TUTUKLAMANIN HUKUKİ OLMADIĞI VE TUTUKLULUĞUN MAKUL SÜREYİ AŞTIĞI İDDİALARINA İLİŞKİN OLARAK BAŞVURUCUNUN KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKININ İHLAL EDİLMEDİĞİ
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/12/2020 tarihinde, Mehmet Osman Kavala (2) (B. No: 2020/13893) başvurusunda, Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Olaylar
Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Gezi Parkı olaylarına ilişkin hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından Sulh Ceza Hâkimliğince 1/11/2017 tarihinde tutuklanmıştır.
Süreç içinde Gezi Parkı olayları yönünden soruşturma tefrik edilmiş; darbe teşebbüsü bakımından ise soruşturmaya 11/10/2019 tarihine kadar başvurucu yönünden tutuklu olarak devam edilmiştir. Anılan tarihte Başsavcılık tarafından resen başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu Gezi Parkı olayları bağlamında işlediği ileri sürülen suçlardan yargılandığı davada beraatine ve tahliyesine karar verilmesine müteakip 18/2/2020 tarihinde darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve ertesi gün Sulh Ceza Hâkimliğince anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan yeniden tutuklanmıştır.
Başvurucu 9/3/2020 tarihinde ise anılan soruşturma kapsamında bu kez devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararına yönelik itirazı reddedilen başvurucu 4/5/2020 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunmuştur.
İddialar
Başvurucu; tutuklamanın hukuki olmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddialarıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
1. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası Yönünden
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. Bununla birlikte tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir.
Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemenin sınırı, soruşturma mercilerince ortaya konulan ve tutuklamaya esas alınan olguların başvurucu yönünden kuvvetli suç belirtisi niteliğini taşıyıp taşımadığının belirlenmesidir. Bu belirleme yapılırken somut olayın kendi özelliklerinin yanı sıra tutuklamaya konu olan suçun niteliğinin de dikkate alınması gerekmektedir.
Bu bağlamda doğası gereği gizlilik içinde işlenen casusluk türü suçların ortaya çıkarılmasında, bunlara dair delil ve olguların belirlenmesinde soruşturma mercilerinin diğer suçlara göre oldukça zor bir konumda oldukları hatırda tutulmalıdır. Dahası bu tür suçların konusunu oluşturan eylemlerin çoğu kez diğer ülkelerin istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde icra edilmesi ve suçların faillerinin eylemlerini gizleme konusunda diğer şüphelilere göre daha fazla kabiliyet sahibi olması gibi olgular, bunlarla ilgili en azından soruşturmanın başlangıcında veya tutuklama gibi koruma tedbirlerinin uygulandığı aşamada aranan delil türü ve düzeyiyle ilgili kısmen farklı ölçütler benimsenmesini zorunlu kılabilir.
Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde başvurucu yönünden soruşturma mercilerince dayanılan ve Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklamaya esas alınan -Türkiye aleyhine casusluk yaptığı, ayrıca 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ve teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu ileri sürülen- H.J.B. ile bağlantısına dair "teşebbüsten hemen sonra bir lokantada görüşme, birçok farklı tarihte aynı mahalde bulunmaya işaret eden telefon sinyal bilgilerinin kesişmesi, bazı konferanslarda yüz yüze görüşme, aynı gün içinde birkaç kez telefonla konuşma" gibi olguların ve bunların yanı sıra casusluk suçuyla bağlantılı olarak -PKK terör örgütünün ideolojisiyle ve iddialarıyla özdeşleştirilebilecek- bazı projelere destek verdiği veya finansman sağladığı iddiasıyla ilgili olarak "başvurucudan ele geçirilen bir flash bellekteki ve cep telefonundaki tespitlerin" -isnat konusu suçun niteliği ve özellikleri de dikkate alındığında- bütünüyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.
Diğer taraftan başvurucuya isnat edilen ve tutuklamaya konu olan devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu ile "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri"nin güvenliğinin korunması hedeflenmiştir. Buna göre suçun koruduğu hukuki değer ile millî güvenlik arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla bu nitelikteki bir suç bakımından tutuklama dışındaki diğer koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu itibarla somut olayın koşullarında tutuklamaya konu suçun niteliği ve önemi ile suç için kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığı gözönünde bulundurulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, açıklanan nedenlerle tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
2. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası Yönünden
Bireysel başvuruya konu soruşturma/kovuşturma dosyası bakımından başvurucunun 18/10/2017-11/10/2019 tarihleri arasında ve yine 18/2/2020 tarihinden itibaren suç isnadına bağlı olarak özgürlüğünden yoksun kaldığı anlaşılmıştır. Buna göre bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak tutulduğu toplam süre yaklaşık 2 yıl 10 aydır.
Başvurucunun isnat edilen suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğu, ilk tutuklama kararı da dâhil olmak üzere tutukluluğa ilişkin tüm kararlarda vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen 9/3/2020 tarihli tutuklama kararı yönünden kuvvetli suç şüphesinin olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edilmiştir.
Öte yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde kaçma şüphesi, delillerin karartılması ihtimalinin bulunması, suçun ağırlığı, isnat edilen suça göre tutuklama tedbirinin ölçülü/orantılı olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalması gibi olgulara dayanılmıştır.
Başvurucu hakkında bireysel başvuruya konu soruşturma/kovuşturma dosyası bakımından 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve ayrıca devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklama tedbirinin uygulanması yoluna gidilmiştir. Anılan suçlar doğrudan millî güvenliği hedef alan niteliktedir ve hukuk sistemindeki en ağır suçlar arasında yer almaktadır. Diğer taraftan 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve bunla bağlantılı olarak casusluk suçlaması, soruşturma veya kovuşturma süreçlerinin tutuklu olarak sürdürülmesi ihtiyacını büyütmüştür.
Diğer taraftan başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve ayrıca devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından yürütülen soruşturmanın diğer suçlara ilişkin soruşturmalara göre zorluğu ve karmaşıklığı ortadadır. Bu bakımdan delillerin toplanmasındaki güçlük de dikkate alındığında soruşturma süreci bakımından bir özensizlik bulunmamaktadır. Ayrıca kovuşturma aşaması için farklı bir değerlendirme yapılmasını gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
Bu bağlamda başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması, isnat konusu suçlara yönelik soruşturma/kovuşturma sürecinin yürütülmesinde bir özensizliğin tespit edilmemiş olması dikkate alındığında yaklaşık 2 yıl 10 aylık tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
>> Anayasa Mahkemesinin 29/12/2020 Tarihli ve 2020/13893 Başvuru Numaralı Kararı