TASARRUFUN İPTALİ DAVASINA İLİŞKİN KARAR

TASARRUFUN İPTALİ DAVASINA İLİŞKİN KARAR

T.C.

 Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu         

2017/1505 E

2020/204 K. 




1. Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Banaz Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararıdavacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 20.04.2011 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin alacağından dolayı davalılardan … hakkında Uşak 1. İcra Dairesinin 2004/739 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, davalı …’un gayrimenkullerini alacaklılarını ızrar kastı ile damadı olan diğer davalıya icra takibinden kısa bir süre önce borcun doğumundan sonra satış gibi göstererek devrettiğini, davalılar arasında gayrimenkul alım satımını gerektiren bir durum olmadığı gibi satılan gayrimenkullerden köy içindeki evde yine davalı …’un ikamet ettiğini, borçlular hakkında haciz işleminin uygulandığını, ancak borçlunun borcuna yetecek malı bulunamadığından aciz vesikası hükmünde olan bu tutanak ile dava açma haklarının bulunduğunu, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK)18.maddesi uyarınca dava açıldığından aciz vesikasına da gerek bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kabulü ile BK 18 uyarınca muvazaa sebebiyle borçlunun yaptığı 10.02.2004 tarihli ve 193 yevmiye numaralı satışın hükümsüzlüğüne ve hiç yapılmamış olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili 06.05.2011 tarihli cevap dilekçesinde; davacı taraf borçlu hakkında aciz vesikası almaktan kurtulmak kastı ile BK 18. madde uyarınca dava açtığını belirtmiş ise de davanın niteliği gereği 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddelerinde belirtilen tasarrufun iptali davası niteliğinde olduğunu, davacı tarafça da dava dilekçesinin hukuki sebepler bölümünde açıkça belirtildiğini, İİK’nın 284. maddesinde belirtilen beş yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu savunarak davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:
6. Banaz Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.07.2012 tarihli ve 2011/144 E.,2012/381 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesinin kapsamı ve davacı tarafın dilekçesinde belirttiği hukuki sebep dikkate alınarak eldeki davanın esasen İİK hükümlerince açılan tasarrufun iptali davası olduğu, İİK’nın 284. maddesi uyarınca iptal davası hakkının batıl olan tasarrufun vukuu tarihinden itibaren beş yıl geçmekle düşeceği, bu sürenin hak düşürücü süre niteliğinde olup hâkim tarafından resen nazara alınmasının gerektiği, taşınmazların satışlarının 10.02.2004 tarihinde ve 193 yevmiye numaralı resmî senet ile gerçekleştirildiği ve davanın 20.04.2011 tarihinde hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra açıldığı gereçkesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Banaz Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 17.Hukuk Dairesince 17.02.2014 tarihli ve 2012/14217 E., 2014/2020 K. sayılı kararı ile;
“…Dava BK’nun 18.(Türk Borçlar Kanununun 19.maddesi) maddesi uyarınca muvazaalı işlem yapıldığı iddiasına dayalı tapu kayıtlarının iptali ile borçlu adına tescili istemine ilişkindir.
Bir davada taraflarca ileri sürülen maddi olguların hukuki değerlendirilmesini yapmak, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hâkimin doğrudan görevidir.
Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre dava niteliği itibarıyla BK 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Yüzelsel bakıldığında tasarrufun iptali davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277.maddesinde sözü edilen tasarrufun iptali davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. 3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen, kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkân verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir.
Davacının iddiasını kanıtlaması hâlinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.
Somut olayda davacı vekili, müvekkilinin 11.2.2004 tanzim 5.3.2004 vade tarihli senet nedeniyle davalı …’dan alacaklı olduğunu, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleştiğini, alacağın tahsilini imkânsız hâle getirmek amacıyla borçlunun adına kayıtlı dört taşınmazı 10.2.2004 tarihinde damadı davalı …’e devretmesine rağmen hâlen kendisinin kullandığını, Uşak İcra Hukuk Mahkemesince yapılan 14.2.2011 tarihli keşif sırasında taşınmazların borçlu ve oğlu tarafından kullanıldığının belirlendiğini belirterek açıkça ve ısrarla BK 18.madde gereğince muvazaalı satışların iptalini talep etmiştir. Bu durumda mahkemece dava konusu taşınmazların satışına ilişkin 10.2.2004 tarihli satış işlemlerinin danışıklı olup olmadığı araştırılmalı, tarafların bu konuda sunduğu deliller

toplanarak davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları tespit edildiği takdirde takip konusu alacağın tahsili için İİK 283/1-2 maddesi kıyasen uygulanarak tapu kaydının iptaline gerek olmadan davacının alacaklarını alabilmesi için dava konusu taşınmazların haczi ve satışı konusunda davacının alacak ve ferileriyle sınırlı olarak cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi isabetli görülmemiştir. Açıklanan bu maddi ve hukuksal olgulara göre davanın İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu yolundaki mahkemenin kabulü isabetsiz olup, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Banaz Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.05.2015 tarihli ve 2015/159 E.,2015/313 K. sayılı kararı ile; eldeki dava muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olsa idi bozma ilamındaki görüşün mahkemece de benimseneceği, dava dilekçesindeki istemin davaya konu taşınmazların satışının hükümsüzlüğüne ve hiç yapılmamış olduğunun tespitine yönelik olduğu, davaya konu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile borçlu adına tescilinin talep edilmediği, dava dilekçesinde hukuki dayanak olarak İİK’nın 277 ve devamı maddelerinin gösterildiği, davanın mahiyeti gereğince de davanın İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası olduğunun kabulünün gerektiği, İİK 278, 279 ve 280. maddelerinde iptale tabi tasarruflar sayıldıktan sonra 284. maddesinde iptal davası açma hakkının batıl tasarrufun meydana geldiği tarihten itibaren beş sene geçmekle düşeceğinin düzenlendiği, bu beş yılık sürenin hak düşürücü nitelikte olup resen göz önünde bulundurulması gerektiği, bozma ilamında belirtildiği üzere iddia ve ispatın genel hükümlere göre değerlendirilmesinin ardından İİK’nın 283/1-2. maddesinin kıyasen uygulanmasının hukukun genel mantığına aykırı olduğu, bu görüşün kabulü hâlinde hak düşürücü sürenin uygulanabilme imkânının kalmayacağı, beş senelik hak düşürücü süreyi geçiren tüm alacaklılar için genel hükümlere göre muvazaa iddiasına dayanarak akabinde İİK’nın 283/1-2. maddesinden faydalanma sonucunu doğuracağı, hatta bu hâlde hak düşürücü süreyi kaçıran alacaklının tasarrufun iptali davasının özel şartlarından olan aciz belgesi sunma yükünden dahi kurtulacağı, bu durumun ise hakkaniyete aykırı olduğu, davaya konu taşınmazların devirlerinin 10.02.2004 tarihinde ve 193 yevmiye numaralı resmî senet ile gerçekleştirilmiş olduğu, davacı tarafça 23.03.2004 tarihinde İİK’nın 331. maddesine muhalefet suçu nedeniyle Banaz Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğuna göre taşınmazların devredildiğinin en geç 23.03.2004 tarihinde davacı tarafça öğrenildiği, buna rağmen hak düşürücü sürenin sona ermesinden çok sonra 20.04.2011 tarihinde eldeki davanın açıldığı, dava açmayı ihmal eden davacı alacaklının lehine sonuç doğuracak şekilde yorum yapılmasının kabulü hâlinde İİK’nın 284. maddesinin işlevsiz kalacağının anlaşıldığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile dava konusu işlemin danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine mi yoksa İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali istemine mi ilişkin olduğu, burada varılacak sonuca göre mahkemece davanın hak düşürücü süre yönünden reddine dair verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Dava; mahkemece, İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilmiştir. Özel Daire ise, davanın, mülga 818 sayılı BK’nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu belirtmiştir. Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki nitelendirmesini yapmak ve uygulanacak yasa maddelerini belirlemek hâkimin doğrudan görevidir. Bu durumda dava dilekçesinde öne sürülen maddi olguların hukuksal nitelendirmesini doğru olarak yaparak konunun aydınlatılması bakımından öncelikle 818 sayılı BK’nın 18.maddesinde (6098 s.TBK 19.m) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarının incelenmesi gerekmektedir.
13. 818 sayılı BK’nın 18.maddesinde; ( 6098 sayılı TBK 19.) “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.
14. Yüzeysel olarak bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür.
15. Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel (şahsi) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284). İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.
16. Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İİK’nın 277 ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu hâlinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür (İİK.

m.283). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2000 tarihli ve 2000/4-823 E., 2000/851 K.; 25.05.2011 tarihli ve 2011/4-149 E., 2011/346 K.; 02.04.2014 tarihli ve 2013/4-1016 E., 2014/436 K.; 17.01.2019 tarihli ve 2017/17-2051 E., 2019/19 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
17. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesinde müvekkilinin 11.02.2004 tanzim 05.03.2004 vade tarihli senet nedeniyle davalı …’dan alacaklı olduğunu, borçlu hakkında başlatılan icra takibinin kesinleştiğini, borçlunun alacağın tahsilini imkânsız hâle getirmek amacıyla adına kayıtlı dört taşınmazı 10.02.2004 tarihinde damadı davalı …’e devretmesine rağmen bir kısmını hâlen kendisinin kullandığını, Uşak İcra Hukuk Mahkemesince yapılan 14.02.2011 tarihli keşif sırasında taşınmazların borçlu ve oğlu tarafından kullanıldığının belirlendiğini davanın BK’nın 18. maddesi gereğince açıldığını ve aciz vesikasına gerek bulunmadığını, belirtmiş, dilekçenin sonuç bölümünde ise; “davanın kabulü ile BK 18 uyarınca muvazaa sebebiyle borçlunun yaptığı 10.02.2004 tarih ve 193 yevmiye no.lu satışın hükümsüzlüğüne ve hiç yapılmamış olduğunun tespitine” karar verilmesi talep edilmiştir. Dava dilekçesinin konusu, maddi olguların anlatılış biçimi ve netice-i talep kısmından da açıkça anlaşılacağı gibi dava BK’nın 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Nitekim dava dilekçesinden açıkça anlaşılan bu husus 23.06.2011 tarihli celsede ve yargılamanın devamı aşamalarında da davacı vekili tarafından açıkça vurgulanmıştır. Bu durumda ortada İİK’nın 277 vd. maddelerine göre açılmış bir dava bulunmadığı için, o maddelerdeki koşulların varlığını aramaya gerek yoktur. Olayların hukuki nitelendirmesi bizzat hâkim tarafından yapılacağından dava dilekçesinin hukuki sebepler kısmında İİK’nın 277 vd. maddelerine yer verilmesi de sonucu değiştirmeyecektir. Eş söyleyişle, yukarıda yer verilen bilgilere göre, davanın BK’nın 18. maddesinde düzenlenen genel muvazaaya dayalı bir dava olduğu açıktır. Muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali davaları her zaman açılabilir. Çünkü muvazaa iddialarında “hak düşürücü süre” ya da “zamanaşımı süresi” söz konusu olmaz. Üçüncü kişiler muvazaa nedeniyle haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek tarafı bulunmadıkları tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü muvazaa onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Muvazaalı işlemin hiçbir hüküm doğurmayacağı, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zaman geçmesiyle görünüşteki işlemin geçerli hâle gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğundan muvazaa iddialarında zamanaşımı da söz konusu olmayacaktır.
18. Yerel mahkemece davanın İİK’da düzenlenen biçimi ile tasarrufun iptali davası olduğu, davacının tapu kayıtlarının iptalini ve borçlu adına tescilini talep etmediği ve İİK’nın 283. maddesinin uygulanmasının genel hukuk mantığı ile taleple bağlılık kuralına aykırı olduğu gerekçesine de dayanılması nedeniyle 6100 sayılı HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık kuralına da kısaca değinmek gerekmektedir. Maddeye göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur. Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. İlkenin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir. Taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir. Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi

hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır (Taleple bağlılık kuralı hakkında daha geniş açıklamalara Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2018 tarihli ve 2017/23-2539 E., 2018/1149 K. sayılı kararında yer verilmiştir).
19. Eldeki davada, davacıyı alacağından yoksun bırakmak için yapıldığı iddia edilen muvazaalı satış işleminin iptali ve hiç yapılmamış sayılmasının tespiti istenmektedir. Bu davada davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmüştür. Davacının, amacı tapunun iptali olmayıp, alacağına kavuşmaktır.
20. Yukarıda açıklandığı üzere davanın açılma amacı, dilekçenin sonuç kısmı ve davacının istemi gözetildiğinde muvazaa iddiasının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi durumunda taleple bağlılık ilkesinin zedeleneceğinden bahsetmeye de olanak yoktur. Zira, danışıklı olan hukuki işlemle üçüncü kişinin zararlandırılması ona karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir.
21. Ancak, zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlemin yapılması gerekir.
22. Yargılama sonunda davaya konu edilen satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması hâlinde davacı, satışa konu edilen maldan da alacağın tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil, şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptalini değil, iptale gerek olmadan alacağını almasını sağlayabilmek için dava konusu taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmeleri yönünde hüküm kurulmalıdır.
23. Bu durumda mahkemece, davanın 818 sayılı BK’nın 18. maddesinde dayalı iptal davası olduğu gözetilerek, dava konusu taşınmazların satışına ilişkin 10.02.2004 tarihli satış işlemlerinin danışıklı olup olmadığı araştırılmalı, tarafların bu konuda sunduğu deliller toplanarak davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları tespit edildiği takdirde takip konusu alacağın tahsili için İİK’nın 283/1-2. maddesi kıyasen uygulanarak tapu kaydının iptaline gerek olmadan davacının alacaklarını alabilmesi için dava konusu taşınmazların haczi ve satışı konusunda davacının alacak ve ferileriyle sınırlı olarak cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesi gerekmektedir.
24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, her iki Kanunun birbirinden farklı olduğuve İİK’daki hükümler gereği zaten muvazaa olgusunun araştırılacağı, İİK’daki düzenleme daha özel nitelikte bulunduğundan dava süresi ve ispat bakımından BK’nın; hüküm ve sonuçlar bakımından ise İİK’nın uygulanmasının yasal düzenlemeler karşısında olanaksız olduğu, açılan davanın İİK 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu ve beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, davanın BK’nın 18. maddesine göre açıldığının kabulü hâlinde dahi bu dava sonucunda İİK’nın 283. maddesi kıyasen uygulanamayacağından yerel mahkeme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
25. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır
26. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.