ÜSTÜN VE KORUNMAYA DEĞER ZİLYETLİĞİ BULUNMAYAN TARAFIN TALEBİ REDDOLUNUR
TC
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
2018/1033 E.
2020/5504 K.
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Zilliyetliğin Tesbiti ve Korunması İstemli
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada bozma sonrası yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı ... vekili, 50-60 yıldan bu yana davacının dava konusu taşınmazın zilyedi olduğunu, davalının burada bulunan evi yıktığını ve yeri işgal ettiğini açıklayarak uyuşmazlık konusu taşınmazdaki zilyetliğinin korunmasını ve davalının elatmasının önlenmesini talep etmiştir.
Davalı ..., davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece verilen ilk kararda, açılan davada hukuki yarar olmadığı, zira davacı tarafından açılan tescil davasına ilişkin karar kesinleştiğinde davacının zilyetlik davası ile elde etmek istediği menfaat olumlu veya olumsuz şekilde evleviyetle karşılanmış olacağı, dolayısıyla tescil davası açılmış bir yer ile ilgili olarak zilyedlik davası açmasında hukuki menfaati bulunmadığından davanın hukuki yarar yokluğundan reddine verilmiştir. Davacı vekili tarafından temyiz itirazı üzerine yapılan inceleme neticesinde Daire'nin 2014/23467 Esas ve 2016/8646 karar sayılı ilamıyla dava konusu yerde davacının zilyetliğin korunması talep edildiği ve mülkiyet hakkına ilişkin talepte bulunmadığına göre taraflar arasındaki uyuşmazlığın zilyetlik hükümleri çerçevesinde çözümlenip sonuçlandırılması gerektiği, bu tür davalarda taşınmaz üzerinde hangi tarafın üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunduğunun saptanması uyuşmazlığın buna göre çözümleneceği, tüm bu hukuki ve yasal bilgilerin ışığında, görülmekte olan davadaki üstün zilyetlik hakkının belirlenmesine ilişkin iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin toplanıp, tüm deliller birlikte değerlendirilerek gerçekleşecek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğine işaret edilerek hüküm bozulmuştur.
Mahkemece, bozmaya uyularak verilen kararda, gerek yaşları gerekse taşınmaz üzerinde bulunan evin inşa süreci hakkında yeterli bilgileri olması nedeniyle davacı tanıklarının beyanları hükme esas alındığı, mahalli bilirkişi beyanlarına evin inşa süreci ile ilgili bilgileri olmaması nedeniyle hükme esas alınmadığı, tescil harici bırakılan dava konusu taşınmazın davacı ... 'ın zilyetliğinde olduğu, yıkılan evin ise uzun yıllar önce davacı ve annesi tarafından inşa edildiği, davacının ev yıkılana kadar evi kullandığı, Antalya iline taşınması akabinde düzenli aralıklarla dava konusu taşınmaza geldiği ve kullanmaya devam ettiği, şu halde taşınmaz üzerindeki zilyetliğinde herhangi bir kopma yaşanmadığı, davalının beyanlarından evin kendisi tarafından belirli nedenlerden ötürü yıkıldığı, dolayısıyla davacının zilyetliğine yönelik tecavüz eyleminin oluştuğu görülmekle; davacının davasının kabulüne davalı ... tarafından zilyetliğe yönelik yapılan müdahalenin men'ine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; uyuşmazlık konusu taşınmazın tapulama çalışmalarında ... köyü meydanlığı olarak tescil harici bırakıldığı görülmüştür. Davacı, eldeki bu davada herhangi bir hakka değil, sadece zilyetlik iddiasına dayanmaktadır. O halde, bu davada öncelikle çözüme kavuşturulması gereken husus, davacının somut olayda, davalıya karşı üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunup bulunmadığıdır.
Çözümlenmesi gereken sorun bu olunca, zilyetlik kavramı, niteliği, hukuki fonksiyonları üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır. Zilyetlik eşya ile şahıs arasında eylemli (fiili) bir bağ, yani ilişki olup ve buna bağlı olarak da fiili hakimiyet altında bulundurmaktan doğan hukuki yetki ve vecibeleri de gösteren ve düzenleyen hukuki bir müessesedir. Kanunda sözü edilen fiili hakimiyetin meydana geliş şekli önemli değildir. Bu korumanın sosyal huzur ve sükûnun korunması ve sağlanması için kabul edilmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zilyetliğin hukuki fonksiyonlarından birisi de, fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak bozulmasını önlemektir. Hukuk düzeni böylece toplumun esenliğini korumak istemiştir. Kendilerini haklı görenler bile başkasının fiili hakimiyetine belli bir çerçeve içinde saygı göstermeye mecburdurlar. Bu kapsamda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu'nun 09.10.1946 tarihli ve 1946/6 Esas, 1946/12 sayılı Kararı'nda aynen "…MK. 896. (TMK.983) madde uyarınca bir taşınmazda zilyetliği tecavüze uğrayan kimsenin bu hakkının korunması için açacağı davada; şeye malik olduğunu veya zilyetlik hakkını beyana lüzum olmadan sadece zilyetlik sıfatını değiştirerek tecavüzü ispat etmesi yeter. Bu halde, Hakim, yalnız davacının gerçek ise zilyetlik halini tespit ederek tecavüzün önlenmesine karar verir. Bu karar zilyetlik konusunda kesin hüküm meydana getirmez. Zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla yetkili mercilerde başkaca dava açmak hakkına dokunmaz..." denilmektedir. Zilyetlik davalarının en belirgin özelliği yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi davada hakkın tartışma konusu olmaması ve davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bunun içinde bu tür davalarda mahkemenin zilyetliğin korunmasına ilişkin vereceği karar, sadece eski zilyetlik durumunun yeniden kurulmasını sağlamaya yöneliktir. Bu karar, diğer tarafın mülkiyet iddiasıyla dava açma hakkına dokunmaz ve üçüncü kişilerin o şey üzerinde hakları olmadığının kabulü şeklinde anlaşılamaz. Bahsi geçen zilyetlik davaları sonunda verilen mahkeme kararları tamamen geçici bir etkiye sahip olup, mülkiyet sorunu çözümlenmediğinden mülkiyet yönünden kesin hüküm teşkil etmezler (HGK'nin 12.05.1982 tarihli ve 1979/8-589 Esas, 1982/482 sayılı Kararı). Bu kapsamda, taraflar arasındaki uyuşmazlığın zilyetlik hükümleri çerçevesinde çözümlenip sonuçlandırılması gerekir. TMK'nin 973.maddesinde, zilyetlik, "...Birşey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir..." şeklinde tanımlanmıştır. TMK'nin 982 ve 983. maddelerinde de; zilyetlik herhangi bir hakka bağlı olmaksızın dava yoluyla korunmuştur. Bu tür davalarda, taşınmaz üzerinde hangi tarafın üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunduğunun saptanması, uyuşmazlığın ona göre çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan tüm bu bilgiler ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde;
Dosya kapsamındaki bilgi, belge, rapor, yapılan keşif, dinlenen gerek mahalli bilirkişi gerek taraf tanıkları beyanlarından davacı ve davalının akraba oldukları, yıkılan yerin taraflarca değil aile büyükleri tarafından inşa edildiği, içinde birkaç ailenin toplu olarak birlikte yaşadığı, daha sonra davacı ve ailesinin Antalya'ya taşındıkları, davalı ve ailesinin ise evi hep kullanmaya devam ettikleri, bir kısmı zaman içerisinde kendiliğinden çöken evin kalan kısmın ise tehlike oluşturmaması adına muhtarlık yardımı ile davalı tarafından yıktırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tanıkları, davacının zaman zaman nizalı yere geldiğini bildirmiş, ancak herhangi bir şekilde tasarrufta bulunduğuna dair açıklamada bulunmamışlardır. Yine dosya kapsamına göre, nizalı yerde hali hazırda davacı tarafından inşa edilen bir yapı da bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazda TMK'nin 973 ve devamı maddeleri uyarınca üstün ve korunmaya değer zilyetliği bulunmayan davacının açmış olduğu davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenlerle davalı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK'un 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 29.09.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.