TASARRUFUN İPTALİ DAVASINDA TASARRUFUN, BORCUN DOĞUM TARİHİNDEN SONRA YAPILMASI DAVA AÇILABİLMESİNİN SEBEPLERİNDEN BİRİYKEN, MUVAZAA DAVALARINDA İŞLEMİN NE ZAMAN YAPILDIĞININ BİR ÖNEMİ YOKTUR
T.C.
Yargıtay
4. Hukuk Dairesi
2020/1254 E.
2021/1330 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar … ve diğerleri vekili Avukat … tarafından, davalı … ve … aleyhine 11/01/2012 gününde verilen dilekçe ile muvazaalı işlemlerin iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 25/12/2018 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, 6098 sayılı TBK’nın 19. (mülga 818 sayılı BK’nın 18.) maddesinde düzenlenen genel muvazaa hukuksal sebebine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili; 10/04/2002 tarihinde davacıların desteği Gürhan’ın, dayısı olan davalı … tarafından öldürüldüğünü, davalı borçlu Hasan’ın aleyhine açılan tazminat davası sonucu hükmedilen ve icra takibine konu edilen tazminat alacaklarının tahsilini imkansız hale getirmek amacıyla zilyetliği altındaki (268 ada, 2 parsel, 503 ada, 15 parsel, 509 ada, 2 parsel numarasını alan) üç adet taşınmazı 04/03/2002 tarihinde dava dışı eşi Hatice’ye bağışladığını, Hatice’nin de anılan taşınmazları 30/12/2007 tarihinde harici satış sözleşmesi ile borçlunun avukatı olan davalı …’a sattığını, taşınmazların 15/12/2009 tarihli kadastro tespiti ile davalı … adına tespit ve tescil edildiğini belirterek, muvazaalı bağış ve satış işlemlerinin iptali ile cebri icra yetkisi tanınmasına (takdire göre tapunun iptaline) karar verilmesini talep etmiş; 12/07/2013 tarihli dilekçesiyle davalı borçlu Hasan’ın 21/06/2013 günü vefatı nedeniyle mirasçılarının davaya dahil edilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır. Davalı borçlu Hasan mirasçıları davaya dahil edilmiş, ancak mirasçılar 30/12/2013 tarihli ilamla borçlunun mirasını reddetmişlerdir.
Mahkemece; davacılar tarafından süresi içinde delil bildirilmediğinden sübuta ermeyen davanın reddine dair verilen 24/12/2013 tarihli karar davacılar vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 15/03/2016 tarihli ve 2014/13815 esas, 2016/3239 karar sayılı ilamı ile “borçlunun en yakın mirasçılarının mirası reddetmesi nedeniyle mirasın
iflas hükümlerine göre tasfiyesi için durumun mahallin Sulh Hukuk Hakimine bildirilmesi, anılan mahkemece mirası reddedilen borçlu için atanacak bir temsilci huzuru ile davaya devam edilmesi, bu şekilde ölü borçlunun davada temsili sağlanarak taraf teşkilinin sağlanması gerektiği, ayrıca davalı borçlu Hasan’ın dava konusu taşınmazları 04/03/2002 tarihinde eşi Hatice’ye bağışladığı iddia edildiğinden öncelikle 3. kişi olarak Hatice’ye dava dilekçesinin tebliği ile davaya katılımının sağlanması ve Hatice’nin bildireceği delillerin toplanması gerektiği, kabule göre de davacılar vekilinin gerek dava dilekçesi, gerekse dava dilekçesinin kanıtlar kısmında delillerini bildirdiği, 23/10/2012 tarihli ön inceleme duruşmasında delillerinin toplanmasını talep ettiği, celbedilen bu delillerin incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisinin isabetli görülmediği” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyulmuş, Alaşehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/819 esas sayılı ve 08/03/2017 tarihli kararıyla muris Hasan’ın terekesinin iflas hükümlerine göre tasfiyesine ve tasfiye memuru görevlendirilmesine karar verilmiş, tasfiye memuru huzuru ile davaya devam edilmiş, bozma ilamına uygun şekilde 3. kişi olarak …’in davaya katılımı sağlanmış, yargılamanın devamında davalı … tarafından davaya konu taşınmazlardan 503 ada, 15 parsel ve 268 ada, 2 parsel sayılı taşınmazlar 03/02/2016 tarihinde borçlu Hasan’ın damadı olan …’a satış suretiyle devredilmiş, davalı …’un talebiyle …’a dava ihbar edilmiş, davacılar vekili 05/03/2018 tarihli dilekçesiyle …’a satış suretiyle devredilen davaya konu her iki parsel yönünden tasarrufun iptali talebini bedele çevirdiklerini, diğer parsel yönünden ise muvazaalı işlemlerin iptali ile cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesini istemiştir. Mahkemece mahallinde yapılan keşfe binaen davaya konu taşınmazların değerine ilişkin bilirkişi raporu alınmış, davacı tanıkları dinlenmiş, mahkemece yapılan yargılama sonucunda eldeki muvazaa hukuksal nedenine dayalı tasarrufun iptali davasının ön koşullarından birinin borcun, tasarruf tarihinden önce doğmuş olduğu, davalı borçlu Hasan’ın taşınmazlarını 10/04/2002 tarihli öldürme olayından yaklaşık bir ay önce 04/03/2002 tarihinde kadastro işlemleri sırasında sunulan bağış sözleşmesi ile davalı …’ye bağışladığı, davalı …’nin de bu taşınmazları parasal ihtiyacı nedeniyle 30/12/2007 tarihinde eşinin yanında çalıştığı davalı …’a haricen sattığı, taşınmazların kadastro işlemleri sırasında doğrudan 2009 yılında davalı … adına tespit edildiği ve kadastro tutanaklarının kesinleştiği, bu kesinleşen kadastro tutanaklarının gerçeği yansıtmadığına dair bir iddia ve delil bulunmadığı, davaya konu 04/03/2002 tarihli tasarrufun borcun doğum tarihi olan öldürme eyleminin gerçekleştiği 10/04/2002 tarihinden önce olması nedeniyle iptalinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, davanın ön koşul yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Dava 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde düzenlenmiş bulunan danışık (muvazaa) hukuksal sebebine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Üçüncü kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaalı işlemler ile kendisinin zararlandırıldığını ileri süren davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Çünkü, danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarara verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunmalıdır. Muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali davaları her zaman açılabilecek olup, muvazaa iddialarında hak düşürücü süre ya da zamanaşımı süresi söz konusu olmaz. Bu, hükümsüzlüğün doğal bir sonucudur.
Tasarrufun iptali davasında tasarrufun, borcun doğum tarihinden sonra yapılması dava açılabilmesinin sebeplerinden biriyken, muvazaa davalarında işlemin ne zaman yapıldığının bir önemi yoktur. Nitekim, kesin hükümsüz sayılan bir işlemin ne zaman yapıldığının bir önemi de bulunmamaktadır. Zira işlem, yapıldığı andan itibaren geçersiz sayılır. Davaya konu edilen muvazaalı işlem, borcun doğumundan önce veya sonra yapılmış olsa da butlan yaptırımına tabidir. Temlik eden kişinin yaptığı bir bağış ya da ivazsız tasarruf ancak gerçek iradeye uygun değilse iptal edilebilir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacıların desteği, davalı … tarafından 10/04/2002 tarihinde öldürülmüştür. Olay nedeniyle tutuklanan ve açılan ceza davasında davalı avukat Harun tarafından temsil edilen davalı borçlu Hasan’ın, zilyetliği altındaki tüm taşınmazları eşi Hatice’ye bağışladığı, bu davalının da anılan tüm taşınmazları 30/12/2007 tarihinde harici satış sözleşmesi ile eşinin avukatı olan davalı …’a devrettiği, kadastro çalışmalarının kesinleştiği 15/02/2009 tarihinde davalı … adına tespit ve tesciline karar verildiği, davacılar tarafından desteklerinin ölümü nedeniyle davalı … aleyhine Alaşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/277 esas sayılı dosyasında 07/10/2005 tarihinde tazminat isteminde bulunulduğu, yapılan yargılama sonucunda davacılar lehine 30/12/2010 tarihinde tazminata hükmedildiği, işbu kararın temyiz edilmeyerek 11/02/2011 tarihinde kesinleştiği, davaya konu parsellerden ikisinin davalı … tarafından 03/02/2016 tarihinde haksız eylem faili Hasan’ın damadı olan İbrahim’e devredildiği anlaşılmaktadır.
Davacı yanın alacağı, haksız eylem nedeniyle oluşan tazminat alacağına dayalıdır. Haksız eylem tarihinden yaklaşık bir ay kadar kısa bir süre önce ve adiyen düzenlenmiş bağış sözleşmesine dayalı olarak, mahkemenin muvazaanın gerçekleşmediği şeklindeki kabulü doğru olmamıştır. Zira dosya kapsamında mevcut delil durumuna ve olayların akışına göre; davalılar arasındaki hibe ve harici satış işlemlerinin gerçek olmadığı, her zaman düzenlenebilecek olan hibe sözleşmesinin, davacıların açacağı tazminat davası nedeniyle kazanacakları tazminata ilişkin böyle bir ilamın alınacağını öngören davalıların tedbir alıp alacağın tahsilini karşılıksız bırakmak amacıyla düzenlendiği, davalı …’un borçlunun hem ceza hem de hukuk davasında vekili olarak görev yapan avukatı olup, borçlunun mal kaçırma kastıyla hareket ettiğini bilen veya bilmesi gereken kişilerden olduğu, davaya konu iki parselin de daha sonra davalı …’ın damadı olan diğer davalı …’e devredildiği, davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları açıkça anlaşıldığından, dava konusu hibe ve satış işlemlerinin muvazaalı olduğu sabittir. Kadastro tutanağındaki tespitler ise yine davalı yanın aralarındaki muvazaaya konu ilişkinin devamı mahiyetindedir.
Şu halde mahkemece, muvazaanın varlığı kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, açıklanan yönler gözetilmeyerek, yerinde olmayan gerekçe ile istemin ön koşul yokluğundan reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 22/03/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.