TRAFİKTE OLASI KAST/BİLİNÇLİ TAKSİR AYRIMINA İLİŞKİN EMSAL KARARLAR
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun trafikte olası kast/bilinçli taksir ayrımına ilişkin bazı önemli kararları;
“2.46 promil alkollü sanık, sevkettiği araçla kendisine kırmızı ışık yanmasına ve diğer araçlar durmasına rağmen hızını azaltmadan kavşakta nizami geçiş yapan araca çarpıp sürücüsünün öldüğü olayda,neticeyi göze aldığından olası kast ile sorumludur” (Yarg.CGK., 2.7.2019,1-121/518).
“Sarı ışıkta geçmek için hızını artıran ve kavşakta kırmızı ışığa yakalanan sanık, yeşil ışıkta geçiş yapmak üzere kavşağa giren bisikletliye fren tatbikine rağmen çarparak ölümüne sebebiyet verdiğinden bilinçli taksirinden sorumludur” (Yarg.CGK.,15.1.2019,701/6).
“Hız limitinin 50 km olduğu yolda, 110 km süratle aracını sevkeden, trafik ışıklarında kırmızıda durmayarak, yeşil ışıkta karşıya geçen yayaya bu hızla çarpan sanık, ölüm neticesini kayıtsız kalarak kabullendiğinden olası kastı ile sorumludur” (Yarg. CGK.,21.05.2020, 3-473/225).
“Sanık sevk ve idaresindeki araçla kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşağı boş görerek geçmeye çalıştığı, ancak kendisine yeşil ışık yandığından kavşağa giren araca frene basmasına karşın çarpıp kişileri yaraladığı olayda,bilinçli taksirden sorumludur” (Yarg.CGK.,6.6.2017,108/311).
--**--
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2019/121 E.
2019/518 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 837-792
Sanık ... hakkında bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.09.2016 tarihli ve 316-513 sayılı görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince 21.02.2017 tarih ve 370-43 sayı ile sanığın olası kastla öldürme suçundan TCK'nın 81/1, 21/2, 62, 53/1-6 ve 63. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, sürücü belgesinin 3 yıl süreyle geri alınmasına ve mahsuba karar verilmiştir.
Resen istinafa tabi hükme yönelik sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından da istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 10.05.2017 tarih ve 837-792 sayı ile CMK’nın 280/1-a maddesi gereğince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş, bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.11.2018 tarih ve 1892-5044 sayı ile temyiz isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.01.2019 tarih ve 46770 sayı ile;
“...Sanık ...'ın arkadaşları olan tanıklar ... ve ... ile birlikte alkol aldığı ve yönetimindeki ... plaka sayılı kamyonet ile Mevlana Bulvarı üzerinde Gölbaşı istikametinden Balgat istikametine doğru seyrederken saat 23.47 sularında Dikmen kavşağına geldiğinde karşı yönden gelip sola dönüş yapmak üzere kavşağa giren ...'in yönetimindeki... plaka sayılı otomobilin sağ yan kesimine çarptığı, bunun etkisi ile her iki aracın savrulduğu, araçlarda bulunan sanık ... ve arkadaşları tanıklar... ve... ile ...'nin yaralandıkları, hastaneye kaldırılan ...'nin tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak aynı gün vefat ettiği şeklinde gerçekleşen eylemde;
Sanık ...'ın aracında bulunan tanıkların yaralanmaları nedeni ile şikâyetlerinin olmadığı, sanığın yaralanması nedeni ile Ufuk Üniversitesi Doktor Rıdvan Ege Hastanesine müracaat ettiği, orada yapılan tahlillerde sanığın 246,9 promil alkollü olduğunun belirlendiği, tanıklar... ve... hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan aracı sanığın kullandığı ve sanığın eylemine iştirakları olmadığından bahisle ek kovuşturmaya yapılmasına yer olmadığına karar verildiği,
Olayın meskûn mahalde, aydınlatmanın olduğu, tek yönlü, 14,6 metre genişliğinde, asfalt kaplama, kuru zeminli, düz ve eğimli bulvar üzerinde, 3 yönlü ışık kontrollü kavşakta, gece sayılan vakitte gerçekleştiği,
Sanığın sürücü belgesinin bulunduğu ancak daha önceden alkollü araç kullandığından dolayı 2 kez sürücü belgesinin geri alındığı ve suç tarihi itibarı ile geçerli bulunmadığı anlaşılmıştır.
Sanığın, kaza sonrası yaklaşık 10,5 saat sonra alınan alkol raporunda 246,9 promil alkollü olduğu, kırmızı ışıkta geçtiği ve kavşağa girerken hızını azaltmadığı ve tam kusurlu olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
Sanığın, meydana gelen trafik kazasına yönelik neticenin meydana gelmesini istememesine rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesinden dolayı neticenin meydana gelmesini engelleyemediği,
Sanık neticeyi öngörmüş olmasına karşın neticenin gerçekleşmesini istemediği ve herhangi bir kişiye yönelmiş bir kastının bulunmadığı ve sanığın eyleminin bilinçli taksir sonucu işlendiği kabul edilmelidir.
Sanığın, eylemini gerçekleştirdiği sırada, neticeyi öngörmesine rağmen umursamadığı ve olursa olsun düşüncesiyle hareket ederek icrai hareketlerine devam ettiği konusunda dosya kapsamında bir tespitin bulunmadığı ve sanığın suça konu eylemini, olası kastla işlediğinin kabul edilemeyeceği,
Sanığın TCK'nın 85/1. maddesinde yazılı suçu objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesinden dolayı neticenin meydana gelmesini engelleyemediği ve neticenin gerçekleşmesini istemediği ve eylemi bilinçli taksirle işlediği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 13.02.2019 tarih ve 329-750 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu mu yoksa olası kastla öldürme suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
10.04.2016 tarihli ölümlü/yaralanmalı trafik kazası tespit tutanağında; sanık sürücü ...’ın sevk ve idaresindeki ... plaka sayılı aracı ile Gölbaşı istikametinden şehir merkezine doğru Mevlana Bulvarı üzerinde seyir hâlindeyken ışık kontrollü Dikmen Caddesi kavşağına geldiği esnada, karşı istikametten gelip Dikmen Caddesi istikametine doğru sola dönüş yapmakta olan sürücü ...’in sevk ve idaresindeki... plaka sayılı araç ile çarpıştığı, her iki aracın da savrularak Dikmen Caddesine giriş refüjü üzerinde durduğu, 06 BL 6993 plaka sayılı araç sürücüsü ...’in yaralı olarak kaldırıldığı hastanede ifade veremeden vefat ettiği, ... plaka sayılı araçta yolcu olarak bulunduklarını beyan eden tanıklar ... ve ...’ın aracı sanık ...’ın kullandığını beyan ettikleri ancak kazanın oluş şekli hakkında ifade verememeleri ve olay mahallini gören kameralarda kaza kaydı bulunmaması nedeniyle araçlardan hangisinin kırmızı ışık ihlali yaptığının tespit edilemediği, sanık sürücü ...’ın da sağlık durumundan dolayı ifade veremediği, sonradan alınacak ifadeler ve çıkabilecek görgü şahitleri ile kamera kayıtlarına göre kırmızı ışıkta geçtiği tespit edilen sürücünün 2918 sayılı Kanun’un 47/1-b maddesindeki kuralı ihlal etmesinden dolayı kusurlu sayılacağının belirtildiği,
Aynı tutanakta fren izi uzunluğuna ilişkin kısımda herhangi bir işaretleme bulunmadığı, tutanağın ekindeki krokide sürücü ...’in kullandığı aracın çarpma noktasında bulunduğu yer ile kaza sonrasında savrularak durduğu yer arasında 25,7 metrelik bir mesafe olduğunun gösterildiği, fren izine ilişkin herhangi bir belirleme yapılmadığı,
Saat 23.47’de meydana gelen kazadan sonra yaralı olarak kaldırıldığı Ufuk Üniversitesi Dr. Rıdvan Ege Hastanesince saat 00.57’de onaylanan rapora göre sanık ...’ın 246,90 mg/dL alkollü olduğunun tespit edildiği,
Aynı Hastane tarafından saat 10.19’da düzenlenen genel adli muayene formunda; resüsitasyon odasına alınarak tedavisine başlanan sanığın vitalleri stabil olduğu, alın sol tarafından sol temporale doğru yaklaşık 1 cm uzunluğunda çok sayıda abrazyonlar olduğu, nörolojik muayenesinde alkole bağlı saldırganlık ve ajitasyon haricinde normal olduğu, hidrasyonla 246,9 mg/dL olan etanol düzeyinin 133,2’ye düşürüldüğü, şikâyetleri geçen sanığın saat 10.00’da kontrol amaçlı beyin tomografisinin çekildiği, parankim ya da kemik patalojisi saptanmaması üzerine kafa travması acilleri anlatılarak taburcu edildiği, mevcut bulgulara göre sanığın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve yaralanmasının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği,
06 BL 6993 plaka sayılı araç sürücüsü ... hakkında düzenlenen 10.04.2016 tarihli ölü muayene tutanağında; mandibulada parçalı fraktür, her iki temporamandibular eklemde dislokasyon ve krepitasyon olgusu, her iki hemitoraks önde yaygın krepitasyon, cilt altı amfizem bulguları, çoklu kot kırığı, sağ femur başında fraktür tespit edildiği, Gazi Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen adli rapor formunun tetkikinde, araç içi trafik kazası sonucu 112 tarafından kardiyak arrest vaziyette entübe olarak acile getirilen sürücü ...’in genel durumunun kötü, bilincinin kapalı olduğu, iğne aspirasyon ile sağ akciğerde hemopnömotoraks, sol akciğerde pnömotoraks tespit edildiği, yapılan müdahaleye hiçbir yanıt alınamadığı ve saat 00.58'de eks olarak kabul edildiğine dair kayıt bulunduğunun görüldüğü, sürücü ...’in ölümünün geçirdiği araç içi trafik kazası sonucu oluşan kafa ve genel beden travması ile buna bağlı olarak gelişen hemopnömotoraks sonucu meydana geldiğinin belirtildiği,
Soruşturma aşamasında alınan 14.04.2016 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın yerleşim yeri merkezinde, aydınlatmanın olduğu, görüşe engel bir durumun olmadığı, azami hız sınırının 82 km/saat olduğu, trafik ışıklarının bulunduğu, dört şeritli, taşıt yolu üzerinde ve dört yönlü düz bir yolda, kuru ve asfalt zeminde, akşam saatlerinde meydana geldiği, olay yerinde tutulan tutanak ve olay yerinin basit krokisi ve olay yerinde bilirkişi tarafından yapılan tespitler ve dosya içerisindeki ifadelere göre; her ne kadar trafik kazası raporunda kırmızı ışık ihlalinin iddia edildiği belirtilse de ... plaka sayılı araç sürücüsü ...’ın "Sarıdan kırmızıya geçerken kurtarırım sandım" şeklinde ifadesi, aynı araçta bulunan ... ve ...’ın da ışığın rengini tam olarak hatırlayamamaları karşısında kırmızı ışık ihlali yaptıkları kanaatinin oluştuğu, kazanın tek görgü tanığı ve her iki tarafı da tanımayan ...’ın da kendilerinin kırmızı ışıkta beklerken en sol şeritte bulunan Transporter aracın ışık ihlali yaparak yola devam ettiğini belirtmesinin sürücü ...’ın kırmızı ışık ihlali yaptığını gösterdiğini, ayrıca sürücünün alkol oranının yüksek olmasının da kazanın oluşumunda önemli bir etken olduğu, azami hız sınırının 82 km/saat olan bir bölgede kazanın oluş şekli ve fren izinin 25,7 metre olmasına göre hız limitinin de aşılmış olma ihtimali bulunduğu, ... plaka sayılı araç sürücüsü ...’ın Karayolları Trafik Kanunu’nun 47. maddesinin (b) fıkrasında yer alan "Trafik ışıklarına uyma", 48. madesinde belirtilen "Alkollü araç kullanma yasağı" ve 52. maddesinin (a) ve (b) fıkrasında belirtilen "Hızın gerekli şartlarına uygunluk sağlamak" kurallarını ihlal etmesi nedeniyle kazanın oluşumunda asli kusurlu olduğu, 06 BL 6993 plaka sayılı araç sürücüsü ...’in ise kazanın oluşumunda herhangi bir kusurunun olmadığının mütalaa edildiği,
MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) hareketli kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu düzenlenen 13.05.2016 tarihli CD izleme tutanağında; 09.04.2016 tarihinde saat 23.47.06 sıralarında beyaz renkli panelvan türü, arka camları kapalı minibüs ile binek araç olduğu düşünülen başka bir aracın beraber ve birbirlerine birleşik vaziyette görüş alanına girdikleri, saat 23.47.17 sıralarında beyaz renkli minibüsün yan yatmış vaziyette yol kenarında durduğu tespitlerine yer verildiği,
Kamera kayıtlarının incelenmesi sonucu düzenlenen 02.06.2016 tarihli bilirkişi raporunda; kayıtlarda kaza anının ve bu nedenle hangi aracın ışık ihlalinde bulunduğunun görülmediği ancak kazanın saat 23.47.03’te gerçekleştiği, kaza yerine ilk olarak görevli ekip aracının sonrasında da itfaiye aracının geldiği, kazadan 11,5 dakika sonra ambulansın geldiği, 06 BL 6993 plaka sayılı araç sürücüsünün aracın içerisinde sıkışık vaziyette olduğundan çıkarılamadığı, itfaiye görevlilerinin çalışması neticesinde şoför kapısından çıkarılarak ambulansa alındığının belirtildiği,
Ankara Emniyet Müdürlüğünün 06.06.2016 tarihli yazısında, sanık ...'ın 19.12.2005 tarihinde "B" sınıfı (otomobil-kamyonet-minibüs) sürücü belgesi aldığı, sürücü belgesinin alkol sebebiyle 731 gün süreyle 15.02.2015 tarihinden 15.02.2017 tarihine kadar iptal edildiği, daha önceden de alkol sebebiyle 03.04.2014-03.10.2014 tarihleri arasında 183 gün süreyle iptal edildiğine dair açıklamaların yer aldığı,
Ankara Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığınca düzenlenen 04.08.2016 tarihli raporda; sanık sürücü ...’ın, alkollü vaziyette kullandığı kamyonet ile gece vakti, meskûn mahalde, bölünmüş yolu takiben seyredip olay mahalline geldiğinde hızını ve sürüşünü mahal şartlarına göre ayarlamayıp hız azaltmadan uygun hızla yaklaşmadığı kavşağa, seyir hızıyla ve kırmızı ışık ihlali yaparak girmesi ve karşı istikametten gelip sola döndükten sonra yeşil ışıkta kavşağa giren sürücü ...’in kullandığı aracın sağ yan kesimine önlemsizce çarpması sonucu meydana gelen olayda, dikkatsiz, tedbirsiz, kurallara aykırı hareketi ile Karayolları Trafik Kanunu’nun 48, 52/a-b ve 84/a maddeleri gereğince asli ve tam kusurlu olduğu, sürücü ...’in ise mevcut tanık ifadelerine göre; kullandığı kamyonet ile olay mahallinde sola döndükten sonra, kendi istikametine yanan yeşil ışıkta kavşağa girip sağından kırmızı ışık ihlali yaparak gelen sanık sürücünün kullandığı kamyonetin sadmesine maruz kaldığı olayda, oluşa etken hatalı tutum ve davranışı olmadığından atfı kabil kusurunun olmadığı yönünde görüş bildirildiği,
Dosya içerisinde bulunan motorlu araç tescil belgesi fotokopisinde, sanığın sevk ve idaresindeki ... plaka sayılı Volkswagen marka aracın kapalı kasa kamyonet cinsinde olduğuna dair kayıt bulunduğu,
Ankara Ulaşım Koordinasyon Merkezinin (UKOME) 28.02.2014 tarihli ve 2014/07 sayılı kararı ile, Konya Yolunda Kömür Köprüsünden başlayıp Çevre Yolunda biten hız sınırının otomobiller için 82 km/saat, kamyonet-kamyon-otobüsler için 70 km/saat olarak belirlendiği, (https://www.ego.gov.tr/dosya/indir/1382)
Dosya içerisinde bulunan sanığa ait adli sicil kaydı ile Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 343-502 sayılı ilamına göre sanığın 15.02.2015 tarihinde 1,00 promilin üzerinde alkollü araç kullandığı gerekçesiyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Maktul ...’in anne-babası olan katılanlar ... ve ... ile kardeşleri olan katılanlar ... ve ... aşamalarda benzer şekilde; olayı görmediklerini, kazanın nasıl meydana geldiğini bilmediklerini, sanıktan şikâyetçi olduklarını,
Tanık ... Kollukta; akrabası olan sanık ...’ın sevk ve idaresindeki araçta yolcu olarak bulunduğunu, aracın arka koltuğu olmadığı için tanık ... ile birlikte önde şoför koltuğunun yanında oturduklarını, olay tarihinde saat 20.00 sıralarında sanık ... ve tanık... ile birlikte önce Ankara Kalesi’ne gittiklerini ve viski içtiklerini, saat 22.00 sıralarında dolaşmak için Gölbaşı ilçesine geçtiklerini, araç içerisinde tanık... ile birlikte içki içmeye devam ettiklerini, sanık ...’ın ise araçta seyir hâlindeyken içki içmediğini sadece Ankara Kalesi’ndeyken alkol aldığını, akabinde evlerine dönmek için tekrar Konya Yoluna çıktıklarını, ışıklı kavşağa geldiklerinde sanık ...’ın önce kamyonet tarzı arkası kasalı bir aracı solladığını, ardından kavşağa girdiklerinde önlerine çıkan beyaz renkli, küçük bir araca çarptıklarını, sonrasında yaşananları hatırlamadığını, kendine geldiğinde hastanede olduğunu,
Görevsiz Mahkemede; tanık...’le birlikte 70’lik viski içtiklerini, viskiden sanık ...’a verdiğini hatırlamadığını, çünkü sanık ...’ın enerji içeceği içtiğini, kaza öncesinde Dikmen Kavşağına geldiklerinde önlerinde seyreden aracı sollayıp orta şeride girdiklerini, trafik ışıklarını fark etmediğini, önlerindeki aracın da durmadığını, sanığın frene basıp basmadığını hatırlamadığını, sanığın kendileriyle alkol almadığını, daha önce aldıysa onu bilemeyeceğini, uyuşturucu madde aldığını da düşünmediğini, hızlarının saatte 80-90 km civarında olduğunu,
Görevli Asıl Mahkemede; kavşakta kendilerine yeşil ışık yandığı sırada geçtiklerini, başına darbe aldığı için önceki ifadelerinde yeşil ışıkta geçtiklerini söylememiş olabileceğini, sanık ...’ın Ankara Kalesi’ndeyken 2 duble viski içtiğini,
Tanık ... Kollukta; çocukluk arkadaşları olan sanık ... ve tanık... ile birlikte olay tarihinde saat 20.00 sılarında buluştuklarını, sanık ...’ın sevk ve idaresindeki araç ile Ankara Kalesi’ne giderek gezip yemek yediklerini, saat 22.00 sıralarında araçta bulunan yarım şişe viskiyi içmeye karar verdiklerini ve birer kadeh içtiklerini, oradan Gölbaşı ilçesine gezmeye gittiklerini, yolda sadece kendisi ve tanık...’ın viski içmeyi sürdürdüğünü, sanığın araç kullanırken içki içmediğini, evlerine dönmek için saat 23.50 sıralarında Konya Yoluna çıktıklarını, tanık... ile birlikte aracın önündeki yolcu koltuğunda yan yana oturduklarını, ışıklı kavşağa geldiklerinde uzaktan yeşil ışığı gördüğünü, akabinde yola bakmadığı bir sırada gürültü koptuğunu, önlerine çıkan aracın nasıl ve nereden geldiğini görmediğini, hemen çarptıkları araca doğru giderek yardım etmeye çalıştığını,
Görevsiz Mahkemede; viski içerken içine enerji içeceği koyduklarını, sanık ...’ın 2-3 bardak içtiğini, ışıklı kavşağa gelmeden önce yolun en sağından ilerledikleri sırada önlerine çıkan kamyoneti sollayarak orta şeride geçtiklerini, bu sırada kavşağa yaklaştıklarını, kendilerine yeşil ışık yandığını, bu nedenle kavşakta durmadan geçtiklerini, yeşil ışıkta geçtiklerinden emin olduğunu,
Asıl Mahkemede; kendilerine yeşil ışık yandığını uzaktan gördüğünü, bu mesafenin yaklaşık 80 metre olduğunu, polislere ışıkların rengini hatırlamadığına dair bir beyanda bulunmadığını, sanığın Ankara Kalesi’ndeyken 2-3 bardak viski içtiğini, sanıktaki alkol oranının kendilerinkinden neden daha yüksek çıktığını bilemediğini,
Tanık ... aşamalarda; 09.04.2016 tarihinde saat 23.45 sıralarında Konya Yolundan Dikmen Caddesi’ne gireceği sırada kırmızı ışık yandığı için orta refüje doğru ilerleyerek beklediğini, yanında iki aracın daha durduğunu, sonra kendilerine yeşil ışık yandığını, Gölbaşı istikametinden gelen araçlara kırmızı ışık yandığı için bu araçların durmaya başladığını ancak daha geriden hızlı bir şekilde gelen Transporter araç gördüğü için hareket etmediğini, zira karşı istikamette bir şeridin boş olduğunu ve Transporter model aracın boş olan bu şeritten geçebileceğini düşündüğünü, yanındaki aracın da beklediğini ancak en soldaki aracın hareket ettiğini, bu sırada Gölbaşı istikametinden gelen Transporter model aracın boş olan en soldaki şeritten hızlı bir şekilde geçerek araca çarptığını, Transporter model aracın süratli olması nedeniyle savrulduğunu, hemen aracını güvenli bir yere park ederek kazaya karışan araçların yanına gittiğini, Transporter model aracın camı kırılarak üç erkek şahsın dışarı çıkarıldığını, tek kapılı olan diğer araçtaki sürücünün şoför koltuğunun arkasında sıkışmış hâlde olduğunu, koltuğun ray sistemine bağlı kolu kırıldığı için çekemediğini, sürücünün emniyet kemerinin takılı olup olmadığına dikkat etmediğini, sürücüyü aracın bagajından çıkarmak istediklerini ancak bagajı açamadıklarını, olay yerine gelen itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle sürücünün araçtan çıkartılarak ambulansla hastaneye götürüldüğünü, kaza anında kendilerine yeşil ışık yandığından kesinlikle emin olduğunu, Trasporter model aracın fren yapmadığını, kimsenin kendisini ifade vermeye zorlamadığını, tamamen kendi vicdanı ve iradesiyle beyanda bulunduğunu,
Tanık ... Görevsiz Mahkemede; olay tarihinde ablasının sevk ve idaresindeki araç ile Konya Yolunda Gölbaşı istikametinden Dikmen Caddesine doğru seyir hâlindeyken sağa dönüş yapacakları sırada gürültü olduğunu ve toz bulutu çıktığını, geriye baktığında beyaz renkli bir minibüs gördüğünü, bu minibüsün Konya Yolundayken yanlarından geçtiğini, bir iki aracı da makas atarak geçtiğini, o sırada kendilerine kırmızı ışık yandığını, çarpma anını görmediğini ancak araçların bir kısmının kırmızı ışıkta beklediklerini, beyaz renkli minibüsün buradan nasıl geçtiğini bilmediğini, kaza sonrasında minibüsteki şahısların kokularından alkollü olduklarını anladığını, bu olayın sosyal medyada takip edildiğini görünce şahitlik yapmak üzere müracaat ettiğini, hatırladığı kadarıyla ölen ...’in emniyet kemerinin takılı olmadığını, kaza öncesinde takılı olup olmadığını bilmediğini,
Asıl Mahkemede; Konya Yolunda trafiğin akıcı olduğunu, araçların yavaşlayıp durduğunun fren lambalarından anlaşılabileceğini, kaza yapan aracın iki aracı makaslayarak yanlarından geçtiğini, ilerideki araçların ise fren lambalarının yandığını, bu nedenle oradaki araçların kırmızı ışıkta beklediklerini düşündüğünü, ancak kazaya karışan aracın kırmızı ışıkta geçtiğini görmediğini,
Tanık ... Görevsiz ve Asıl Mahkemelerde; taksi şoförü olduğunu, Dikmen Caddesindeki durakta, dışarıda sigara içtiği sırada Gölbaşı tarafından gelen araçların durduğunu, yoğun bir trafik olmadığını, arka taraftan gelen ve Dikmen Caddesine geçiş yapan bir araca Gölbaşı istikametinden gelen beyaz renkli minibüsün caddenin orta kısmında çarptığını, minibüsün devrildiğini, bulunduğu yerden kavşaktaki ışıkların görünmediğini, şehir merkezinden gelen araçların Dikmen Caddesine geçişleri için sola doğru bir cep olduğunu, buradaki ışığın diğerlerine göre daha kısa yandığını, ölen ...’in aracının da buradan geldiğini, Gölbaşı istikametinden gelen minibüsün nereden çıktığına bir anlam veremediğini, normalde o istikametten gelen 2-3 aracın yolda durduklarını, muhtemelen kendilerine kırmızı ışık yandığını, bekleyen araçların yan yana olduklarını, minibüsün geçeceği kadar boş bir şerit olup olmadığını ya da minibüsün beklerken erken çıkış yapıp yapmadığını veya hiç durmadan geçip geçmediğini fark edemediğini, aracın hızını bilmediğini ancak yavaş gelseydi durabileceğini, muhtemelen ya çok hızlı olduğunu ya da önündeki aracı görmediğini,
Tanık ... Görevsiz Mahkemede; olay tarihinde Gölbaşı istikametinden şehir merkezine doğru aracıyla seyir hâlinde olduğunu, Dikmen Caddesine girmek üzere sağa doğru en sağ şeride geldiğinde arkasından beyaz renkli Transporter model bir minibüsün geldiğini, hatta zikzak yaptığını, kavşakta kırmızı ışık yandığı için dört şeritli yolun ortasındaki iki şeritte araçların durduğunu, şeritlerden birinde kamyon olduğunu, en sol şeridin ise boş olduğunu, Transporter model aracın sol şeride girerek yavaşlamadan geçtiğini, frene basmadığını, zira frene basmış olsaydı bunu görebileceğini, çünkü fren lambalarının yanmadığını, bu esnada kaza olduğunu, Transporter model aracın şehir merkezinden gelip sola dönüş yapan araçlardan birine tam kavşak üzerindeyken çarptığını ve takla attıktan sonra yana devrildiğini, bazı araçların durduğunu, kendisinin ise su dağıtım işi yaptığı için durmadığını, ölen kişinin babasıyla görüştüğünde kendisinden şahitlik yapmasını istediklerini, araçla seyir hâlindeyken olanları gördüğünü ancak neredeyse durma noktasına geldiğinden kazayı iyi gördüğünü, kendisinin araçla saatte 70-80 km hızla giderken Transporter model aracın daha hızlı gittiğini, bu nedenle hızının saatte 120 km olabileceğini,
Asıl Mahkemede; minibüse kırmızı ışık yandığını, kırmızı ışık yanarken minibüsün geçtiğini, bunu gördüğünü,
İfade etmişlerdir.
Sanık Kollukta; olay tarihinde saat 20.00 sıralarında akrabası tanık... ve arkadaşı tanık... ile buluştuklarını, kendisinin sevk ve idaresindeki ... plaka sayılı araç ile saat 22.00 sıralarında Ankara Kalesi’ne gittiklerini, burada araç içerisinde bir bardak viski içtiğini, daha sonra Gölbaşı ilçesine gittiklerini, saat 23.50 sıralarında evlerine dönmek üzere yola çıktıklarını, Konya Yolunda saatte 70-80 km hızla en sağ şeritten ilerlerken önünde seyir hâlinde olan plakasız kasalı bir aracı sollamak için orta şeride geçtiğini, ışıklara az bir mesafe kaldığını, ışığı yeşilden sarıya geçerken gördüğünü, geçebileceğini düşündüğünü ancak bu sırada beyaz bir aracın aniden yola çıktığını, bu araç içerisinde bulunan kadının panikleyerek iki elini birden kaldırıp kendisine doğru avuç içlerini gösterdiğini, aracı görünce frene basıp kaçabildiği kadar kaçtığını ancak mesafe çok kısa olduğundan aracın sağ ön kısmına çarpmaya engel olamadığını, savrulan araçlar durduktan sonra hemen araçtan çıkarak çarptığı aracın yanına gittiğini, arkadaşı...’e 112’yi aramasını söylediğini, onun da hemen 112’yi arayarak kazayı bildirdiğini, çarptığı araç içerisindeki kadını çıkartarak olay yerine gelen ambulansla hastaneye gönderdiklerini, olaydan dolayı çok pişman ve üzüntülü olduğunu, olay nedeniyle meydana gelen zararı karşılamak istediğini,
Tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğinde; kazadan önce alkol aldığını ancak kaza olmasına yakın zamanda arkadaşları araç içerisinde içki içerken kendisinin alkol almadığını, kavşaktan geçerken yeşil ışığın yanmakta olduğunu, tam geçeceği sırada ışığın yeşilden sarıya geçtiğini,
Görevsiz ve Asıl Mahkemelerde önceki beyanlarından farklı ve ek olarak; kavşağa geldiğinde kırmızı ışığın yeşile döndüğü sırada geçiş yaptığını, orta şeritte olduğunu hatırladığını, karşıdan gelen ve dönüş yapan aracı görmediğini, yolda aydınlatma olduğunu, yağışın olmadığını ve zeminin kuru olduğunu, yolun meyilli ancak görüşün açık olduğunu, olayda kusurunun bulunmadığını, olaydan önce yarım kadeh viski ile enerji içeceği içtiğini, alkol seviyesinin neden çok yüksek çıktığını anlamadığını, o tarih itibarıyla uyuşturucu madde kullanmadığını, frene çok kuvvetli basmadığı için fren izi çıkmamış olabileceğini, olay yerinden kaçmadığını, yaralandığı için hastaneye kaldırıldığını, çıkınca yanında bekleyen polislerle birlikte polis merkezine gittiklerini, kazadan 1 saat kadar sonra kendisinden kan alındığını, alkol raporunun bu kan tahliline göre yapılıp yapılmadığını bilmediğini,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, "doğrudan kast", "olası kast", "taksir" ve "bilinçli taksir"e değinilerek, birbirlerinden ayırdedici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesi;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “...Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK'nın 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu'nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu'nda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu'nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Olası kastla bilinçli taksiri ayırdetme konusunda doktrinde “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir...Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir” şeklinde görüşler mevcuttur. (Bahri Öztürk-Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.)
Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.
Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatı ile Adli Tıp Beşinci İhtisas Kurulunun alkolün güvenli sürüş yeteneğine etkisine ilişkin görüşüne değinilmesinde fayda vardır.
Sürücüler 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Karayollarında trafiğin akışı" başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca aksine bir işaret bulunmadıkça trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmemek; aynı Kanun'un "Trafik işaret ve kurallarına uyma zorunluluğu" başlıklı 47. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca trafik ışıklarına uymak; yine aynı Kanun'un "Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak" başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmak zorundadırlar.
2918 sayılı Kanun'un 11.06.2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile değişik 48. maddesinin birinci fıkrasında, alkollü olan sürücülerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, altıncı fıkrasında, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücüler hakkında TCK'nın 179. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, yedinci fıkrasında ise hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermeleri hâlinde, ayrıca TCK'nın ilgili hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin altıncı fıkrası ile TCK'nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasındaki "Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükümlerine göre cezalandırılır" hükmü birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücülerin alkol nedeniyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olduklarını kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu tarafından da, 1,01 promil ve üzerinde kan alkol düzeyine sahip sürücülerin, bireysel farklılıkları ortadan kaldırabilecek ölçüde alkollü olduklarının ve bu seviyede alkol tesiri altındaki sürücülerin emniyetli sürüş yeteneklerinin olumsuz olarak etkilendiğinin kabulü gerektiği, (Faruk Aşıcıoğlu-Belkıs Yapar-Aliye Tütüncüler-Ahmet Belce, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Açısından Alkol, Adli Tıp Dergisi, cilt 23, sayı 3, 2009, s. 15.) vücuda alınan etil alkolün kandaki seviyesinin de ortalama olarak saatte 0,15 promil azaldığının tıbben bilindiği belirtilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ...’ın 09.04.2016 tarihinde saat 20.00 sıralarında sevk ve idaresindeki ... plaka sayılı kapalı kasa kamyonet cinsindeki araç ile yanında bulunan akrabası ve arkadaşı olan tanıklar ... ve ... ile birlikte Ankara Kalesi’ne giderek viski içtikleri, sanığın ayrıca enerji içeceği de içtiği, saat 22.00 sıralarında yine sanığın sevk ve idaresindeki aynı araç ile Gölbaşı ilçesine gidip bir süre dolaştıktan sonra evlerine dönmek üzere tekrar yola çıktıkları, Konya Yolu üzerinde Gölbaşı istikametinden şehir merkezine doğru yerleşim yeri merkezinde, aydınlatmanın olduğu, görüşe engel bir durumun bulunmadığı, azami hız sınırının otomobiller için 82, kamyonet cinsi araçlar için 70 km/saat olduğu, dört şeritli, düz, kuru ve asfalt yolda seyir hâlinde olan sanığın, saat 23.47 sıralarında Dikmen Caddesi istikametine doğru sola dönüşün olduğu ışıklı kavşağa geldiğinde kırmızı ışık ihlali yaparak o esnada boş olan en sol şeritten hızlı bir şekilde geçmeye çalıştığı sırada, karşı yoldan gelen ve kendisine yanan yeşil ışıkla birlikte Dikmen Caddesine geçmek için sola dönüş yapan sürücü ...’in sevk ve idaresindeki... plaka sayılı otomobilin sağ yan tarafına çarptığı, çarpışmanın etkisiyle her iki aracın da savrulduğu ve sürücü ...’in aracının 25,7 metre ileride durduğu, saat 00.57'de onaylanan rapora göre sanığın 2,46 promil alkollü olduğu, araçta sıkışan sürücü ...’in olay yerine gelen itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle araçtan çıkartılarak ambulansla hastaneye kaldırıldığı ancak araç içi trafik kazası sonucu oluşan kafa ve genel beden travması ile buna bağlı olarak gelişen hemopnömotoraks sonucu vefat ettiği olayda; daha önce 1,00 promilin üzerinde alkollü araç kullandığı gerekçesiyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı bulunan ve alkollü araç kullanması nedeniyle sürücü belgesi iptal edilen sanık ...’ın, olay tarihinde de sürücü belgesi alkol sebebiyle iptal edilmiş olmasına rağmen sevk ve idaresindeki kamyonet cinsi araçla trafiğe çıktığı, sanığın kaza anında emniyetli sürüş yeteneğini olumsuz olarak etkileyecek ölçüde alkollü olduğu, sanığın kazadan hemen önce yolda bir iki aracı makas atarak geçtiği, ışıklı kavşağa yaklaştığı sırada hızını azaltmadığı gibi kendisine kırmızı ışık yanmasına rağmen durmayarak kavşaktan hızlı bir şekilde geçtiği, bu suretle kazanın oluşumunda asli ve tam kusurlu olduğu, başka bir kimsenin kusurunun olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Yerleşim yerinde bulunan ve gece vakti de olsa yoğun bir trafik akışı olan ışıklı kavşağa yaklaşan sanığın, kendisine kırmızı ışık yanması ve önündeki araçların durduğunu görmesine rağmen karşı istikametten gelip Dikmen Caddesine gitmek için sola dönüş yapacak araçların önüne çıkabileceğini öngördüğü hâlde hızlı bir şekilde o esnada boş olan en sol şeritten geçmesi ve muhtemel olan neticenin meydana gelmesi suretiyle o sırada Dikmen Caddesine geçmek için yeşil ışıkla birlikte sola dönüş yapan sürücü ...’in sevk ve idaresindeki araca çarparak ...’in ölümüne neden olması, kaza tespit tutanağı ve tanık ifadelerine göre fren yapmadığı ve hızını azaltmadığı sabit olan sanığın, öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının bulunmaması, başka bir ifadeyle gerçekleşen muhtemel neticeye kayıtsız kalarak kabullenmesi, ayrıca somut olayın kanun koyucu tarafından olası kastın düzenlendiği madde gerekçesinde belirtilen örnek olaydaki gibi gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulunun 06.06.2017 tarihli ve 108-311 sayılı kararında, sanığın, sevk ve idaresindeki LPG tankeri ile çevre yolunda seyir hâlinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşağın henüz boş olmasından faydalanarak karşıya geçmeye çalıştığı ancak kendi yönlerindeki araçlara yeşil ışık yanması nedeniyle aynı kavşağa giren katılanların bulunduğu araca çarparak birden fazla kişinin yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın önüne çıkan aracı görür görmez frene basması nedeniyle meydana gelen muhtemel neticeyi engellemeye yönelik davranışlarda bulunduğundan bilinçli taksirle hareket ettiği; yine Ceza Genel Kurulunun 15.01.2019 tarihli ve 701-6 sayılı kararında, trafik ışığı bulunan kavşaktan kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle hızlı bir şekilde geçen sanığın, o esnada yaya bandı üzerinden yolun sağ tarafından sol tarafına bisikletiyle geçmekte olan kişiye çarparak ölümüne neden olduğu olayda, sarı ışığın yandığını gören sanığın kırmızı ışığa yakalanmamak için hızını artırmak suretiyle şoförlük becerisine ve şansına güvenerek kavşaktan geçtiği ve önüne çıkan bisikletliyi görür görmez frene basarak neticeyi önlemeye çalıştığından eylemini bilinçli taksirle işlediği kabul edilmiştir. Uyuşmazlık konusu somut olayda ise, kavşağa yaklaşırken hızını azaltmayıp kendisine kırmızı ışık yandığını ve diğer araçların durduğunu görmesine rağmen durmayarak hızlı bir şekilde kavşaktan geçen ve önüne araç çıkmasına rağmen frene basmayan sanığın, meydana gelen muhtemel neticeyi engellemeye yönelik herhangi bir davranışı bulunmadığından eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir. Ceza Genel Kurulunca kast-taksir kombinasyonuna ilişkin kararlardaki uygulama istikrarlı bir şekilde sürdürülmekte olup yukarıda belirtilen ve açıklanan özellikleri nedeniyle birbirinden farklı olan olaylarda farklı sonuçlara ulaşılması içtihat değişikliği anlamına gelmemektedir.
Öte yandan, sanık hakkında olası kastla öldürme suçundan verilen hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hak yoksunluklarının yanında ayrıca sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına karar verilmiş ise de yalnızca taksirli suçlarda uygulanma imkânı bulunan anılan maddenin altıncı fıkrasının tatbiki hukuki değerden yoksun olduğundan bu hususun infaz aşamasında ele alınması mümkün görülmüştür.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın eyleminin bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.06.2019 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 02.07.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
--**--
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2017/701 E.
2019/6 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 494-416
Sanık ... hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan açılan kamu davasında sanığın eyleminin bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın TCK'nın 85/1, 22/3, 53/6 ve 63. maddeleri uyarınca 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, sürücü belgesinin 3 yıl süre ile geri alınmasına ve mahsuba ilişkin Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.02.2014 tarihli ve 601-43 sayılı hükmün, sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 02.05.2014 tarih ve 8899-10724 sayı ile;
"1- Sanığın, ışık kontrollü kavşakta, kırmızı ışık ihlali ile yaya geçidi üzerinde yolun sağından soluna bisikleti ile geçmekte olan ölene, sol şerit üzerinde 30 metre fren izi bırakarak çarptığı ve fren izinin bitiminden itibaren 17 metre sonra durduğu olayda, iki sınır arasında temel ceza belirlenirken cezanın alt ve üst sınırını oluşturan ceza miktarları, suçun işleniş şekli, meydana gelen zararın ağırlığı, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu nazara alınarak, sanığın tam kusurlu olarak neden olduğu ölümle sonuçlanan olayda, adalet, hakkaniyet ve nasafet kurallarına uygun makul bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek azami hadden ceza tayini,
2- Sanık hakkında tayin edilen temel cezanın bilinçli taksirle artırılması sırasında, bilinçli taksir oluşturan ihlalin yalnızca kırmızı ışık ihlalinden ibaret bulunduğu gözetilerek, TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca temel cezanın 1/3 oranı yerine, 1/2 oranında artırılarak fazla ceza tayini," nedenlerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesi ise 28.08.2014 tarih ve 494-416 sayı ile;
"...Olayın oluş şekli, ölen kişinin çok genç yaşta olması dikkate alınarak cezanın teşdiden en üst hadden tayin edilmesi, en üst hadden bilinçli taksirde artırım yapılması ve en üst hadden sürücü belgesinin geri alınması uygulamasının adalet ilkelerine uygun olacağı," gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.04.2015 tarihli ve 347188 sayılı "onama" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 383-1839 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.04.2017 tarih ve 593-3337 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Katılan vekilinin 29.05.2015 havale tarihli dilekçesi içeriğine göre temyiz isteminden vazgeçip vazgeçmediği,
2- Katılan vekilinin temyizden vazgeçtiği sonucuna ulaşılırsa, sanık müdafilerinin temyiz taleplerine, temyizden vazgeçmediği kabul edilirse katılan vekilinin ve sanık müdafilerinin temyiz taleplerine istinaden; kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olan sanık hakkında;
a) TCK'nın 85/1. maddesi gereğince 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçta temel cezanın 6 yıl olarak tayin edilmesinin,
b) Bilinçli taksir hâlinde, taksirli suça ilişkin cezada üçte birden yarıya kadar artırım öngören TCK'nın 22/3. maddesi gereğince cezanın yarı oranda artırılmasının,
İsabetli olup olmadığı,
Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.
1- Katılan vekilinin 29.05.2015 tarihli dilekçesi içeriğine göre temyiz isteminden vazgeçip vazgeçmediği;
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan vekilinin 28.09.2014 havale tarihli dilekçe ile bozulması talebiyle hükmü temyiz ettiği, gerekçeli temyiz dilekçesi olarak verdiğini belirttiği 29.05.2015 havale tarihli dilekçede ise “...Bozma istemlerinin reddi ile direnme kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun reddi ve kararın onanması gerekmektedir.”, “...Sanığın cezasının TCK madde 22/3 gereğince yarı oranında arttırılması hakkaniyet doğrultusunda usul ve yasaya uygun olup yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerekmektedir”, “...direnme kararının onanmasını vekaleten arz ve talep ederiz” şeklinde açıklamaların yer aldığı anlaşılmaktadır.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre şartıdır. CMUK'nın 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi bahse konu maddenin 3. fıkrasındaki istisnai durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart ise istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz" ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. CMUK’nın 305. maddesinin 1. fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden yapılması kabul edilmiş ise de, on beş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek şartlarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtayca incelenmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına ilişkin genel hükümlerin düzenlendiği bölümde yer alan “Başvurudan vazgeçilmesi ve etkisi” başlıklı 266. maddesinde;
“(1) Kanun yoluna başvurulduktan sonra bundan vazgeçilmesi, mercii tarafından karar verilinceye kadar geçerlidir. Ancak, Cumhuriyet savcısı tarafından sanık lehine yapılan başvurudan onun rızası olmaksızın vazgeçilemez.
(2) Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekâletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.
(3) 150 nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca, kendisine müdafi atanan şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde şüpheli veya sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır” şeklindeki düzenleme ile kanun yoluna başvurulduktan sonra mercisi tarafından karar verilinceye kadar başvurudan vazgeçilebileceği, diğer bir deyişle kanun yolu başvurusunun geri alınabileceği kabul edilmiştir.
CMK'da, kanun yolu başvurusunda bulunulduktan sonra bundan vazgeçme (kanun yolu başvurusunun geri alınması) düzenlenmiş fakat kanun yolundan feragat (kanun yoluna başvurma hakkı doğduktan sonra bu hakkın kullanılmayacağının açıklanması) düzenlenmemiştir. Hukukun genel ilkeleri uyarınca hak sahibi, hakkı doğduktan sonra özgür iradesiyle bu hakkını kullanmayacağını diğer bir deyişle hakkından feragat ettiğini açıklayabilir, bu durumda kanun yoluna başvurma hakkından feragate ilişkin açıklamanın ilgili makama ulaştırılmasıyla birlikte karar kesinleşir. Kanun yolundan daha doğru bir ifadeyle kanun yoluna başvurma hakkından feragatin, kararın ilgiliye bildiriminden itibaren kanun yolu için öngörülen sürenin bitimine kadar yapılması gerekmektedir. Kanun yoluna başvurulduktan sonra başvurudan vazgeçme ise mercisi tarafından talep konusunda bir karar verilinceye kadar geçerlidir. (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 15. Baskı, İstanbul, 2018, s.844.)
Temyiz kanun yolu başvurusunda bulunulduktan sonra, ilgililerin temyiz başvurusundan "feragat" ya da "vazgeçme" vb. içerikli taleplerinin, kanun yoluna başvurma hakkından feragat kapsamında değil yapılan kanun yolu başvurusunun geri alınmasını düzenleyen CMK'nın 266. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve talep içeriğinin açıkça temyiz başvurusunun geri alınması diğer bir deyişle yapılan temyiz başvurusundan vazgeçme iradesini yansıtıp yansıtmadığına bakılması gerekir. İradenin açıkça yapılan temyiz başvurusundan vazgeçmeye yönelik olması hâlinde, temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan "istek" de ortadan kalkmış olacağından vazgeçilen bu temyiz davasından dolayı Yargıtayca temyiz incelemesi yapılamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Direnme kararına konu hükmü süresinde temyiz eden katılan vekilinin daha sonra verdiği 29.05.2015 havale tarihli dilekçede “...Bozma istemlerinin reddi ile direnme kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun reddi ve kararın onanması gerekmektedir.”,“...Sanığın cezasının TCK madde 22/3 gereğince yarı oranında arttırılması hakkaniyet doğrultusunda usul ve yasaya uygun olup Yerel Mahkemenin direnme kararının onanması gerekmektedir”, “...Direnme kararının onanmasını vekaleten arz ve talep ederiz” şeklindeki beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, dilekçede geçen beyanların açıkça temyiz başvurusundan vazgeçme iradesini yansıtmayıp daha ziyade sanık müdafilerinin temyiz istemlerine cevap niteliğinde olduğu, katılan vekilinin iradesinin yapmış olduğu temyiz başvurusundan açıkça vazgeçmeye yönelik olmaması nedeniyle de 29.05.2015 havale tarihli dilekçesi içeriğine göre temyiz talebinden vazgeçmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmüne yönelik temyiz incelemesinin, sanık müdafileri ile katılan vekilinin temyiz istemlerine istinaden yapılması gerekmektedir.
Nitelikleri itibarıyla benzeyen (2-a) ve (2-b) numaralı uyuşmazlık konularının aynı başlık altında incelenmesi faydalı olacaktır.
2- Kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olan sanık hakkında, TCK'nın 85/1. maddesi gereğince 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçta temel cezanın 6 yıl olarak tayin edilmesinin ve bilinçli taksir hâlinde, taksirli suça ilişkin cezada üçte birden yarıya kadar artırım öngören TCK'nın 22/3. maddesi gereğince cezanın yarı oranda artırılmasının isabetli olup olmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
08.07.2013 tarihli trafik kazası tespit tutanağına göre; aynı tarihte saat 17.30 sıralarında, azami hız limitinin 50 km/saat olduğu yerleşim yeri içerisinde, Angora Bulvarı, Dicle Caddesi karşısı, Hacettepe Üniversitesi Kampüsü yanında, 3 şeritli, 11 metre genişliğindeki yolun sol şeridinde meydana gelen olayda, sanık ...'ın sevk ve idaresindeki araç ile yaya bandı üzerinde bisiklete çarparak ileriye fırlattığı, çarpma noktası ile ölenin düştüğü yer arasında fren izinin de bulunduğu ve bu mesafenin 30 metre olduğu, sanığın aracının ölenin bulunduğu yerden 17 metre ileride durduğu,
Sanık hakkında Etimesgut İlçe Devlet Hastanesince 08.07.2013 tarihinde saat 19.05'te yapılan muayeneye istinaden düzenlenen aynı tarihli raporda; sanıkta alkole rastlanmadığının bildirildiği,
08.07.2013 tarihli ölü muayene tutanağında; Angora Bulvarı, Beysukent Kavşağı girişinde bir aracın çarpması sonucu vefat ettiği bildirilen ...'un cenazesinin Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılması talimatı verildiği, hastanede yapılan ölü muayenesi esnasında ölenin başındaki kaskın kırık vaziyette çıkarıldığı, kafada oksipital parietal bölgede minimal deplase fraktür hatlarının mevcut olduğu, her iki kulak, burun ve ağızda aktif kanama görüldüğü, boyunda c3-c4 vertebralarda krepitasyon, fraktür tespit edildiği, vücudun muhtelif bölgelerinde çok sayıda sıyrık, çizik, laserasyon ve ekimotik lezyonlar bulunduğu belirtilerek kişinin ölümünün geçirdiği araç dışı trafik kazası sonucu meydana gelen kafa ve boyun travmasına bağlı gelişen intrakranial kanama neticesi meydana geldiğinin belirtildiği,
Ankara Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığınca düzenlenen 05.09.2013 tarihli raporda; trafik kazası tespit tutanağı ve dosya içeriğine göre kazanın, gündüz vakti, açık havada, meskûn mahalde, 11 metre genişliğinde, refüjle bölünmüş, tek yönlü, eğimli, düz, kuru, asfalt kaplamalı yolda, ışık kontrollü kavşakta meydana geldiği, aracın bulunduğu sol şerit üzerinde 30 metre fren izi tespit edildiği, çarpma noktasının yaya şeridi üzerinde olduğu, mevcut verilere göre, kazanın, kavşakta sanığın kırmızı ışık ihlali yaptığı esnada, yaya geçidi üzerinden karşı tarafa geçiş yapan bisikletli sürücü ile çarpışması şeklinde meydana geldiği kabul edilirse, sanığın sevk ve idaresindeki otomobil ile seyir hâlinde iken, kaplama üzerindeki fren izlerine ve CD görüntülerine göre, kavşağa yaklaşırken hızını azaltmayıp seyir hızıyla geldiği, kavşakta kırmızı ışık ihlali yaptığı esnada yolun sağından soluna geçen sürücünün sevk ve idaresindeki bisiklete çarpması sonucu meydana gelen olayda dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı hareketiyle asli kusurlu olduğu, bisiklet sürücüsünün kusurunun olmadığı yönünde kanaat bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Ölenin annesi ...; 08.07.2013 tarihinde kızı ...'un trafik kazası geçirdiğini haber alınca kızının kaldırıldığı Atatürk Hastanesine gittiğini, burada kendisine saat 17.30 sıralarında kullandığı bisiklete bir otomobil çarpan kızının olay yerinde öldüğünün söylendiğini,
Katılan ...; kızı Meril Çiğdem'in ölümüne neden olan sanık hakkında şikâyetçi olduğunu ve davaya katılmak istediğini,
Tanık ... kollukta; olay tarihinde saat 17.15 sıralarında sanık ...'ın sevk ve idaresindeki otomobil ile Kızılay'a gitmek için yola çıktıklarını, saat 17.30 sıralarında Angora Bulvarı üzerinden yolun orta şeridinden seyir hâlinde olduklarını, kavşağa geldiklerinde sarı ışığın yandığını hatırladığını, yolun sağında ve solunda araç olmadığını, sanığın sağına ve soluna bakmadan göbeği geçerken kornaya, akabinde frene bastığını, çarpmamak için direksiyonu sola kırdığını ancak bisikletli ile arasındaki kazaya mani olamadığını, kovuşturma aşamasında istinabe olunan mahkemede; sanığın eniştesinin şoförü olduğunu, şoförün yanında oturduğunu, sarı ışıkta geçtiklerini, kırmızıya yakalanmamak için sanığın hızını arttırdığını, o anda ışıktan hemen sonra bir bayanın bisikletle karşıdan karşıya geçtiğini, arkasına bakmadığını, kendilerinin de bisikletli bayanı son anda fark ettiklerini, bayanı gördükten yaklaşık 10-15 metre önce fren tutmaya başladığını,
Tanık Zeliha Salınca kollukta; sanığın sevk ve idaresindeki araçla seyir hâlinde oldukları sırada aracın sağ tarafından bisiklet kullanan bir çocuğun aniden yola çıktığını, sanığın çarpmamak için direksiyonu kırdığını ancak refüje çarpma tehlikesi olduğu için çok fazla da direksiyonu kıramadığını ve bisikletle çarpıştığını, Mahkemede; normal süratte gittiklerini, yolun ortasında olduklarını, kavşağa yaklaştıklarının farkında olmadığını, sağ taraftan bir bisikletlinin önlerine çıktığını, sanığın sola doğru direksiyonu kırdığını, frene bastığını, kornaya da bastığını, arabanın sağ tarafından bisikletliye çarptıklarını,
Tanık Mürüvvet Yeşil Kaptanoğlu kollukta; kavşağa geldiğinde kendisine kırmızı ışık yandığını, muhtemelen karşı şeritten gelen araçlara da kırmızı yandığını, bu esnada şiddetli bir çarpma sesi duyduğunu, sol tarafına baktığında refüjün diğer kısmında Hacettepe Üniversitesine gidiş yolunda bir kişinin havalandığını gördüğünü, kendisine hâlâ kırmızı ışığın yandığını, yardım etmek amacıyla karşı refüje gittiğini, aracın çarpmış olduğu bisikletin ilerisinde olduğunu, bisikletli bir sürücünün yerde olduğunu, çarpan sürücünün kırmızı ışıkta geçtiğini düşündüğünü, Mahkemede; kendisinin kırmızı ışığı görünce yavaşlayıp durduğunu ve beklemeye başladığını, ışıkta beklediği sırada birden sol tarafından şiddetli bir çarpma sesi duyduğunu, aynı anda havaya yükselen bir kişi gördüğünü, sonra yere düştüğünü, karşı istikametten gelen sanığın kırmızı ışıkta durması gerekirken durmayıp geçtiğini düşündüğünü,
Beyan etmişlerdir.
Sanık kollukta; Limak Holding'te özel şoför olarak çalıştığını, çalıştığı firma adına kayıtlı otomobil ile saat 17.30 sıralarında Angora Bulvarından Hacettepe Üniversitesi istikametine orta şeritte seyir hâlinde iken hızının 50-60 km/saat civarında olduğunu, tahminine göre ışıkların yeşilden sarıya yeni geçtiğini, yoluna düz devam ettiği sırada yolun sağında bisiklet kullanan bir şahsın sola dönmek için aniden bisikletini kullandığı otonun önüne kırdığını, bu arada ölenin elinin kulağında olduğunu ve tahminine göre telefonla görüştüğünü, önce birkaç kez kornaya bastığını, fakat kendisini duymadığını, frene bastığını, çarpmamak için direksiyonu sola kırdığını ancak kullandığı otonun sağ tamponuyla çarpması neticesi kazanın meydana geldiğini, sulh ceza mahkemesindeki sorgusunda; yolun en sağından gittiğini, trafik lambalarına geldiğinde kendisine yeşil yanıp söndüğünü, kavşağı geçtiğini, yolun sağ tarafından bir bisikletlinin aniden aracının önüne kırdığını, fren yapıp direksiyonu sola kırdığını, korna çalmasına rağmen çarpışmayı önleyemediğini, 60-70 km/saat hızla gittiğini, hızlı olmadığını, Mahkemede; tahminen 60-70 km/saat hızla gittiğini, ışıkların yeşilden sarıya döndüğünü, sağ tarafında bisikletli bir kişinin önünden geçtiğini, sola kaçıp frene bastığını, sonrasında da çarptığını savunmuştur.
Yerel Mahkemece, sanık hakkında TCK'nın 85/1. maddesi uyarınca temel cezanın 6 yıl olarak belirlendiği, buna ilişkin gerekçenin hüküm fıkrasında “suçun işleniş şekli, yeri, zamanı, ağırlığı, önemi dikkate alınarak takdiren, teşdiden” şeklinde gösterildiği, bilinçli taksir nedeniyle TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca yarı oranında artırım yapıldığı ve buna ilişkin gerekçenin hüküm fıkrasında “takdiren, teşdiden” şeklinde gösterildiği, gerekçeli kararda ise her iki uygulamaya ilişkin olarak “Olayın oluş şekli, ölen kişinin çok genç yaşta olması dikkate alınarak cezanın teşdiden en üst hadden tayin edilmesi, en üst hadden bilinçli taksirde artırım yapılması...uygulamasının adalet ilkelerine uygun olacağı kanaatine varılmıştır” şeklinde gerekçeye yer verildiği,
Karayolları Genel Müdürlüğünün http://www.kgm.gov.tr adresinde yer alan "eğimsiz ve kuru asfalt yolda araçların hızlarına göre durma mesafeleri"ni gösterir çizelgede; araç hızının 70 km/saat olması durumunda fren mesafesinin 32,1 metre, durma mesafesinin 46,7 metre olacağının belirtildiği,
Görülmektedir.
Taksirle öldürme suçu 5237 sayılı TCK’nın 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı Kanun'un “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 3. fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır”, 4. fıkrasında da; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükümlerine yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise, 5237 sayılı TCK'nın 61. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı Kanun'un 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nın 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Ancak, TCK’nın 61/1. maddesindeki bu ölçütler genel nitelikli olup her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Bu açıdan taksirli suçlarda ancak kasıtlı suçlarda uygulanması mümkün olan 61/1. maddenin (b) bendinde yer alan "suçun işlenmesinde kullanılan araçlar", (f) bendinde yer alan "failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı" ve (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütleri uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemeler karşısında taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde öncelikle failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, ancak kusurluluğun yanında "suçun işleniş biçimi", "suçun işlendiği zaman ve yer", "suç konusunun önem ve değeri" ile "meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı" ölçütlerinin de dikkate alınacağı sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın 3. maddesi uyarınca işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacaktır.
Bu nedenlerle taksire dayalı kusurun ağır olduğu durumlarda, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif olduğu durumlarda ise alt sınırdan veya alt sınıra yaklaşılarak temel ceza tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de, bundan her hâlde ağır kusurlu fail hakkında en üst hadden, hafif kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza tayin edilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, TCK'nun 61/1. maddesindeki olaya uyan diğer ölçütler ve TCK'nın 3. maddesinde düzenlenen "orantılılık" ilkesi bir bütün hâlinde değerlendirilerek haklı ve ölçülü bir ceza belirlenmeli, somut olayın özellikleri itibarıyla bazı hâllerde alt hadden bazı hâllerde de üst hadden tayin edilecek cezanın haklı ve ölçülü bir ceza olacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Bilinçli taksirin söz konusu olduğu durumlarda ise TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca hükmedilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılacak olup, hâkim somut olayın özelliklerini de gözeterek bilinçli taksir oluşturan hâlin, niteliği, gerçekleştirilme şekli ve sayısı gibi kriterlere göre bir değerlendirme yaparak TCK'nın 3. maddesindeki "orantılılık" ilkesine de aykırı düşmeyecek şekilde artırım oranını belirlemelidir.
Öğretide de bu konuda “...TCK'nın 3/1. maddesi, 61. maddeden çok daha geniş bir anlamı barındırmakta, fail hakkında takdiri indirim nedeni de dahil olmak üzere, tüm indirim ve artırım maddelerinin uygulanmasında, daha açık bir deyişle bütüncül açıdan, failin eylemi ile cezanın ağırlığı arasında bir orantı denge olması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca TCK'nın 3. maddesi hükmü sadece temel cezanın belirlenmesinde değil, aynı zamanda her türlü indirim ve artırımın uygulanmasında, kesinleşen cezalar için uyarlama yargılamasında göz önünde tutulması gereken bir düzenlemedir...TCK'nın 3/1. maddesindeki adalet ve orantılılık ilkesi gereği, özellikle işlenen eylem ile verilecek cezanın orantısız olduğu durumlarda, uygulayıcı mümkün olduğu oranda, temel cezanın belirlenmesi, indirim ve artırım maddelerinin uygulanması ve cezanın şahsileştirme kurumunu gözeterek, adaleti sağlamaya çalışacaktır.” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 57-58.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatına da değinilmelidir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Hız sınırları" başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında, motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırlarının, şehirlerarası çift yönlü karayollarında 90 km/saat, bölünmüş yollarda 110 km/saat, otoyollarda 120 km/saat hızını geçmemek üzere yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiş, Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 100. maddesinde de otomobiller için yerleşim yeri içindeki saatteki azami hız sınırının 50 km/saat olduğu hüküm altına alınmıştır.
2918 sayılı Kanun'un "Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak" başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi;
"Sürücüler:
a) Kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak,
...
Zorundadırlar" şeklinde düzenlenmiş olup,
"Trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller" başlıklı 84. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde de;
"Araç sürücüleri trafik kazalarında;
a) Kırmızı ışıklı trafik işaretinde veya yetkili memurun dur işaretinde geçme,
...
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar." düzenlemelerine yer verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında (2-a) ve (2-b) numaralı uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Sanık ...'ın 08.07.2013 tarihinde saat 17.30 sıralarında, yerleşim yeri içerisinde, 3 şeritli, 11 metre genişliğindeki, azami hız limitinin 50 km/saat olduğu yolda sevk ve idaresindeki otomobil ile seyir hâlinde iken, trafik ışığı bulunan kavşakta kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle kavşaktan geçtiği sırada, yaya bandı üzerinden yolun sağ tarafından sol tarafına geçmekte olan ...'un kullandığı bisiklete sol şeritte çarptığı, çarpmanın etkisiyle Meril Çiğdem'in 30 metre ileriye fırladığı, çarpma noktasıyla müteveffanın düştüğü yer arasında 30 metre fren izi bırakan aracın çarpma noktasından itibaren 47 metre sonra durabildiği, müteveffanın maruz kaldığı kafa ve boyun travmasına bağlı gelişen intrakranial (kafa içi) kanama sonucunda olay yerinde hayatını kaybettiği, kovuşturma aşamasında olay sırasında 60-70 km/saat hızla gittiğini savunan sanığın olay anındaki hızının fren ve durma mesafelerine göre yaklaşık 70 km/saat olduğu, tanık ...'ın sarı ışığın yandığını gören sanığın kırmızı ışığa yakalanmamak için hızını artırdığını beyan ettiği, sanığın kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle bilinçli taksirle hareket ettiği ve asli-tam kusurlu olduğu, müteveffanın kusurunun bulunmadığı, Yerel Mahkemece "suçun işleniş şekli, yeri, zamanı, ağırlığı, önemi...olayın oluş şekli, ölen kişinin çok genç yaşta olması" şeklindeki gerekçelerle TCK'nın 85/1. maddesi uyarınca temel cezanın 6 yıl hapis cezası olarak belirlendiği, "olayın oluş şekli, ölen kişinin çok genç yaşta olması" şeklindeki gerekçelerle de bilinçli taksir nedeniyle TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca temel cezanın yarı oranında artırıldığı olayda; her ne kadar Yerel Mahkemece gerek temel cezanın gerekse artırım oranının belirlenmesi sırasında gösterilen "ölen kişinin çok genç yaşta olması" şeklindeki gerekçe yasal bir gerekçe değil ise de sanığın, hız sınırının 50 km/saat olduğu yerleşim yerinde hız limitinin yaklaşık %40 üzerinde bir hızla seyretmesi, kavşağa yaklaşırken hızını azaltıp yavaşlaması ve kırmızı ışıkta durması gerekirken aksine hızını artırması ve asli-tam kusurlu olarak kırmızı ışık ihlaliyle bir kişinin ölümüyle neticelenen söz konusu olaya sebebiyet vermesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer, meydana gelen zararın ve sanığın taksire dayalı kusurunun ağırlığı dikkate alındığında TCK'nın 85/1. maddesi uyarınca temel cezanın 6 yıl hapis cezası olarak üst hadden belirlenmesinin, yine kırmızı ışıkta geçmek şeklinde tek bir bilinçli taksir oluşturan hâl söz konusu olmakla birlikte, yasal hız limitinin oldukça üzerinde seyreden sanığın kavşağa yaklaştığı sırada hızını azaltması gerekirken hızını artırarak kavşağa girmek suretiyle mezkûr olaya sebebiyet vermesi karşısında bilinçli taksir oluşturan hâlin gerçekleştirilme şekline göre temel cezada üçte birden yarıya kadar artırım öngören TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca yarı oranında artırım yapılmasının isabetli olduğu, TCK'nın 3. maddesindeki "orantılılık" ilkesinin ihlal edilmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin usul ve kanuna uygun bulunan direnme kararına konu hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; TCK'nın 85/1. maddesi gereğince tayin olunan temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesinin, sekiz Ceza Genel Kurulu Üyesi de; TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca temel cezanın yarı oranında artırılmasının isabetli olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Katılan vekilinin TEMYİZ İSTEMİNDEN VAZGEÇMEDİĞİNE,
2- Usul ve kanuna uygun bulunan Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesinin 28.08.2014 tarihli ve 494-416 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.12.2018 tarihinde yapılan ilk müzakerede katılan vekilinin temyiz isteminden vazgeçip vazgeçmediğine ilişkin birinci uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık açısından oy çokluğuyla, 25.12.2018 tarihinde yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamayan bilinçli taksir nedeniyle temel cezanın yarı oranında artırılmasının isabetli olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık bakımından 15.01.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
--**--
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2018/473 E.
2020/225 K.
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BAKIRKÖY 3. Çocuk
Sayısı : 21-142
Sanık ... hakkında bilinçli taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 86/1, 87/1-d, 21/2 ve 31/3. maddeleri uyarınca 2 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesince verilen 12.11.2014 tarihli ve 520-1039 sayılı hükmün sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 26.12.2016 tarih ve 2211-21257 sayı ile;
"...1) Suça sürüklenen çocuğun olay tarihinde sevk ve idaresindeki aracı ile seyir hâlinde iken araç trafiğine kırmızı ışık yandığı hâlde ışıkta durmayıp devam ettiği ve yaya olarak yolun karşısına geçmeye çalışan yaşı küçük mağdura çarparak yaralanmasına yol açtığı olayda, suça sürüklenen çocuğun neticeyi öngörmesine rağmen somut olayda neticenin gerçekleşmeyeceği inancı ile yoluna devam etmesi sonucu mağdurun yaralandığının anlaşılması karşısında, suça sürüklenen çocuğun öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin gerçekleşmesinden dolayı 5237 sayılı TCK'nın 89 ve 22/3. maddeleri uyarınca bilinçli taksirle yaralama suçundan sorumlu tutulması gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek eylemin olası kastla işlendiğinin kabulü ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
2) Yaşı küçük mağdur hakkında düzenlenen, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 02.05.2014 tarihli ve 1951 sayılı raporunda 'dava konusu olaya bağlı organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde anatomik eksiklik, fonksiyonel bozukluk tespit edilmediği' mütalaa olunmasına karşın aynı raporda mağdurun 01.02.2013 tarihinde yapılan muayenesinde 'yürümede zorluk, denge kaybı, psikolojik problemler, görme kaybı olduğu' ve İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 31.01.2014 tarihli radyoloji raporunda 'lomber bölgede açıklığı sağa, dorsal bölgede ise açıklığı sola bakan minimal skolyoz, bacak uzunluk radyogramında: sağ femurun sol femurdan 2 cm uzun bulunduğu, her iki alt ekstremite arasında uzunluk farkı saptanmadığı, toplamda sağ alt ekstremite soldan 2 cm daha uzun bulunduğu' hususlarının belirtildiği ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaada da kalıcı iş göremezlik (maluliyet) durumunun rapor edildiği görülmekle; mağdur hakkındaki tüm tedavi evrakı ve grafilerin gönderilmesi suretiyle Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan görüş sorulup raporlar arasındaki çelişki giderildikten sonra suça sürüklenen çocuğun hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kabul ve uygulamaya göre;
3) Dosya kapsamındaki delillere göre suça sürüklenen çocuğun eylemini silahtan sayılan motorlu araç ile gerçekleştirdiği anlaşılmakla, suça sürüklenen çocuk hakkında kurulan hükümde 5237 sayılı TCK'nın 86/3-e maddesinin uygulanmaması suretiyle eksik ceza tayini," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin kabul ve uygulamaya göre yaptığı (3) sayılı bozma nedenine uyan Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesi ise 18.04.2017 tarih ve 21-142 sayı ile;
"...Mahkememizin 12.11.2014 tarih ve 520-1039 sayılı dosyasında belirtilen ve yukarıda kısaca özetlenen tüm gerekçeler doğrultusunda suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçun kasten yaralama suçunu oluşturduğu kanaatinde olunduğundan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 26.12.2016 tarih 2211-21257 sayılı bozma ilamının (1) ve (2) numaralı bentlerinde belirtilen hususlar yönünden direnilmesine, Mahkememizin suça sürüklenen çocuğun eylemini kasten yaralama olarak kabul etmesi nedeni ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin bozma ilamının (3) numaralı bendine uyulmasına ve suça sürükülenen çocuğun üzerine atılı kasten yaralama suçunu silahtan sayılan motorlu araçla işlemesi nedeni ile ek savunma hakkı tanınarak TCK'nun 86/3-e maddesi gereğince cezasında 1/2 oranında artırım yoluna gidilmiştir." şeklindeki gerekçeyle (1) ve (2) sayılı bozma nedenlerine direnerek sanığın olası kastla yaralama suçundan TCK'nın 86/1, 86/3-e, 87/1-d, 21/2 ve 31/3. maddeleri uyarınca 4 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14.11.2017 tarihli ve 56281 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 26.09.2018 tarih ve 19898-13752 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu mu yoksa bilinçli taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçunu mu oluşturduğunun,
2- Yerel Mahkemenin, Özel Dairenin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin direnme kararının yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin,
3- Yerel Mahkeme direnme kararının Özel Dairenin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin olarak yasal ve yeterli gerekçe içerdiğinin kabulü hâlinde, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 02.05.2014 tarihli ve 1951 sayılı raporunun çelişki içerip içermediğinin, bu bağlamda eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
05.06.2012 tarihli trafik kazası tutanağından; kazanın İstanbul ili, Başakşehir ilçesi, Atatürk Bulvarı üzerindeki yaya geçidinde, açık havada, kuru, eğimsiz, düz asfalt yolda, gündüz vakti meydana geldiği, kazaya ilişkin Mobese kaydından ... plakalı Volkswagen marka, ... model araç sürücüsü olan sanığın havalimanı istikametine doğru seyir hâlinde iken kendisine kırmızı ışık yandığı hâlde kazayı engelleyici hiçbir tedbir almadan kırmızı ışıkta geçerek aracının sol ön köşe ve yan kısımları ile yaya geçidini kullanarak yeşil ışıkta geçmekte olan mağdur ...’na çarptığı tespitlerine yer verildiği,
Trafik Bilirkişisince düzenlenen 12.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda; sanığın sürücü belgesiz araç kullandığı, trafik ışık ve işaretlemelerine uymadığı, kırmızı ışıkta durmadığı, hız limitinin 50 km/saat olduğu meskûn mahalde 110 km/saat hızla araç kullandığı, yaya geçidi üzerinde nizami olarak karşıya geçmekte olan yayaya aşırı süratle çarptığı, çarpmayı ve kazayı önleyici herhangi bir tedbire başvurmadığı, yayaya çarpmasına rağmen hız kesmeden aynı hızla yoluna devam ettiği, kazayı polise bildirmeden olay yerini terk ettiği, bu kusurlu davranışlarıyla trafikte kişilerin can güvenliğini tehlikeye düşürdüğü ve kazaya sebebiyet verdiği belirtilerek, sanığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36, 47/b-c-d, 51, 52/b, 81/d ve 84/a maddelerini ihlal ettiği, kazanın meydana gelmesinde asli kusurlu olduğu, mağdur ...’nun ise meydana gelen kazada nizami olarak trafik ışık ve işaretlemelerini kullanarak ve yaya kurallarına uyarak karşıdan karşıya geçiş yaptığı tespit edildiğinden meydana gelen kazada kusursuz olduğunun ifade edildiği,
Küçükçekmece Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 08.06.2012 tarihli raporda; sağ omuzda, sağ el bileğinde ve sol femur bölgesinde hassasiyet ve hareket kısıtlılığı, sağ tibiada ve karında yaygın hassasiyet, sağ lomberde hafif ekimotik alan mevcut olduğu, sağ periorbitalde ödem bulunduğu, sol tibia alt iç kırığı, sol diz posteriorda geniş cilt kesisi, sağda femur şaft kırığı, solda humerus üst uç kırığı bulunduğu, mevcut yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, vücuttaki kemik kırıklarının yaşam fonksiyonlarına etkisi hafif (1), orta (2-3) ve ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında; kişide saptanan kırığın yaşam fonksiyonlarının ağır (6) derecede etkileyecek nitelikte olduğunun belirtildiği,
Mahkemece, mağdurun yaralanmasının organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde olup olmadığının Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kuruluna sorulması üzerine, mağdur hakkında düzenlenen tüm rapor ve tıbbi evrak irdelenerek hazırlanan 02.05.2014 tarihli raporda; yapılan muayenesinde sağ alt 2 ve 3. diş ucunda minimal kopma, eski kırık yaralarında subjektif ağrı olduğu, baş dönmesi ve nistagmus tariflemediği, yapılan nörolojik muayenede; nörolojik defisit olmadığının saptandığı; mağdura ait grafilerin incelenmesinde; sağ humerus boynunda kırık, sağ radius distal uçta, ulnada kırık, sağ akciğer üst lobda buzlu cam görünümlü ön planda kontüzyonla uyumlu opasite artışı, sol femur alt diafizinde fraktür, sağ fibula distal uçta kırık olduğu tespit edildiği belirtildikten sonra, mağdurda dava konusu olaya bağlı organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde anatomik eksiklik, fonksiyonel bozukluk tespit edilmediğinin oy birliği ile mütalaa edildiğinin bildirildiği,
Katılan ...’nun İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalına başvurarak kızı mağdur katılan ...’nin meydana gelen yaralanma sonucu iş ve güç kaybına uğrayıp uğramadığı, olaya bağlı olarak geçici ve kalıcı iş göremezlik durumunun söz konusu olup olmadığı hususunda 5271 sayılı Kanun’un 67/6. maddesi uyarınca bilimsel mütalaa talebinde bulunması üzerine, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalında görev yapan üç adli tıp uzmanınca hazırlanan 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaada; olay nedeniyle sol alt ekstremitede 2 cm kısalığa ve minimal skolyoza yol açan yaralanmanın olay tarihindeki ve rapor tarihindeki yaşı itibarıyla % 20,7 oranında kalıcı iş göremezlik (maluliyet) durumuna yol açtığının belirtildiği,
Sanık hakkında düzenlenen 05.06.2012 tarihli raporda; saat 15.19’da alkolmetre ile yapılan ölçüme göre sanığın alkollü olmadığı tespitine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur katılan ..., Kolluk görevlilerince Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tespit edilen 06.06.2012 tarihli ifadesinde; olay günü, öğle saatinde dayısı ... ile birlikte markete gittiklerini, alışveriş yaptıktan sonra marketten çıkıp dayısının yolun karşısındaki iş yerine dönecekleri için, yaya geçidindeki trafik ışığının düğmesine basıp yeşil ışığın yanmasını beklediklerini, yeşil ışığın yanması ile orta refüje kadar karşıya geçtiklerini, orta refüje geldiklerinde birkaç aracın kendi yönlerine kırmızı yanan ışıkta beklediğini, ancak sanığın kullandığı siyah aracın çok hızlı geldiğini, aracın duracağını düşünerek yola adımını attığında aracın kendisine çarptığını, bundan sonrasını hatırlamadığını,
Tanık ... Kollukta ve Mahkemede benzer şekilde; mağdurun dayısı olduğunu, olay günü yeğeni mağdurla birlikte saat 12.00 sıralarında alışveriş yapmak üzere markete gittiklerini, marketten çıkıp yolun karşısına geçmek için trafik ışığının düğmesine basıp yeşil ışığın yanmasını beklediğini, yeşil ışık yanınca Başakşehir yönüne giden araçların durduğunu, orta refüje kadar yolu katettiklerini, havaalanı istikameti yönüne giden iki aracın da durduğunu ancak sanığın boş olan şeritten hızla geldiğini, yavaşlaması için eliyle işaret ettiğini, ancak sanığın yavaşlamadığını, frene basmadığını, solunda bulunan ve kendisinden birkaç adım öndeki yeğeni mağdura aşırı bir süratle çarpıp yolun soluna doğru 2-3 metre ileriye fırlattığını, sanığın yine hiç yavaşlamadan süratle olay yerinden kaçtığını, yeğeninin ayakları ve omzunun parçalandığını, kan içinde yerde yattığını, tesadüfen olay yerinden geçen bir cankurtaran vasıtasıyla mağduru hastaneye götürdüklerini,
Katılan ... Kollukta ve Mahkemede benzer şekilde; mağdurun annesi olduğunu, olayı görmediğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu, uzlaşmak istemediğini,
Tanık ... Kollukta; olayın meydana geldiği yerde vale olarak görev yaptığını, yeşil ışıkta, yaya geçidini kullanarak yolun karşısına geçmeye çalışan mağdura hızı saatte yaklaşık 100-120 km olan bir arabanın çarparak kaçtığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında ve tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; 16 yaşında olduğunu, ehliyetinin bulunmadığını, olay günü ağabeyine ait olan sevk ve idaresindeki ... plaka sayılı araçla ikamet ettiği Başakşehir 5. Etaptaki evinden İSTOÇ’ta iş yeri bulunan babasının yanına gittiğini, hızının tahminen saatte 50-60 km olduğunu, olay yerine geldiğinde kendisine yeşil ışık yandığını, mağdurun kendisini aniden yola attığını, korna ile ikaz edince mağdurun yanındaki kişinin kendisini geri çektiğini, ancak mağdurun bu kişinin elinden kurtularak tekrar yola çıktığını, frene bastığını, direksiyonu kırdığını ancak duramayarak mağdura aracının yan tarafıyla çarptığını, mağdurun yanındaki şahsın bağırmasından korkarak olay yerinden kaçtığını,
Mahkemede; olay günü babasının yanına gitmek için evde anahtarını bulduğu ağabeyine ait araca bindiğini, olay yerinin ağaçlık bir alan olduğunu, mağdurun yola fırladığını, duramadığını ancak direksiyonu kırdığını, aracının sol tarafıyla mağdura çarptığını, ışıklara geldiğinde kendisine yeşil ışık yandığını, ehliyetinin bulunmadığını, ilk kez olay günü araba kullandığını, korktuğu için olay yerinden kaçtığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırayla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu mu yoksa bilinçli taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçunu mu oluşturduğu;
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, "doğrudan kast", "olası kast", "taksir" ve "bilinçli taksir"e değinilerek, birbirlerinden ayırdedici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesi;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “...Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK'nın 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu'nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu'nda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu'nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Olası kastla bilinçli taksiri ayırdetme konusunda doktrinde “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir...Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir” şeklinde görüşler mevcuttur. (Bahri Öztürk Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.)
Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.
Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatına değinilmesinde fayda vardır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun olay tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan şekliyle;
“Sürücü belgesi alma zorunluluğu” başlıklı 36. maddesinin ilk fıkrası;
“Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.”,
"Trafik işaret ve kurallarına uyma zorunluluğu" başlıklı 47. maddesinin birinci fıkrası;
“Karayollarından faydalananlar aşağıdaki sıralamaya göre;
a) Trafiği düzenleme ve denetimle görevli trafik zabıtası veya özel kıyafetli veya işaret taşıyan diğer yetkili kişilerin uyarı ve işaretlerine,
b) Trafik ışıklarına,
c) Trafik işaret levhaları, cihazları ve yer işaretlemeleri ile belirtilen veya gösterilen hususlara,
d) Trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olan ve yönetmelikte gösterilen diğer kural, yasak, zorunluluk veya yükümlülüklere,
Uymak zorundadırlar.”,
“Hız sınırlarına uyma zorunluluğu” başlıklı 51. maddesinin ilk fıkrası;
“Sürücüler, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorundadırlar.”,
“Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak” başlıklı 52. maddesi;
“a) Kavşaklara yaklaşırken,dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak,
b) Hızlarını, kullandıkları aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmak,
...
Zorundadırlar.”,
“Trafik kazalarına karışanlar ile ilgili kurallar” başlıklı 81. maddesinde;
“Trafik kazalarına karışanlar:
a) Hareket halinde iseler trafik için ek bir tehlike yaratmayacak şekilde hemen durmak, kaza mahallinde trafik güvenliği için gereken tedbirleri almak,
b) Kazada ölen, yaralanan veya maddi hasar var ise bu kaza trafiği,can ve mal güvenliğini etkilemiyorsa, sorumluluğun saptanmasında yararlı olacak kanıt ve izler dahil, kaza yerindeki durumu değiştirmemek,
c) Kazaya karışan kişiler tarafından istendiği takdirde kimliğini, adresini, sürücü ve tescil belgesi ile sigorta poliçe tarih ve numarasını bildirmek ve göstermek,
d) Kazayı; yetkili ve görevli memurlara bildirmek, bunlar gelinceye kadar veya bunların iznini almadan kaza yerinden ayrılmamak,
...
Zorundadırlar.”,
“Trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller” başlıklı 84. maddesinin (a) bendi ise;
“Araç sürücüleri trafik kazalarında; a) Kırmızı ışıklı trafik işaretinde veya yetkili memurun dur işaretinde geçme,
...
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar.” hükümlerini içermektedir.
Diğer yandan ceza hukukunda sanığın hukuki durumu tayin edilirken, olguların olaysal olarak ele alınması da gerekmektedir. Konuları, olayları, sanık sayısı, sanığın olay öncesi, olay sırasındaki ve olaydan sonraki davranışları, suçun icra biçimi bakımından her bir somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmalı; konusu, olayı ve icrası farklı, sanıkların bulunduğu bir olayı kısmen benzer de olsa başka bir olay ile kıyaslayıp sanığın cezai sorumluluğu hakkında da sağlıklı olmayan bu kıyasa dayanarak sonuç çıkarma gayretinin hatalı sonuçlara yol açabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında ilk uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay tarihinde 16 yaşında olan sanık ...’ın, ağabeyi adına trafiğe kayıtlı ... plaka sayılı Volkswagen marka, ... model araca binerek ikamet ettiği Başakşehir ilçesi, 5. Etaptan babasının iş yerinin bulunduğu İstanbul Toptancılar Çarşısına doğru trafikte seyretmeye başladığı, Atatürk Caddesinde bulunan Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kameralarınca tespit edilip hesaplanan hızının saatte 110 km olduğu, sanığın sevk ve idaresindeki aracıyla Atatürk Caddesinde seyrettiği sırada, dayısı ile birlikte yaya geçidinden geçmekte olan mağdur çocuk ...’na, kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yanmasına karşın, kaza tutanağına göre, öğlen saat 12.30 sıralarında havanın açık ve görüşe engel bir durum bulunmayan yolda, hızını azaltmadan ve fren tedbirine başvurmadan ışık ihlali yaparak hızla çarptığı, mağdurun sol tibia alt iç kırığı, sol diz posteriorda geniş cilt kesisi, sağda femur şaft kırığı, solda humerus üst uç kırığı sonucu yaşamının tehlikeye girdiği, mağdurda saptanan kırıkların yaşam fonksiyonlarını ağır (6) derecede etkileyecek nitelikte olduğunun belirtildiği, Trafik Bilirkişisince düzenlenen 12.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda; sürücü belgesiz araç kullandığı, trafik ışık ve işaretlemelerine uymadığı, kırmızı ışıkta durmadığı, hız limitinin 50 km/saat olduğu meskûn mahalde 110 km/saat süratle araç kullandığı, yaya geçidi üzerinde nizami olarak karşıya geçmekte olan yayaya aşırı süratle çarptığı, çarpmayı ve kazayı önleyici herhangi bir tedbire başvurmadığı, mağdur yayaya çarpmasına rağmen hız kesmeden aynı hızla yoluna devam ettiği, kazayı polise bildirmeden olay yerini terk ettiği, bu kusurlu davranışlarıyla trafikte kişilerin can güvenliğini tehlikeye düşürdüğü ve kazaya sebebiyet verdiği belirtilen sanığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36, 47/b-c-d, 51, 52/b, 81/d ve 84/a maddelerini ihlal ettiği, kazanın meydana gelmesinde asli kusurlu olduğunun, mağdur ...’nun ise meydana gelen kazada nizami olarak trafik ışık ve işaretlemelerini kullanarak ve yaya kurallarına uyarak karşıdan karşıya geçiş yaptığı tespit edildiğinden meydana gelen kazada kusursuz olduğunun ifade edildiği anlaşılan olayda;
Sanığın, yerleşim yeri içerisinde, azami hız sınırının saatte 50 km olduğu bölgede, Yasa'nın öngördüğü azami hızın çok üzerinde saatte yaklaşık 110 km süratle seyir hâlinde bulunması, yaya geçidinde karşıdan karşıya geçebilecek yayaların önüne çıkabileceğini öngördüğü hâlde, o sırada yeşil ışıkta yaya geçidini kullanarak yolun karşısına geçmekte olan mağdur çocuğa kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yanmasına karşın, kırmızı ışıkta geçmek suretiyle büyük bir hızla çarpmış olması, bilinçli taksirin özünü oluşturan ve bilinçli taksiri, olası kasttan ayıran en önemli ilke olan, öngörülen ve gerçekleşen neticenin istenmemesi ve sonucu engellemeye yönelik frene basma, hızını azaltma yönünde hiçbir çaba göstermemesi, bu şekilde öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının bulunmaması, başka bir ifadeyle gerçekleşen muhtemel neticeye kayıtsız kalarak kabullenmesi, ayrıca somut olayın kanun koyucu tarafından olası kastın düzenlendiği madde gerekçesinde belirtilen örnek olaydaki gibi gerçekleştiğinin de anlaşılması karşısında sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemece, sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğuna ilişkin direnme gerekçesinin isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Suça sürüklenen çocuk ...’ın sevk ve idaresindeki araç ile seyir halinde iken kırmızı ışıkta durmayarak yaya olarak yolun karşısına geçmeye çalışan yaşı küçü mağdura çarparak yaralanmasına sebiyet vermekten ibaret eylemini olası kastla yaralama olarak niteleyen Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümü için öncelikle 'taksir-bilinçli taksir ve olası kast' hükümleri irdelenerek, somut olayda yargılamaya konu edilen eylemden dolayı TCK'nın 21/2. maddesinde tanımlanan koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin doktrinde benimsenen görüşlerden yararlanılarak Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu ve çeşitli dairelerin benzer olaylardaki içtihatları ışığında belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza hukukunda sanığın suçu işlerken zihninde geçirdiği aşamaları kavramak ve gerçekte sanığın eylemlerinden neyi amaçladığının tespiti ispat hukukuna ilişkin bir sorundur. Faillerin ruh durumunun doğrudan bilinebilmesi mümkün olmadığından, onları tanımak ve amaçlarını tespit için elle tutulur verilere dayanmak gerekmektedir. Eylemin taksirle mi yoksa kasten mi gerçekleştirildiği, somut olayda harici deliller olan olay yeri krokileri, inceleme raporları, mağdurun veya müştekinin ifadeleri, kamera kayıtları, bilimsel ve teknik bulgularla tespit edilebileceği gibi, harici delillerden tamamen bağımsız olan kanıtla, örneğin ikrar yoluyla da tespit edilebilir. Diğer yandan, her iki sorumluluk biçimi birbirinden farklı olmakla birlikte, kast ve taksirin hukuki anlamının ortaya konması noktasında, bu kavramlar arasında bir boşluğa mahal verilemez. Bu itibarla taksirin tanımı, mutlaka kastın tanımıyla ortak bir sınıra sahip olmalı ve kastın tanımına bağlı olmalıdır. Daha önce de belirtildiği üzere taksir; kasttan faildeki iradenin, davranıştan doğacak sonucu kapsamaması, başka bir deyişle, sonucun istenmemiş olması ile ayrılır.
Uygulamada vatandaşlar tarafından çok sık şekilde karıştırılan, ayrımı bir türlü yapılamayan iki terim varsa bunlar olası kast ve bilinçli taksir kavramlarıdır.
Bilinçli taksir ile olası kast bir yere kadar aynı yolu izleyen ve bir noktadan sonra birbirlerinden ayrılan iki kavramdır. İki kavram da aslında aynıymış gibi gözükse de birbirinden tamamen farklı anlamlar taşımaktadır. Kastın kabulü için neticenin bilinmiş ve istenmiş olması gerekir. Bilinçli taksirde de fail, hareketinin hukuka aykırı bir netice meydana getirebileceğini ön görmektedir. Buraya kadar iki kavram birbirine benzemekte, ayrılık ise bu noktadan itibaren başlamaktadır.
Bilinçli taksirde fail neticenin meydana gelmeyeceği kanısında olmakla beraber neticenin meydana gelmesini istemez ve bunun yanı sıra gerçekleşmemesi için elinden geleni yapar. Gerçekleşme imkanının ve ihtimalinin varlığını kabul durumunda ise hareketi yapmaktan kendiliğinden vazgeçer. Diğer bir ifade ile izah etmemiz gerekir ise fail, bilinçli taksirde neticenin gerçekleşmemesine gereken önemi verir ve bu hususu ciddiye alır. Neticenin gerçekleşmeyeceği arzusu, düşüncesi ve beklentisi içerisindedir.
Olası kastta ise fail hareketinin hukuka aykırı netice meydana getirebileceğini öngörmekle beraber meydana gelmesi mümkün ve muhtemel netice onu hareketi yapmaktan alıkoymaz. Başka bir ifade ile açıklamamız gerekir ise tasavvur edilen neticenin meydana gelmesi halinde fail bu neticeyi zaten kabullenmiş olmaktadır.
Sonuç olarak failin, neticenin meydana gelebileceğini düşündüğü ve öngördüğü, bu neticenin gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığı karşısında hareketinden vazgeçmemekte ise olası kastının var olduğu kabul edilmelidir. Buna karşılık neticenin meydana gelme ihtimaline karşılık fail hareketini yapmayacaktı diyebileceğimiz hallerde ise fail kasıtla değil bilinçli taksirle hareket etmiştir diyebiliriz.
Uyuşmazlığın konusunu teşkil eden olası kast ve bilinçli taksir kavramları hakkında doktrinde benimsenen görüşleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
Prof. Dr. Ayhan ÖNDER;
Netice istenmemiş olsa bile gerçekleşmesi tehlikesini göze alan fail olası kastla, neticenin gerçekleşmeyeceği ümidi ile hareket eden fail bilinçli taksirle hareket etmiş sayılır.
Prof. Dr. Ersan Şen;
'TCK m.21/2’de muhtemel, yani olası kastın düzenlendiğini görmekteyiz. Yasal tanımda olası kast, kişinin suçun yasal tanımında yer alan unsurlarının gerçekleşebileceğini öngördüğü halde fiili işlemesidir.
TCK m.22/2 bilinçli taksiri, kişinin öngördüğü sonucu istemediği halde neticenin meydana gelmesi olarak tanımlamıştır.
Bu tanımlara göre muhtemel kast; kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hareketten doğabilecek neticeyi öngörmesi, bu netice için 'olursa olsun' demesi ve neticenin gerçekleşip gerçekleşmemesini önemsememesi olarak açıklanabilir.
Bilinçli taksir ise; kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hareketten doğabilecek neticeyi öngörmesi, fakat neticenin gerçekleşmeyeceğini düşünmesi, neticenin gerçekleşmemesi için çaba göstermesi veya kendisine güvenmesi, bir anlamda neticenin gerçekleşmeyeceğine olan inançla neticeyi göze almasıdır.
Muhtemel kast ne zaman olur ve ne zaman eylem bilinçli taksir sayılır? Bunun ölçütünü, manevi unsurun 'isteme' alt unsuruna göre yapmak kolay değildir. Esasında muhtemel kastta netleşmiş, yani belirginleşmiş neticeye yönelik failde bir istemenin tespit edildiği de söylenemez. Failde istemeye yönelik bir irade tespit edilmişse, zaten bu husus kasttan doğan sübjektif sorumluluk olarak değerlendirilir. Yasal tanımda fail, muhtemel kastta suçun kanuni tanımında yer alan unsurların gerçekleşebileceğini öngörür, ancak istemez, yine de fiili işlemeye devam eder, yani bir anlamda suçun netice kısmı için 'olursa olsun' der. Bilinçli taksirde ise; fail bunu demez, ancak kabulü mümkün olmayan kusurlu icra hareketi veya hareketleri yolu ile öngördüğü neticenin gerçekleşmesini engelleyemez. Bir anlamda fail neticeyi göze alır veya neticenin gerçekleşmeyeceğini düşünür. Hakikaten bu teorik farkı pratikte gerçekleştirmek veya bulmak çok ama çok zordur”.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 19/04/2011 gün, 2011/1-840/2012/214 K sayılı içtihadında doğrudan kast, olası kast ile bilinçli taksir tanımlandıktan sonra; birbirine çok yakın olan kavramları ayıracak kriterler belirtilmiştir.
765 sayılı TCY’nda tanımlanmamış bulunmasına karşın, 5237 sayılı TCY'nın 21. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde kast; 'suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi' şeklinde tanımlanmış, aynı Yasa maddesinin 2. fıkrasında ise; 'kişinin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır' denilmek suretiyle 'olası kast' tanımına yer verilmiştir.
Doğrudan kast, failin hareketinin yasal tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesini gerektirir. Ancak, failin hareketiyle hedeflediği doğrudan sonuçların yanısıra, hareketinin zorunlu sonuçları ya da kaçınılmaz yan sonuçları da, açık bir isteme olmasa dahi doğrudan kast kapsamında değerlendirilmelidir.
Öğreti ve uygulamada 'dolaylı kast,' 'belirli olmayan kast,' 'gayrimuayyen kast,' 'olursa olsun kastı' olarak da adlandırılan olası kast, 5237 sayılı TCY'nın 21. maddesinin 2. fıkrasında; 'öngörmesine rağmen, fiili işlemesi' şeklinde tanımlanmıştır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçütteki en belirgin unsurlar, doğrudan kasttaki bilme ve isteme unsurlarıdır. Fail hareketinin yasal tipi gerçekleştireceğini biliyorsa ve bunu da istiyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısında da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Olası kastı, doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise; suçun yasal tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, bu ihtimalin gerçekleşmesini kabullenerek, olursa olsun düşüncesi ile ve ona katlanmayı da göze alarak hareket etmekte ve muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için de önlem almamaktadır.
Taksirdeki düzenlemeye bakıldığında; kural olarak suç, ancak kastla işlenebilir, fakat, yasada açıkça gösterilen hallerde suçlar taksirle de işlenebilir. Taksir, 5237 sayılı TCY’nın 22/2. maddesinde; 'dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi' şeklinde tanımlanmıştır.
Öte yandan, olası kastın, başka bir ayırıcı unsura yer verilmemesi nedeniyle, anılan Yasanın 22. maddesinin 3. fıkrasında; 'kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır' şeklinde tanımlanan bilinçli taksirle karıştırılabileceği hususu öğretide dile getirilmiş ise de, yasa koyucu, madde metninde yer vermediği 'kabullenme' ölçütüne, madde gerekçesinde; 'olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir' şeklinde açıklama yapmak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak ölçütü ortaya koymuştur.
Olası kast ve bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçütleri, yargısal kararlar ve bilimsel görüşlerden de yararlanmak suretiyle şu şekilde belirlemek olanaklıdır.
Gerek olası kast, gerekse bilinçli taksirde netice fail tarafından öngörülmektedir.
Bilinçli taksirde, öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceği ümit edilmekte, olası kastta ise bu netice fail tarafından göze alınmakta ve kabullenilmektedir. Olası kastta fail öngördüğü sonucun meydana gelmesini kabullenip, sonucun meydana gelmemesi için herhangi bir önlem almazken, bilinçli taksirde fail neticeyi öngörmesine rağmen, şansa veya başka etkenlere, hatta kendi bilgi veya becerisine güvenerek öngörülen sonucun gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmektedir.
Teoride özetlenen görüşlerden sonra Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile Yüksek 12. Ceza Dairesinin benzer olaylardaki içtihatlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Yüksek Ceza Gene Kurulun 10/05/2016 gün, 2016/250 K sayılı ilamında;
Olay gecesi Trabzon-Giresun karayolu üzerinde seyir halindeyken Beşikdüzü ilçesi Adacık mahallesinde yer alan bölünmüş yolda ters yöne girerek emniyet şeridinde farları açık biçimde seyreden ve 2,70 promil alkollü olan sanığın, aynı yolda kendilerine ayrılmış kısımda seyreden katılan Hasan'ın aracına çarparak araçta bulunan katılanların yaralanmasına, ve Serpil'in ölümüne neden olduğu olayda; sanığın uyarıcı yön levhaları ve çizgilerin usulüne uygun olarak bulunduğu yolda, karşı yönden gelen trafik araçlarının kullandığı bölüme bilerek girdiği, ters yönde olduğunu bilmesine rağmen aracını sürmeye devam ettiği, karşı istikametten gelen bir araca çarparak yaralama ya da ölüme neden olabileceğini öngördüğü halde tecrübesine, şoförlük yeteneklerine, gece olması nedeniyle trafiğin az olacağına, özellikle de şansına ve karşı yönden gelenlerin kendilerini koruma yönünde dikkatli davranacaklarına güvendiği, böyle bir zanla objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket ederek öngördüğü ancak istemediği neticeye neden olduğu, meydana gelen sonucu kabullenmediği ve arzulamadığı anlaşıldığından; gerçekleşmesini istemediği ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek şekilde objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmayan sanığın bir kişinin ölümüne birden fazla kişinin yaralanması ile sonuçlanan eyleminde bilinçli taksirle hareket ettiği sonucuna ulaşmıştır.
Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin 05/04/2012 gün, 2011/18371 E-2012/5120 K sayılı içtihadında;
Sanığın, düğün merasiminin yapıldığı kalabalık alan içinde ruhsatsız tabanca ile havaya ateş etme eyleminde, silahtan çıkan merminin düğün yerinde bulunan insanlardan birine isabet edebileceğini öngördüğü halde eylemi gerçekleştirmesinde 5237 sayılı TCK'nın 22/3. maddesinde ifadesini bulan bilinçli taksir halinin varlığı ve bu nedenle sanık hakkında tayin edilen temel cezada arttırım yapılması gerektiği anlaşılmakla birlikte, bu kabule göre uygulama yapan mahkemece, hükmün gerekçe kısmında sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğine dair dosyada herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı belirtilmek suretiyle hükümde çelişkiye neden olunduğundan bahisle yerel mahkemece verilen hükmün BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay içtihatlarından anlaşıldığı üzere; olası kast-bilinçli taksir ayrımında ; herhangi bir olay için, şablon bir kusurluluk hali belirlemeye imkân olamaz. Örneğin söz konusu olan ölümlü veya yaralamalı bir trafik kazası ise, bilinçli taksir veya olası kast vardır gibi kesin yargılar içeren ifadelere yer verilmesi durumunda; ceza hukukunun belkide en tartışmaya açık, en belirsiz alanına, içtihat yoluyla belirli sınırlar çizilmesi anlamına gelirki; böyle bir sonucun Türk Ceza Kanununun 2. maddesinde yer verilmekle kalmayıp, Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik ilkesine aykırı olacağı gibi zaman zaman ceza hukukunun olmazsa olmazı olan hakkaniyet ilkesine de aykırı sonuçlar doğuracağı açıktır.
Gerek olası kastta gerekse bilinçli taksirde neticenin öngörülmesine karşın, bilinçli taksirde neticenin asla istenmediği, olası kastta ise neticenin umursanmadığı bir başka deyişle kabullenildiği, konusunda uygulamada ve öğretide herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Ancak kast kişinin iç dünyasına ilişkin olduğuna göre, tecrübe kurallarından, eylemin manevi unsuruna yönelik çıkarımlar yapılmalıdır. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere; teoride benimsenen görüşler, kanuni düzenlemeler ile Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından belirlenen kriterler ve benzer olaylardaki içtihatlar ışığında; olası kast ile bilinçli taksiri ayıracak kriterleri şu şekilde özetlemek mümkündür.
1-) Fail eyleminin iyi şekilde sonuçlanacağına dair hiç bir somut veri olmamasına ve tehlikeliliğine rağmen, eylemi gerçekleştiriyorsa veya öngördüğü tehlikenin gerçekleşmesini veya gerçekleşmemesini tesadüfe bırakıyorsa kabullenme vardır.
2-) Ölümcül bir neticenin ortaya çıkmayacağına yönelik güvenme hali, hareket sonucu öngörülen süreçte, ölüm neticesinin ortaya çıkmasının akla yatkın olması, bunun gerçekleşmemesinin mucizelere kalması halinde; bir başka deyişle ölüm neticesine yönelik ihtimalin derecesi arttıkça, suç failinin ortaya çıkan ölümü kabullenmediğine dair iddiası zayıflayacaktır.
3-) Failin, neticenin meydana gelebileceğini düşündüğü ve öngördüğü, bu neticenin gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığı karşısında hareketinden vazgeçmemekte ise olası kastının var olduğu kabul edilmelidir. Buna karşılık neticenin meydana gelme ihtimaline karşılık fail hareketini yapmayacaktı diyebileceğimiz hallerde ise fail kasıtla değil bilinçli taksirle hareket etmiştir diyebiliriz.
Yargılamaya konu edilen eylemde; araçlar için kırmızı ışık yandığı bir sırada; sevk ve idaresindeki araçla şehir içerisinde hız limitinin oldukça üzerinde bir hızla seyretmekte olan suça sürüklenen çocuğun, kendisine göre o an için boş olan yolun sağ tarafından hızla geçmek isterken, dayısıyla birlikte karşıdan karşıya geçmeye çalışırken orta refüjden sonra ani bir hareketle koşarak bir an önce karşı tarafa geçmek isteyen yaşı küçük mağdura çarpması sonucunda mağdurun ağır bir şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği olay yerindeki kamera kayıtlarından açıkça anlaşılmıştır.
Öğretide ve içtihatlarda benimsenen görüşler ışığında; somut olayımıza baktığımızda; mevcut verilere ve özellikle kamera kayıtlarına göre suça sürüklenen çocuğun neticenin meydana gelmesini kesin olarak umursamadığı söylenemez. Ancak olası kasttaki “umursama ma ya da göze alma” tabiri ile bilinçli taksirdeki “neticeyi istememe” tabiri arasındaki farktan yolu çıkılarak somut olayları çözmek her zaman mümkün olmayabilir. Örneğin hasmını öldürmek için bir uçağa bomba yerleştiren bir kişide hasmı ile birlikte aynı uçakta bulunan insanların ölmesini ya da yaralanmasını istemeyebilir. Hatta uçakta zarar görecek kişiler arasında çok üzüleceği kişiler dahi olabilir. Ancak böyle bir durumda dahi neticenin gerçekleşmemesinin mucizelere bağlı olması halinde sanığın kasten adam öldürmeden, neticenin gerçekleşmesinin kuvvetle muhtemel olması halinde olası kasttan, neticenin gerçekleşme ihtimalinin gerçekleşmeme ihtimalinden az olması, bir başka deyişle objektif olarak önlenme ihtimali bulunan neticenin önlenebileceğine güven duyulması halinde diğer kriterlerle birlikte yapılacak değerlendirmeye göre bilinçli taksirden söz edilmesi gerekebilir.
Olası kast ile bilinçli taksir kavramları ceza kanununun en tartışmalı kavramları olup, aralarındaki sınırı belirlemek son derece zordur. Olası kasta götüren 'umursamama ya da göze alma' ile bilinçli taksire götüren 'istememe' kavramları arasında çok ince bir sınır bulunmasına rağmen cezalar arasında fahiş denebilecek farkların bulunması zaten işi oldukça zor olan uygulayıcıları çok daha zor durumda bırakmaktadır. Somut olayımızda bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması durumunda sadece adli para cezasına hükmedilme ihtimalinin bulunmasına karşın, olası kast hükümlerinin uygulanması halinde verilebilecek en az ceza, TCK’nın 62 maddesinin uyglanmaması halinde 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasıdır. Beş kişinin ölümü ile sonuçlanan olayda olası kast hükümlerinin uygulanması durumunda verilebilecek cezaların toplamı 5 ayrı müebbet hapis ya da 100 yıl hapis cezası olabilecekken, bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması durumunda; en fazla 22 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilebilecektir. Adalet duygusunu rencide eden bir başka hususta, taksirli suçların, çoğu zaman kasıtlı suçlar kadar belkide onlardan çok daha vahim sonuçlar doğurabilmesidir. Örneğin deprem yönetmeliğine aykırı bina inşa ederek, ya da yer altında çalışan maden işçileri için yeterli güvenlik önlemleri almayarak yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açacak kazaların ülkemizde sıkça yaşandığı bilinmektedir. Son derece üzücü olan bu olaylara sebebiyet veren kişi ya da kişiler son derece iyiniyetli olabileceği gibi yaptığı hatanın sonucundan dolayı ömür boyu vicdan azabıda duyabilirler. Ama üzücü sonuçlardan sonra yaşanan pişmanlıkların ölenlerin yakınları ile yaralananların ızdırabını dindirmeyebileceği gibi bir de yargılama sonucunda en üst hadden verilen cezalar dahi yaşanan mağduriyetler karşısında yetersiz kalabilir. Kanun koyucunun işi de çok kolay değildir. Zira kasıtlı suçu işlemek tamamen insan iradesinin bir ürünü olmasına rağmen, taksirli suçu işlemek çoğu zaman insan iradesinin ürünü olmayabilir. Elbetteki taksirin cezalandırılması için kusurlu davranışa ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak son derece iyiniyetli hareket edilmesine karşın en küçük bir ihmal ya da anlık yanlış bir tercih çok vahim sonuçların meydana gelmesine sebebiyet verebilir. Örneğin soğukta yolda kalan ya da ani hastalık nedeniyle hasta olan bir kişiyi hastahaneye yetiştirmek amacıyla aracına alan kişi son derece insani düşüncelerle hareket etmesine karşın, kusurlu davranışı sonucunda yardım etmek amacıyla aracına aldığı kişilerin hayatlarını kaybetmelerine veya ağır şekilde yaralanmalarına sebebiyet verebilir. Elbetteki yasa koyucu bütün bu ihtimalleri objektif olarak ele almak suretiyle, eyleme uygun cezayı belirlemek durumundadır. Ancak orta bir yolun bulunması da, çok kolay olmayacaktır. Aslında yapılması gereken, hakimlik sanatının somut olayda mükümmel bir şekilde kullanılmasının yanında ayrıca bilinçli taksir ile olası kast hükümleri açısından tayin edilebilecek cezalar arasındaki makas aralığının daraltılması ya da bu şekildeki ağır ihlallerin bizzat yasakoyucu tarafından olası kast olarak yasa maddesine eklenmesidir. Ceza muhakemesi hukukunun nihai hedefi olan adalete ulaşmak amacıyla hareket edilse dahi uygulayıcıların, ceza hukukunun olmazsa olmazı olan kanunilik ilkesinden ayrılarak kendi adalet anlayışına göre hareket etmesine, hukuk devleti ilkesinden asla taviz vermeyen hukuk sistemizin izin vermesi beklenemez. Zira böyle bir durumda herkesin adalet anlayışı doğal olarak farklı olacağından, hukuki güvenlik ilkesinin sağlanması mümkün olmayacaktır. Bu tür sakıncaların önlenebilmesi için hukuk normlarının yorumlanması sırasında pozitif temeli bulunmayan ancak eşyanın tabiatından kaynaklanan yorum ilkelerine uyulması gerekmektedir. Prof. Dr. Kemal GÖZLER’in deyimiyle; hukuk, ancak Öklid’in teoremleri misali, doğruluğu apaçık olan ilkelerin geliştirildiği ve bu ilkelerin bütün hukukçular tarafından benimsenip standart olarak uygulandığı gün 'bilim' olma sıfatını hak edecektir. İşte ancak o gün, hukuk problemleri bütün hukukçular tarafından aynı şekilde çözümlenecektir. Böyle bir sistemde mahkeme kararları da önceden doğru olarak tahmin edilebilecektir. İşte ancak böyle bir sistemde, hukuk güvenliği ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesi gerçekleşmiş olacaktır.
Somut olayımızda; suça sürüklenen çocuk son derecede ağır kusurludur. Bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması durumunda, hükmedilebilecek ceza adalet duygusunu tatmin etmemiş olabilir. Ancak bu yasa koyucunun tercihidir. Yasayı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bir olayda adaleti sağlamak için, ceza normlarının aleyhe yorumlanması suretiyle eylemin niteliğinin değiştirilmesi halinde yasanın kendi içerisindeki sistematiği bozulacağından, bu seferde benzer ihlaller ya da daha ağır ihlaller için farklı mahkemelerin doğal olarak farklı adalet anlayışına göre hükmedilebilecek cezalar yönünden orantılılık ve eşitlik ilkesinin bozulması gündeme gelebilir. Örneğin somut olayımızda suça sürüklenen çocuk yumrukla kasten herhangi bir kişiyi aynı şekilde yaralamış olsaydı, TCK’nın 86/1, 87/1, 31/3 maddeleri ile en az 2 yıl hapis cezasına hükmedilecek ve sonuç itibariyle somut olayımızda olası kastla yaralamaya sebebiyet vermek suçundan verilebilecek asgari düzeydeki 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasının altında kalarak adalet duygusunu zedeleyecekti. Zira kusur ilkesini benimseyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa göre, kasten işlenen suçlardaki kusur durumunun, olası kastla işlenen suçlardaki kusur durumundan çok daha ağır olacağı bizzat yasa koyucu tarafından çok net bir şekilde düzenlenmiştir. (TCK’nın 21/2 maddesi). Ceza siyasetini belirleme yetkisi ve görevi bulunan yasakoyucu tarafından konulan hukuki normlar yorumlanırken, olabildiğince adalet ve hakkaniyet amaçlanarak her uygulayıcının aynı olay karşısında aynı yoruma ulaşması sağlanacak şekilde bir sonuca ulaşılmalıdır. Suça sürüklenen çocuk, kamera kayıtlarından izlendiği üzere, yolun ortasından itibaren aniden koşmaya başlayan mağduru görmediği için yolun boş olan yerinden geçebilirim düşüncesiyle kırmızı ışığa rağmen hızını azaltmamış olabilir. Mevcut hızla fren yapması halinde çok daha üzüntü verici sonuçların ortaya çıkması da ihtimal dahlindedir. Bu durumda suça sürüklenen çocuğun frene basmaması, hiçbir tedbire başvurmadığının ve buna bağlı olarak neticeyi göze aldığının göstergesi olamaz. Zira duramayacağı bir mesafede frene basması ya da yavaşlaması halinde, çok daha üzücü sonuçların ortaya çıkması ihtimali de mevcuttur. Suça sürüklenen çocuğun yaşı küçük mağduru aniden koşarken gördüğü bir sırada duramayacağını düşünerek yolun boş olan sağ tarafından hızlı bir şekilde geçme düşüncesi kendi hayat tecrübesine göre alınmış bir tedbir olarak ta yorumlanabilir. Ancak bu duruma gelinceye kadar sürücü belgesinin olmaması, yaşının küçük olması, kavşağa girerken kırmızı ışık yanmasına karşın durmaması ve şehir içerisinde hız sınırının çok üzerinde seyretmesi çok ağır kusurlardır. Bu kadar ağır kusurlara rağmen bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması sonucunda ortaya çıkacak ceza kamu oyu vicdanını tatmin etmese de, yasanın sistematiği ve benzer olaylardaki içtihatlar ile çelişecek şekilde sırf adaletin tesisi gibi son derece ulvi bir düşünceden kaynaklansa dahi olası kast hükümlerinin uygulanması da kanaatimizce kanunilik ve eşitlik ilkelerine aykırı olacaktır. Örneğin somut olayımızda suça sürüklenen çocuğun eyleminin, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2016/250 K sayılı ilamına konu olayda; bölünmüş yola ters yönden giren, aşırı derecede alkollü olan, aracın farlarını dahi söndüren ve yolun orta bölümünde karşı yönden gelmekte olan araca çarpan sanığın eyleminden daha ağır kusurlu olmadığı da bilinen bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zira bölünmüş yola ters yönden girerek aşırı derecede alkollü vaziyette aracın farlarının da kapatarak yolun orta bölümüne yakın bir yerde seyreden sanığın kazaya sebebiyet verme ihtimalinin, somut olayımızdaki kazanın meydana gelme ihtimalinden çok daha fazla olabileceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. 2016/250 K sayılı ilamda; üç ağır ihlalde bulunan sanığın eylemi bilinçli taksir olarak değerlendirilirken, somut olayımızda suça sürüklenen çocuğun eyleminin olası kast olarak değerlendirilmesi kanatimizce hukuki güvenlik ilkesinin zedelenmesine yol açacaktır.
Sonuç itibariyle ; somut olayımızda suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 89/1, 22/3, 31/3 maddeleri ile uyglama yapılması gerekirken, eylemin olası kastla işlendiğinden bahisle yerel mahkemece verilen direnme kararının bozulması gerekirken direnme kararının yerinde olduğundan bahisle uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmesine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna sayın çoğunluğunun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
2- Yerel Mahkemenin, Özel Dairenin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin direnme kararının yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediği,
Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda, Özel Dairenin “Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporu ile İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaa arasındaki çelişki giderilmeden eksik inceleme ile, hüküm kurulmasına," ilişkin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin herhangi bir direnme nedeni gösterilmeden ve bu bozma nedenine niçin uyulmadığı açıklanmadan direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Anayasamızın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağında kuşku yoktur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkeme tarafından CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlığa ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda, Özel Dairenin “Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporu ile İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 19.08.2014 tarihli bilimsel mütalaa arasındaki çelişki giderilmeden eksik inceleme ile, hüküm kurulmasına," ilişkin (2) sayılı bozma nedenine ilişkin herhangi bir direnme nedeni gösterilmeden ve bu bozma nedenine niçin uyulmadığı açıklanmadan direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, direnme kararına konu hükmün Özel Dairenin eksik araştırmayla hüküm kurulmasına dair (2) sayılı bozma nedenine ilişkin yasal ve yeterli direnme gerekçesi gösterilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 02.05.2014 tarihli ve 1951 sayılı raporunun çelişki içerip içermediğinin, bu bağlamda eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin üçüncü uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 21-142 sayılı mahkûmiyet hükmünde gösterilen; sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğuna ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Bakırköy 3. Çocuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 21-142 sayılı mahkûmiyet hükmünün Özel Dairenin eksik araştırmayla hüküm kurulmasına dair (2) sayılı bozma nedenine ilişkin yasal ve yeterli direnme gerekçesi içermemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.05.2020 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık konusu yönünden oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık konusu yönünden ise oy birliğiyle karar verildi.
--**--
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2017/108 E.
2017/311 K.
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sanık ... hakkında olası kastla öldürme suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eylemin bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3, 62, 50/1-a, 52 ve 52/4. maddeleri uyarınca 8.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin, Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.05.2006 gün ve 40-195 sayılı hükmün, katılan ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.12.2007 gün ve 559-9867 sayı ile;
"1- Oluşa ve dosya içeriğine göre; olay günü saat 06.30 sıraları sanığın kullandığı LPG tankeri ile seyrederken, kendisine kırmızı ışık yandığı halde durmayarak kavşağa girdiği ve kendilerine yeşil ışık yandığı için kavşağa giren mağdurların da içinde bulunduğu otomobile çarpması sonucu kazaya ve mağdurların yaralanmasına sebep olduğu olayda;
Sanığın kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bunları kabullendiği, meydana gelen neticeden sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,
2- Gerekçeli kararda yargılama gideri miktarı gösterildiği halde, hükmün esasını oluşturan kısa kararda yargılama gideri miktarı ve dökümünün gösterilmemesi suretiyle kısa kararla gerekçeli karar arasında karışıklığa neden olunması" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 24.03.2008 gün ve 61-78 sayı ile ikinci bozma nedenine uymuş, birinci bozma nedenine ise direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Direnme hükmünün sanık müdafii ve katılan ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 02.03.2010 gün ve 22-42 sayı ile;
"...Somut olayda, sanık ...’in aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri saptanmadan hüküm verilmesi yasaya aykırıdır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sair yönleri incelenmeksizin, belirtilen usule aykırılık nedeniyle bozulmasına" şeklinde karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Ceza Genel Kurulunun usulü eksikliğe ilişkin bozma kararına uymuş, sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğini kabul ederek önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Hükmün katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26.06.2012 gün ve 816-254 sayı ile;
"...Ceza Genel Kurulunun bozma kararı ile direnme hükmü tümüyle ortadan kalkmış olup yerel mahkeme artık yeni ve değişik bir karar vermekte serbesttir. Bozmaya uyularak verilen kararlar da yeni bir karar olup, hukuken direnme niteliğinde olmadığından, öncelikle Özel Dairece incelenmesi gerekmektedir. Özel Dairece incelenmeyen bir hükmün, doğrudan doğruya ve ilk kez Ceza Genel Kurulunca incelenmesi olanaklı değildir.
Özel Daire görüşünün belli olduğundan, tekrar Dairece inceleme yapılmasının davayı gereksiz yere uzatacağı gibi bir görüş de ileri sürülemez. Davaların uzamasını önlemek amacıyla da olsa, emredici usul kurallarının uygulanmasından vazgeçilemeyeceği gibi, Özel Daire görüşünde değişiklik olabilmesi de her zaman olanaklıdır.
Öte yandan Ceza Genel Kurulunun bozma kararına uyulduktan sonra verilen kararın yeniden ve doğrudan Ceza Genel Kurulunca incelenmesi, Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı direnilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesine aykırıdır. Doğrudan doğruya Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılması, yerel mahkeme kararına direnme niteliği kazandıracak ve Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı yerel mahkemelerin direnme yetkisi olmadığına dair temel ilke zedelenecektir. Bu nedenlerle hukuken yeni olan bu kararın Özel Dairece incelenmesi gerekmektedir." şeklindeki gerekçeyle; dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Dosyanın gönderildiği Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.01.2013 gün ve 4798-94 sayı ile;
"...Sanığın kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma sonucunun gerçekleşebileceğini öngörmesine karşın bunları kabullendiği, bu nedenle meydana gelen sonuçtan sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, suçların niteliğinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 29.05.2013 gün ve 68-273 sayı ile;
"...Sanığın eylemi değerlendirildiğinde, meydana gelen trafik kazasında sanığın başlangıçta hiçbir şekilde yaralama kastı bulunmamaktadır. Buna yönelik icrai hareketi de yoktur, tamamen dikkatsizlik ve trafik kuralının ihlali sonucu kaza meydana gelmiştir. Sanık kırmızı ışıkta durması gerekirken durmamış, tam kusurlu yani taksirli davranmıştır. Bu kusuru nedeniyle sanığın kazada olası kastla hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Zira sanığın kırmızı ışıkta geçerken bir araca veya birine çarpabileceği, ama çarptığı takdirde de umursamadığını söyleyemeyiz. Sanık yolun boş olduğunu düşünmüş ve kavşağa giren araçları görmemiş ve yola devam etmesi neticesinde kazaya sebebiyet vermiştir. Hiçbir sürücü kendisinin de yaralanabileceği ya da ölebileceği en azından maddi zarara uğrayacağı trafik kazasını yapmak istemez, neticeyi de öngöremez. Olayımızda sanık, okul servis minibüsüne çarpmış olsa ve minibüste birkaç kişi ölmüş bunlardan birinin de tesadüfen kendi çocuğu olduğu ortaya çıksa idi sanığı kendi çocuğunu kasten öldürmekten cezalandırmak mümkün olmayacaktı; bu nedenle trafik kazasında kast unsurundan bahsetmek ceza hukukunda evrensel olarak kabul edilen kast ve taksir temel kavramlarının birbirinden karıştırılmasına neden olacaktır.
Yukarıda açıklanan tüm açıklamalar nedeniyle sanığın sebebiyet verdiği trafik kazasında olası kast hükümlerinin uygulanma koşullarının gerçekleşmediği ve sanığın atılı suçu bilinçli taksirle işlediği kabul edilerek daha önce verilen kararda direnilmesine karar verilmiş ve sanığın aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına dair hüküm tesisi cihetine gidilmiştir." şeklindeki gerekçe ile direnerek, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3, 62, 50/1-a, 52 ve 52/4. maddeleri uyarınca 8.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye hükmedilmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.04.2014 gün ve 259279 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 219-1765 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 14.02.2017 gün ve 226-393 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın yaralama suçunu olası kastla mı, yoksa bilinçli taksirle mi işlediği,
2- Sanık hakkında; TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, aynı Kanunun 50/4. maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilip çevrilemeyeceği,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamına göre;
Trafik kazası tespit tutanağında; kazanın 27.07.2005 günü saat 06.50 sıralarında Konya ili, Karatay ilçesinde, Karaman çevre yolu ile Büyükkumköprü Caddesinin kesiştiği dört yönlü, ışık kontrollü kavşakta, gündüz vakti meydana geldiği, havanın açık, yol zemininin asfalt kaplama ve kuru olduğu, sanığın sevk ve idaresindeki 01 GR 380 plaka sayılı LPG tankeri ile Karaman çevre yolu üzerinde seyir halinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen seyrine devam ederek, Büyükkumköprü Caddesinden gelip yeşil ışıkta kavşağa giriş yapan katılanların içerisinde bulunduğu 42 ER 635 plaka sayılı otomobilin sağ yan kısmına çarpması sonucu yaralamalı trafik kazasının meydana geldiği, sanığın sevk ettiği LPG tankerinin seyrettiği şerit üzerinde, çarpma noktasından önce ve sonra olmak üzere toplam 19 metre fren izi tespit edildiği, katılanların bulunduğu aracı kullanan Ramazan Yılmaz ile sanığın alkolsüz oldukları, sanığın kırmızı ışıkta geçmesi nedeniyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 84. maddesi uyarınca tam kusurlu olduğu, katılanların bulunduğu otomobilin sürücüsü Ramazan Yılmaz'ın ise kusurunun bulunmadığı bilgilerine yer verildiği,
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 15.02.2006 tarihli raporda; trafik kazası tespit tutanağındaki tespitler tekrarlandıktan sonra, sanığın yönetimindeki tankerle kırmızı ışık ihlali yaparak olay mahalli kavşağa giriş yapması sonucu sebep olduğu kazada; Karayolları Trafik Kanununun 84/a maddesi gereğince dikkatsizliği, tedbirsizliği ve kurallara aykırı hareketiyle tamamen ve asli kusurlu olduğunun, diğer araç sürücüsünün ise hatalı tutum ve davranışı bulunmadığından kusursuz olduğunun ifade edildiği,
Düzenlenen adli raporlarda; katılan ...'in sol el ve bilek içinde, baş ön kısımda oluşan sıyrıklarla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı; katılan ...'in ise, sağ köprücük kemiğinde yaşamsal fonksiyonlara orta derecede etkili kırık oluşacak şekilde ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte yaralandığı, her iki katılanın yaşamsal tehlike geçirmedikleri tespitlerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... aşamalarda; olay sabahı babasının kullandığı otomobille şehir merkezine gitmek için yola çıktıklarını, kazanın olduğu kavşağa geldiklerinde kendilerine yeşil ışık yandığından karşı yola geçtiklerini, bu sırada kırmızı ışıkta duran araçların arasından çıkan sanığın sevk ettiği LPG tankerinin, bulundukları araca çarptığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
Katılan ... mahkemede; olayın kardeşinin anlattığı şekilde meydana geldiğini, sanığın geldiği yöndeki şeritte, kırmızı ışık nedeniyle bekleyen başka araçlar bulunduğunu, sanığın her nedense bu araçlar gibi kırmızı ışıkta durmadığını, duran araçları geçerek kavşağa girdiğini,
Katılanların babası Ramazan Yılmaz; katılanların içinde bulunduğu aracı kendisinin kullandığını, kazanın olduğu kavşağa geldiğinde kendisine yeşil ışık yandığını, yoldan aracıyla karşıya geçeceği sırada, sanığın sevk ettiği araçla kendisinin kullandığı araca çarptığını,
Tanık Şaban Kılıç, olay günü kollukta; Kayseri'den Antalya'ya gittiğini, kazanın olduğu kavşağa geldiğinde kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yandığı için durduğunu, katılanların bulunduğu yöndeki araçlara yeşil ışığın yandığını, kendi istikametinden gelen sanığın sevk ve idaresindeki kamyonun ise kırmızı ışıkta durmayarak kazaya sebebiyet verdiğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... kollukta; kazanın meydana geldiği kavşağa geldiğinde kırmızı ışığın yanmakta olduğunu, kavşağa yaklaştığında ışığın kırmızıdan yeşile döndüğünü, gidiş yönüne göre yolun sağ tarafındaki araçların durmuş olduklarını, etrafı kontrol ederek araç olmadığını görünce kavşağa girdiğini, sol taraftan katılanların bulunduğu aracın aniden önüne çıkması üzerine bu araca çarptığını, kazada kusurunun bulunmadığını, zira kavşağa girdiğinde kendisine yeşil ışık yandığını,
Mahkemede; kavşağa geldiğinde kırmızı ışığın yandığını görünce durduğunu, sarı ışık yanınca ardından da yeşil ışığın yanacağını düşünerek önünde bulunan aracın hareket etmesi üzerine boş olan kavşağa girdiğini, katılanların içerisinde bulunduğu aracın aniden önüne çıktığını, istemeden bu araca çarptığını, suçsuz olduğunu,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
1- Sanığın yaralama suçunu olası kastla mı, yoksa bilinçli taksirle mi işlediği:
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için; kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir kavramları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 21. maddesi;
"1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır" şeklinde düzenlenerek, birinci fıkranın ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, ikinci fıkrasında; öğreti ve uygulamada "dolaylı kast, belirli olmayan kast, gayrimuayyen kast, olursa olsun kastı" olarak da adlandırılan "olası kast" tanımına yer verilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi halinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle işlenir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. TCK'nun 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere, taksirli suçlarda bulunması zorunlu olan hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanununda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanununda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tâbi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanununun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "öngördüğü neticeyi istememesine karşın neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle sonucun meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Olası kast ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüleri ise yargısal kararlar ve öğretideki görüşlerden yararlanmak suretiyle şu şekilde belirlemek mümkündür: Gerek olası kast, gerekse bilinçli taksirde netice fail tarafından öngörülmektedir. Bilinçli taksirde, öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceği ümit edilmekte, olası kastta ise bu netice fail tarafından göze alınmakta ve kabullenilmektedir. Olası kastta fail öngördüğü neticenin meydana gelmesini kabullenerek, sonucun meydana gelmemesi için herhangi bir önlem almazken, bilinçli taksirde fail neticeyi öngörmesine rağmen, şansa veya başka etkenlere, hatta kendi bilgi veya becerisine güvenerek öngörülen sonucun gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arzeden kararlarında bu hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, sevk ve idaresindeki LPG tankeri ile çevre yolunda seyir halinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşağın henüz boş olmasından faydalanarak karşıya geçmeye çalıştığı, ancak kendi yönlerindeki araçlara yeşil ışık yanması nedeniyle, aynı kavşağa giren katılanların bulunduğu aracı görmesi üzerine frene bastığı, kaza tespit tutanağında belirtildiği şekilde çarpma noktasından önce başlayan toplam 19 metre uzunluğundaki fren izine rağmen katılanların içerisinde bulunduğu aracın sağ kısmına çarparak her iki katılanın yaralanmasına neden olduğu, bu şekilde sanığın en temel trafik kurallarından olan kırmızı ışıkta durma kuralını ihlal etmesi sonucu yaralamaların meydana geldiği sabittir.
Sanık kavşağa yaklaşmadan önce kırmızı ışık yanmış, sanığın istikametindeki araçlar durmuş, sanık kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşaktan geçebileceğini düşünmüş ancak katılanların bulunduğu aracın kavşağa girdiğini görmesi ile frene basmasına rağmen katılanların yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasına neden olmuştur. Sanığın son anda frene basmış olması, bilinçli taksirin özünü oluşturan ve bilinçli taksiri, olası kasttan ayıran en önemli ilke olan, öngörülen ve gerçekleşen neticenin istenmemesi ve engelleme çabasını göstermektedir. Sanık neticeyi öngörmüş, ancak öngördüğü bu neticeyi istememiş, hatta neticenin meydana gelmemesi için çaba sarf etmiştir
Somut olayda, ışıklı işaret cihazlarıyla donatılan kavşağa gelirken kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yandığını görmesine karşın boş olan kavşaktan geçmeye çalışan sanığın, neticeyi öngörmesinin gerekmesi nedeniyle, tam kusurlu olduğu ve bilinçli taksirle hareket ettiğinde kuşku bulunmamaktadır. Bu itibarla, sanığın eylemi "bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma" suçunu oluşturacağından, bu uyuşmazlık yönünden direnme gerekçesi isabetlidir.
2- Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, aynı Kanunun 50/4. maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilip çevrilemeyeceği:
5237 sayılı TCK'nun 49. maddesinin 2. fıkrasında “bir yıl veya daha az süreli hapis cezası” olarak tanımlanan kısa süreli hapis cezaları için, aynı Kanunun 50. maddesinde seçenek yaptırımlar öngörülmüştür. Maddenin 1. fıkrasında;
"Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir" hükmü ile kısa süreli hapis cezalarının, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre çevrilebileceği seçenek yaptırımlar düzenlenmiştir.
Aynı maddenin 4. fıkrasında ise;
"Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz" şeklindeki düzenlemeyle, bilinçli taksirle işlenen suçlarda hükmedilen uzun süreli hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu bilgiler ışığında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçundan 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, kısa süreli hapis cezası olmaması ve suçun bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün bulunmaması karşısında, yerel mahkeme direnme hükmünün, sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.05.2013 gün ve 68-273 sayılı direnme hükmünün,
a) Sanığın eyleminin bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğuna ilişkin suç nitelendirmesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
b) Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçundan 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının; kısa süreli hapis cezası olmadığı ve sabit görülen suç bilinçli taksirle işlenmiş olduğundan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün bulunmadığı gözetilmeden, adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinden ise BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 06.06.2017 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden oybirliğiyle karar verildi.