 günlü ara kararı ile celp edilen soruşturma dosyasının incelenmesinden; soruşturma kapsamında velisi sıfatıyla ifadesine başvurulan davacı Hayat ABDULBARİ'nin oğlunun ölümü ile ilgili olarak kimseden şikayetçi olmadığını beyan etmesi nedeniyle soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair 02.12.2015 günlü kararın kendisine tebliğ edilmediği, söz konusu kararın üzerinden 1,5 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra davacılardan Hayat ABDULBARİ'nin oğlunun ölüm olayı ile ilgili tahkikat dosyasından suret almak üzere 07.06.2017 günlü dilekçesi ile Karataş Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğu, aynı gün dosya evraklarının birer örneğinin verildiği, akabinde murislerinin ölüm olayında hizmet kusuru bulunduğundan bahisle tazminat istemi ile 08.08.2017 günü davalı idareye başvuruda bulunulduğu, bu başvuruya 60 gün içinde yanıt verilmemesi üzerine 11.10.2017 günü bakılmakta olan davanın açıldığı görülmekle birlikte davacıların tazminat istemlerine dayanak olan ölüm olayını ve olaya sebebiyet veren olguları olay tarihi olan 25.09.2015 günü itibari ile öğrendikleri açıktır.

Bu durumda, davacıların hak ihlaline yol açtığını öne sürdükleri ölüm olayını öğrendikleri 25.09.2015 günün itibaren 1 yıl içinde idareye başvurarak zararlarının tazminini istemeleri bu başvurunun tamamen ve kısmen reddi üzerine 60 gün içinde davalarını açmaları gerekirken olayın üzerinden 2 yıla yakın bir süre geçtikten sonra şikayetçi dahi olmadıkları savcılık dosyasından fotokopi talep edilmesi ve akabinde davalı idareye yapılan başvuruya idarece yanıt verilmemesi üzerine açılan davanın süreaşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-b maddesi gereğince süre aşımı yönünden reddine,.."

21. Başvurucular istinaf dilekçesinde; Cumhuriyet Başsavcılığının 2/12/2015 tarihli kovuşturmasızlık kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, Suriye uyruklu olduklarını ve Türkçe bilmediklerini, yakınlarının ölüm tarihinden haberdar olmuşlar ise de ölüm nedeninden haberdar olamadıklarını ancak 7/6/2017 tarihinde temin ettikleri kovuşturmasızlık kararının tercüme edilmesiyle yakınlarının ölümüne neden olan kale direklerinin Belediyeye ait olup Belediye garaj amirinin sorumluluğunda olduğunu öğrendiklerini belirterek karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucular ayrıca yakınlarının ölümüne neden olan kazaya sebebiyet veren eylemin idarenin kusurlu eylemi sonucu meydana geldiğinden 7/6/2017 tarihine kadar haberdar olmamaları nedeniyle dava açma süresinin ölüm tarihinden başlatılması yerine zararın o eylemden kaynaklandığını öğrendikleri 7/6/2017 tarihinin esas alınarak başlatılması gerektiğini, bu nedenle süre aşımından davanın reddedilmesinin hatalı olduğunu ileri sürmüştür.

22. İstinaf talebini inceleyen Konya Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi 26/9/2018 tarihli kararıyla oyçokluğuyla talebi reddetmiştir. Karşıoyun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden, tazminata konu ölüm olayının 25/09/2015 tarihinde meydana geldiği, Savcılıkça 02/12/2015 tarihinde takipsizlik kararı verildiği, davacının şikayetçi olmadığı, ancak takipsizlik kararının da davacıya tebliğ edilmediği, bilahare davacının savcılık dosyasını inceleterek 08/08/2017 tarihinde idareye başvurduğu anlaşılmaktadır.

2577 Yasanın 13. maddesi uyarınca, idari eylemler sebebiyle öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl, herhalde olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde idareye başvurarak tam yargı davası açılabilir.

Yasa maddesi süre başlangıcı için hak ihlalinde 'öğrenme' tarihini esas almıştır.

Bu bağlamda ihtilaf ele alınacak olursa, davacı Türkçe bilmeyen Suriyeli bir mülteci olup, ölüm olayından sonra hukuki süreç ve yasal haklarını asgari düzeyde bilebilecek seviyede değildir. Nitekim takipsizlik kararı da kendisine tebliğ edilmemiştir. Olaydan yaklaşık 1,5 yıl sonra savcılıktan dosya fotokopisi alınıp, muhtemelen işin hukuki mahiyetini bilen birisine danışarak mağduriyetini ve muhtemel haklarını öğrenmiştir. Bu sebeple savcılıktan dosya fotokopisini aldığı 07/06/2017 tarihini 'öğrenme' tarihi kabul ederek süre denetimi yapmak hakkaniyete ve yasanın amacına uygun olacaktır.

Nitekim Danıştayın yerleşik içtihatlarında da, bu tür olaylarda ölümün meydana geldiği tarih değil, mağduriyetin ve sorumluluğun netleştiği tarih (eylemin idariliği) esas alınmaktadır..."

23. Ret kararı başvuruculara 23/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Kanunlar

24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı 172. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir."

25. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

B. Danıştay İçtihadı

26. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.

Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.

Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."

27. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/4/2016 tarihli ve E.2016/3471, K.2016/3026 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, davacının tedavi için gittiği Eskişehir Devlet Hastanesinde 18/04/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon sonucu sakat kaldığından bahisle [uğradığı] zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, davacının, rahatsızlığı nedeniyle 18/04/2011 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesine gittiği burada yapılan iğne sonucu sakat kaldığından bahisle ilgililer hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğu, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma … sayılı dosyasında yürütülen soruşturmada, konuyla ilgili alınan İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 02/08/2013 tarihli raporu dikkate alınarak 'kovuşturmaya yer olmadığına' kararı verildiği, bu karara yapılan itirazın Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli … kararı ile reddedildiği ve kararın 03/03/2014 tarihinde ilgiliye tebliğ edildiği, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 60 gün içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten çok sonra 15/12/2014 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi geçtikten sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

… tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır."

28. Danıştay Onuncu Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 'Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması' başlıklı 13. maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu sürelerin, kişilerin haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının kurulduğu, başka bir ifadeyle eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren başlatılacağı kuşkusuzdur.

Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Anayasa Mahkemesinin 6/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

30. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların başvuru giderlerini karşılayabilecek ölçüde mal varlıklarının bulunmadığı ve adli yardım taleplerinin dayanaktan yoksun olmadığı anlaşılmış olup 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları uyarınca adli yardım taleplerinin kabulü ile yargılama giderlerini ödemekten muaf tutulmalarına karar verilmesi gerekir (Nadali Aghelı Kohne Shahrı, B. No: 2014/12633, 9/9/2015, §§ 16-20).

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

31. Başvurucular kamu makamlarının gerekli önlemleri almaması nedeniyle yakınlarının hayatını kaybettiğini, yakınlarının ölümüne ilişkin soruşturma neticesinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın başvurucu Hayat Abdulbari'ye tebliğ edilmediğini, bu sebeple yakınlarının ölümüne sebep olan kale direklerinin Belediye görevlileri tarafından bir turnuva kapsamında plaja getirildiğinden ve direklerin sorumluluğunun Belediyede çalışan garaj amirine ait olduğundan ancak kovuşturmasızlık kararını temin ettikleri 7/6/2017 tarihi itibarıyla bilgi sahibi olabildiklerini ifade etmiştir. Başvurucular ayrıca yabancı ülke vatandaşı olup mülteci olmaları, Türkçe bilmemeleri ve Hayat Abdulbari'nin soruşturma sırasında avukat yardımından faydalandırılmaması nedeniyle hukuki süreç ve yasal haklarını bilmediklerini, başvurucu Hayat Abdulbari'nin Başsavcılıktan dosyanın örneğini temin etmesi sonrasında işin hukuki mahiyetini bilen bir arkadaşına danışarak hem kovuşturmasızlık kararının içeriğini hem de mağduriyetini ve haklarını öğrendiğini, dolayısıyla 7/6/2017 tarihinin öğrenme tarihi olarak kabul edilmesi gerekirken dava açma süresinin ölümün meydana geldiği tarih esas alınarak hesaplanması suretiyle davanın süre aşımından reddedilmesinin hatalı bir değerlendirme olduğunu belirterek yaşam ve adil yargılanma hakları başta olmak üzere çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü, İdare Mahkemesinin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasındaki katı değerlendirmesi ve bu uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

38. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).

41. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

42. Başvurucuların yakınının ölümü nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle açtıkları davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

43. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

44. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

45. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

46. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).

47. Öte yandan kişilerin bireysel başvuruda bulunmak için dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüklerinin var olduğunun altı çizilmelidir (A.C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827, 25/2/2016, § 29). Bu yükümlülük kapsamında, kişiler adli makamlar nezdindeki kendilerini ilgilendiren soruşturmaların akibetini takip etme konusunda gerekli özeni göstermelidir. Söz konusu özen yükümlülüğü kapsamında kişilerin kendilerinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediklerinin başvurunun özelliklerinin dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 26, 28) Danıştay içtihadında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik araştırma, inceleme hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, § 48).

49. İdare Mahkemesi ise başvurucuların "tazminat istemlerine dayanak olan ölüm olayını ve olaya sebebiyet veren olguları olay tarihi olan 25.09.2015 günü itibari ile öğrendikleri, ... davacıların hak ihlaline yol açtığını öne sürdükleri ölüm olayını öğrendikleri 25.09.2015 günün itibaren 1 yıl içinde idareye başvurarak zararlarının tazminini istemeleri bu başvurunun tamamen ve kısmen reddi üzerine 60 gün içinde davalarını açmaları gerekirken olayın üzerinden 2 yıla yakın bir süre geçtikten sonra şikayetçi dahi olmadıkları savcılık dosyasından fotokopi talep edilmesi [üzerine]dava açtıkları gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir (bkz. § 20).

50. Başvurucular bireysel başvuruya konu yargılama sürecinin her aşamasında, Hayat Abdulbari'nin 7/6/2017 tarihinde Türkçe ve Arapça bilen bir arkadaşıyla Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçeyle başvurarak soruşturma dosyasının örneğini temin etmesi ve arkadaşı tarafından kovuşturmasızlık kararının kendisine tercüme edilmesi sonrasında oğlunun başına düşen kale direklerinin Belediyeye ait olduğunu ve garaj amiri tarafından plaja getirildiğini, dolayısıyla bu aşamadan sonra olayda Belediyenin hizmet kusuru olabileceğini, hakları ile mağduriyetini öğrendiğini ifade etmiştir (bkz. §§ 18, 21).

51. Somut başvuruda, başvurucuların yakınlarının başına düşen kale direklerinin Belediyeye ait olduğunu ve garaj amiri tarafından plaja getirildiğini önceden bilmediklerine yani eylemin idariliğini kovuşturmasızlık kararının içeriğinden haberdar olmalarıyla öğrendiklerine dair iddiaları karşısında İdare Mahkemesi tarafından dava açma süresinin başlangıcının ölüm olayının gerçekleştiği tarihten itibaren başlatılmasının somut olayın şartları bakımından mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde katı bir yoruma sebebiyet verip vermediği incelenmelidir.

52. Bu noktada öncelikle Suriye uyruklu olan başvurucuların bulundukları yabancı bir ülkede başlarına gelen olayda kale direklerinin Belediyeye ait olduğunu bilemeyebilecekleri yapılacak değerlendirmede gözönüne alınmalıdır.

53. Başvurucuların yakınının hayatını kaybetmesine ilişkin olarak yürütülen soruşturmada başvurucu Hayat Abdulbari'nin avukatı bulunmadan verdiği beyanında kale direklerinin oğlunun üzerine düşmesi sonucu vefatı olayıyla ilgili olarak kimseden şikâyetçi olmadığını belirttiği anlaşılmıştır (bkz. § 11).

54. Dosyanın incelenmesi neticesinde başvurucuların soruşturma sürecine katıldıklarına, soruşturmanın akibetinden 7/6/2017 tarihinden önce haberdar olduklarına ya da kovuşturmasızlık kararının beyanı alınan Hayat Abdulbari'ye tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır (bkz. § 16).

55. Oysa 5271 sayılı Kanunu'nun 172. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın suçtan zarar görene tebliği gerekmektedir (bkz. § 24). Başvurucu Hayat Abdulbari'nin ölenin annesi olduğu, dolayısıyla suçtan zarar gören sıfatını haiz olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.

56. Her ne kadar olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldığından beyanı alınmak suretiyle haberi olan başvurucu Hayat Abdulbari'nin soruşturmanın akibetini öğrenmek için 1 yıl 8 ay boyunca beklemiş olması kişilerin dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri (bkz. § 47) bakımından bir özensizlik olarak değerlendirilebilecek olsa da dava açma süresi tespit edilirken başvurucuların Suriye uyruklu olmalarının, Türkçe bilmediklerinin, yürütülen soruşturma sürecinde avukat yardımından faydalanmamış olmalarının dikkate alınması gerektiği değerlendirilmiştir.

57. Ayrıca -özellikle de kanuni bir zorunluluk olduğu hâlde- kamu gücüne sahip bir makam olan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğ edilmemesinin eylemin idariliğinin başvurucular tarafından öğrenilmesinin gecikmesine neden olması da yukarıda ifade edilen hususlarla bir bütün olarak değerlendirildiğinde İdare Mahkemesi tarafından ölüm tarihi esas alınarak dava açma süresinin belirlenmesine ilişkin yorumun başvurucuların dava açmalarını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bahse konu yorumla davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

58. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

59. Mahkemeye erişim hakkının ihlaline karar verilmesiyle birlikte kamu makamlarının gerekli önlemleri almaması nedeniyle yaşam hakkının koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın İdare Mahkemesi tarafından araştırılıp değerlendirilebilmesi imkânı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ikincillik ilkesi gereği, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia bakımından bu aşamada ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

61. Başvurucular; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve başvurucu Hayat Abdulbari için 300.000 TL maddi, 200.000 TL manevi tazminat, başvurucu Muhanned Ferdusi için 100.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 300.000 TL maddi, 300.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

65. İncelenen başvuruda başvurucuların davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

68. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 3. İdare Mahkemesine (E.2017/991) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Konya Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.