UYUŞMAZLIĞIN ESASINA YÖNELİK TALEBİN MAHKEME TARAFINDAN KARŞILANMAMASI

UYUŞMAZLIĞIN ESASINA YÖNELİK TALEBİN MAHKEME TARAFINDAN KARŞILANMAMASI

Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Bununla birlikte karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir.

Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür. Ayrıca adil yargılanma hakkı davanın sonucuna yönelik bir güvence içermemektedir. Anılan hak yargılama sürecinin adil olarak yürütülmesini temin edecek birtakım usul güvenceleri sunmaktadır. 

Dolayısıyla ilgili yargı makamlarınca uyuşmazlık konusu edilen bir durum hakkında, başvuruculara atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmaksızın, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi adil yargılama hakkı kapsamında karar hakkının ihlaline sebebiyet verebilir. Mahkemelerden beklenen, uyuşmazlığın esasına yönelik bir talep hakkında değerlendirme yapılmak suretiyle olumlu ya da olumsuz bir karar verilerek bu talebin bir sonuca bağlanmasıdır. 

İlgili Karar;

(Abbas Demiroğlu, B. No: 2018/31300, 7/4/2021)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABBAS DEMİROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/31300)

 

Karar Tarihi: 7/4/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Abbas DEMİROĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, buna yönelik şikâyetin yargı makamlarınca incelenmemesi nedeniyle mahkeme (karar) hakkının, ziyaret günleri ile telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin, eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile ödüllendirmelerden yararlanılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile mahkûmiyet kararı bulunmaksızın resmî yazışmalarda "terör örgütü üyesi olma suçuyla tutuklandığı" ifadesinin bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/10/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir.

10. Başvurucu, 1987 doğumlu olup 13/1/2017 tarihinde terör örgütü üyesi olma iddiasıyla tutuklanıp Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir.

11. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 24/7/2018 tarihli yazısıyla infaz kurumunda ziyaret ile telefon ve diğer iletişim araçlarıyla haberleşmeye yönelik uygulamalar hususunda bir kısım kararların alındığı İnfaz Kurumuna bildirilmiştir. Bildirim yazısı şöyledir:

"5237 sayılı yasanın ikinci kitap dördüncü kısım, beşinci, altıncı ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından;

1-5275 sayılı kanunun 114. ve 115.nci maddeleri hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmesi hakkında yönetmeliğin 5/e maddesi uyarınca açık görüşlerinin hükümlüler tarafından ceza infaz kurumunca gerekli güvenlik önlemlerinin alınarak İdare ve Gözlem kararı doğrultusunda ayda bir, hükümlü ve tutuklular hakkında 2 ayda bir yaptırılmasına,

2-Telefon görüşmelerinin gerekli yasal prosedür çerçevesinde alınacak karar doğrultusunda 15 günde bir yapılmasına,

3- Mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin gerekli yasal prosedür çerçevesinde alınacak karar doğrultusunda haftada bir yapılmasına,

Bu konuda usulun Ceza İnfaz Kurumu güvenlik ve düzenini bozulmasına sebebiyet verilmeden Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce belirlenmesine,

Cumhuriyet Başsavcılığımızın bu konuda almış olduğu önceki kararların yürürlükten kaldırılmasına karar verilmiştir."

12. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) tarafından Savcılık yazısına istinaden 26/7/2018 tarihinde ziyaret ve haberleşme uygulamaları ile ilgili karar alınmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

" Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda,

1 -5275 sayılı kanunun 114. ve 115.nci maddeleri hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmesi hakkında yönetmeliğin 5/e maddesi uyarınca açık görüşlerinin hükümlü ve tutuklular hakkında gerekli güvenlik önlemlerinin alınarak 2 ayda bir yaptırılmasına,

2-Telefon görüşmelerinin 15 günde bir yapılmasına,

3- Mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin haftada bir yapılmasına..."

13. İdare ve Gözlem Kurulu kararı başvurucuya 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/8/2018 tarihinde anılan İdare ve Gözlem Kurulu kararına itiraz etmiş, itiraz dilekçesinde kararın yanı sıra bir kısım tutulma koşullarından da şikâyet etmiştir. Bu bağlamda başvurucu, olağanüstü hâl dönemi bitmesine karşın bazı kısıtlamaların kaldırılmadığını, tutuklandığı tarihten itibaren 20-25 m2lik alanda dönüşümlü olarak yaklaşık iki aydır yerde uyumak zorunda kaldığını, eğitim, iyileştirme veya ödüllendirmeye yönelik hiçbir haktan faydalanmadığını, fiziki koşulların kötü olduğunu ve havalandırmadan yeteri kadar yararlanamadığını dile getirmiş; neticede İdare ve Gözlem Kurulu kararının kaldırılmasını ve şikâyet ettiği tutulma koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir.

14. Bingöl İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 16/8/2018 tarihli kararıyla başvurucunun İdare ve Gözlem Kurulu kararına itirazını reddetmiştir. Başvurucunun tutulma koşullarıyla ilgili şikâyeti hakkında herhangi bir karar verilmemiştir. Ret kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...yapılan incelemede hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmeleri hakkındaki yönetmeliğinde 5-e maddesinde resmi gazetenin 18/8/2016-29805 tarihi ile bendin eklendiği, bu haliyle olağanüstü hal süreci dışında da uygulanabileceği anlaşılmakla tutuklunun yerinde olmayan itirazının reddine..."

15. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiş; itirazında İnfaz Hâkimliğinin tutulma koşullarına yönelik şikâyetini değerlendirmediğini belirtmiştir. Başvurucunun itirazı Bingöl 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 9/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Bireysel başvurusundan sonra başvurucu 27/9/2019 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir.

18. Anayasa Mahkemesince İnfaz Kurumundan başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin ayrıntılı bilgi talep edilmiştir. İnfaz Kurumu tarafından gönderilen 6/11/2020 ve 18/11/2020 tarihli yazılı cevaplara göre;

i. Başvurucu 14/1/2017 ile 27/9/2019 tarihleri arasında oda kapasitesi 8 ve 10 kişi olan odalarda en fazla 14 kişiyle birlikte tutulmuştur.

ii. 10 kişilik odalarda yatakhane, havalandırma bahçesi, ortak alan mutfak, tuvalet, banyo bulunmaktadır ve yatakhane kısmı 21 m2, havalandırma bahçesi 36,1 m2, ortak alan olan mutfak kısmı 21 m2, tuvalet 1,5 m2 ve banyo 1,5 m2dir.

iii. 8 kişilik odalarda yatakhane, mutfak ve ortak alan, havalandırma bahçesi, tuvalet, banyo ve merdiven girişi bulunmaktadır ve yatakhane kısmı 28 m2, mutfak ortak alan kısmı 9 m2, havalandırma bahçesi 36,1 m2, tuvalet ve banyo 1,5 m2, merdiven girişi ise 6 m2dir.

iv. Başvurucunun tutulduğu sürede yerde yatıp yatmadığı, dönüşümlü olarak yer yatağında uyuyup uyumadığı, yer yatağında yatma sürelerine ilişkin bilgi bulunmamaktadır.

v. İdare ve Gözlem Kurulu tarafından ziyaret ve haberleşmeye yönelik alınan 26/7/2018 tarihli karar, yine aynı Kurul tarafından 5/9/2018 tarihinde alınan bir başka kararla değiştirilmiştir. Buna göre açık görüşlerin ayda bir yaptırılmasına, telefon görüşmelerinin haftada bir yaptırılmasına, mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin de haftada bir yapılmasına karar verilmiştir.

vi. Başvurucu 26/7/2018 tarihinden sonra 4/9/2018 tarihinde yakınlarıyla açık görüş gerçekleştirmiş, bu tarihten sonra ayda bir açık görüş hakkından yararlanmıştır.

vii. Başvurucu 26/7/2018 ile 5/9/2018 tarihleri arasında üç kez telefonla görüşme hakkından yararlanmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. Kötü muamele yasağına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Hanifi Baki, B. No: 2017/36197, 27/6/2018, §§ 14-27.

20. Ziyaret hakkının kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. B.K., B. No: 2017/6432, 10/12/2019, §§ 23-44; telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyetine ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18-20, 23-34.

21. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

"İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır :

1. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.

2. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.

..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 7/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

23. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

24. Başvurucu, İnfaz Kurumundaki tutulma koşullarından şikâyet etmiş; bu bağlamda tutulduğu odanın kalabalık olduğunu, ranza sayısının yetersizliği nedeniyle dönüşümlü olarak yerde uyumak zorunda bırakıldığını, havalandırma bahçesinde yeteri kadar faydalanamadığını iddia ederek kötü muamele yasağının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.

25. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

26. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

27. Diğer taraftan Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi herhangi bir sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi de benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

28. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan bazı uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme, içirme gibi muameleler kötü muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90). Mahpuslar, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar veya tutuklular için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, §§ 35, 36)

29. Ceza infaz kurumlarında kötü muamele olarak kabul edilecek hususlar farklı şekillerde tezahür edebilir. Bunlar ceza infaz kurumu idaresi ve görevlilerinin kasıtlı davranışlarından kaynaklanabileceği gibi yönetimsel hatalar veya yetersiz kaynaklar sebebiyle de ortaya çıkabilir. Ceza infaz kurumlarındaki yaşam, mahpuslara sunulan aktivitelerin genişliğinden mahpuslar ve ceza infaz görevlileri arasındaki ilişkilerin genel durumuna kadar geniş bir alanda değerlendirilmelidir. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahpusları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir (Turan Günana, §§ 37, 39).

30. Yukarıda ifade edilen tüm hususlara ilave olarak bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olmasının gerektiği ifade edilmelidir. Her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23).

31. Başvurucu, İnfaz Kurumundaki tutulma koşullarından şikâyet etmektedir. Başvurucunun şikâyetlerinin özünü özellikle kalabalık odada tutulması, fiziki şartların yetersizliği ve bu nedenle zaman zaman yerde yatmak zorunda kalması oluşturmaktadır. Başvurucunun tutulma koşullarının kötü muamele olarak nitelendirilmesi bakımından aranan eşiğin aşılıp aşılmadığına yönelik yapılacak değerlendirme koşulların bütün olarak incelenmesi sonucuna bağlı olmakla birlikte koşullar incelenirken özellikle başvurucunun şikâyetleri dikkate alınacaktır.

32. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askerî darbe teşebbüsünden yaklaşık altı ay sonra, OHAL sürecinde tutuklanarak infaz kurumuna yerleştirilmiştir. Aynı dönemde darbe teşebbüsü nedeniyle ülke genelinde FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen kişiler hakkında soruşturma başlatılıp bu soruşturmalar kapsamında pek çok kişi hakkında tutuklama tedbiri uygulandığı bilinen bir gerçektir. Bu gerçek karşısında ceza infaz kurumlarının kapasiteleri artırılmış, yeni infaz kurumları faaliyete geçirilerek hükümlü ve tutukluların barınma koşullarının iyileştirilmesi yönünde tedbirler alınmıştır.

33. Darbe teşebbüsünden itibaren başvurucunun tahliye edildiği 27/9/2019 tarihine kadar geçen yaklaşık üç yılda anılan terör örgütü ile ilgili soruşturmaların devam ettiği, buna bağlı olarak gözardı edilmeyecek sayıda kişinin tutuklanarak ceza infaz kurumlarına yerleştirildiği görülmüştür. Bu olağan dışı şartlar altında başvurucunun tutulduğu odanın her birey için -mevcudun en fazla olduğu hâl dikkate alınmıştır- mutfak ve açık havalandırma alanları gibi ortak yaşam alanları ile birlikte 5,75 m²lik kullanım alanının bulunması nedeniyle Mehmet Hanifi Baki kararındaki kıstaslar doğrultusunda yeterli standartlara sahip olduğu sonucuna varılmıştır.

34. İnfaz Kurumu tarafından doğrulanmamış ise de başvurucu, odadaki kalabalık nedeniyle yeterli sayıda ranza bulunmadığından tutuklandığı tarihten beri diğer tutulanlarla dönüşümlü olarak yerdeki yatakta uyumak zorunda kaldığını ileri sürmüştür.

35. Bu mesele, Anayasa Mahkemesince daha önce Mehmet Hanifi Baki kararında incelenmiştir. Anılan kararda, kendisine tahsis edilen yatağın yer veya ranza olup olmadığına bakılmaksızın tek başına, temiz bir yatakta uyuma imkânı bulunan başvurucunun uyuma koşullarının kötüleştiğine ilişkin şikâyetinin de olmaması gözetilerek zaman zaman kendisine ayrılmış yerdeki yatakta uyuyup ranzadaki yataklarda uyuyamamasının başvurucunun üzerinde ağır bir bedensel ve ruhsal yük oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Başvuruya yansıyan olgular bakımından söz konusu karardan farklı sonuca ulaşmayı gerektiren bir husus saptanamamıştır. Sonuç olarak İnfaz Kurumu tutulma koşulları ayrı ayrı ve başvurucu üzerindeki toplu etkileri hesaba katıldığında söz konusu asgari eşik derecesinin aşılmadığı sonucuna varılmıştır.

36. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağına ilişkin bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Aile Hayatına Saygı Hakkı ile Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucu, OHAL dönemi bitmesine rağmen açık görüş hakkından iki ayda bir, telefonla görüşme hakkından iki haftada bir yararlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.

38. Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes ... aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. ... aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."

39. Anayasa'nın "Haberleşme hürriyeti" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.

Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. ...

İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir."

40. Anayasa’nın "Ailenin korunması ve çocuk hakları" kenar başlıklı 41. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Aile, Türk toplumunun temelidir...

Devlet, ailenin huzur ve refahı ... için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

Her çocuk, ... yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir...”

41. Aile hayatına saygı hakkı Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile hayatına saygı hakkının Anayasa’daki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında dikkate alınması gerektiği açıktır (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).

42. Anayasa’nın 22. maddesinde, herkesin haberleşme özgürlüğüne sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Haberleşme bağlamında bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir. Posta, elektronik posta, telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin haberleşme özgürlüğü ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Mehmet Koray Eryaşa, B. No: 2013/6693, 16/4/2015, § 49).

1. Müdahalenin Varlığı

43. Anayasa'nın 19. maddesi gereğince hükümlü ve tutukluların haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının sınırlanması, hukuka uygun olarak ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Öte yandan hükümlü ve tutukluların aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, § 36).

44. Bununla beraber bu yükümlülük yerine getirilirken ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçlarının gözetilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi ile aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti arasında adil bir denge sağlanmalıdır. Ancak ceza infaz kurumunda bulunmanın doğal sonucu olarak idarenin müdahale konusunda takdir yetkisinin daha geniş olduğu gözetilmelidir (Mehmet Koray Eryaşa, § 89).

45. Öncelikle somut olayda başvurucunun aile fertleriyle görüştürülmesinin veya haberleşmesinin tamamen engellendiğine ilişkin herhangi bir iddiasının bulunmadığı vurgulanmalıdır. Başvurucunun şikâyeti, OHAL süreci bitmesine karşın açık görüş hakkının iki ayda bir, telefonla haberleşme hakkının on beş günde bir olacak şekilde belirlenmesi nedeniyle ailesi ve diğer yakınlarıyla daha sık görüşemediği iddiasına dayanmaktadır.

46. Belirli suçlardan hükümlü ve tutuklular için açık görüş ve telefonla görüşme hakkının İdare ve Gözlem Kurulu kararlarıyla sınırlandırılması aile hayatına saygı hakkına müdahale oluşturmaktadır.

2. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

47. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

a. Kanunilik

48. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 114. maddesinde tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmelerinin soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısınca kısıtlanabileceği, 115. maddesinde de tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısınca belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması tedbirinin uygulanabileceği düzenlenmiştir. Bu hükümler uygulanarak Savcılık 24/7/2018 tarihinde kısıtlama kararı vermiştir.

49. Diğer taraftan 5275 sayılı Kanun'un 83. maddesinde, görüşlere ilişkin koşul ve sürelerin Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılacağı düzenlenmiştir. Anılan Kanun'a dayanılarak çıkarılan 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) 5. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde,5237 sayılı Kanun'da tanımlanan bir kısım suç ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun kapsamına giren suçlardan hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşlerin idare ve gözlem kurulu kararıyla sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda Savcılık kararına istinaden İnfaz Kurumunca başvuru konusu yapılan uygulamaya yönelik karar alınmıştır. Bu durumda 3713 sayılı Kanun kapsamındaki suçlardan tutuklu olan başvurucuya anılan yasal düzenlemelerin uygulandığı ve bu düzenlemelerin kanunla sınırlama koşulunu karşıladığı sonucuna varılmıştır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. B.K., § 50).

50. Yine 5275 sayılı Kanun'un 66. maddesinde, kapalı infaz kurumundaki hükümlülerin Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikte (2/7/2018 tarihli değişiklikten önce tüzük olarak belirtilmektedir) belirlenen esas ve usullere göre telefonla görüşme hakkından yararlanabileceği, bu hakkın tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabileceğine yer verilmiştir. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) idare ve gözlem kurulu görev ve yetkilerinin düzenlendiği 40. maddesinde, tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak telefon görüşmelerinden yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar verme yetkisinin bulunduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun telefonla görüşme hakkının kullanma şekline ilişkin Savcılık kararına dayanılarak İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla sınırlandırıldığı dikkate alınarak mevcut sınırlamanın kanunla sınırlama koşulunu karşıladığı sonucuna varılmıştır.

b. Meşru Amaç

51. İsnat edilen suçların ağırlığına göre tutuklu ve hükümlülere tanınan birtakım hak ve imkânların farklılaşması doğaldır. 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçların ağırlığı, OHAL döneminin bitmesinin hemen ardından kısa süreli geçiş dönemi şartları, Ceza İnfaz Kurumunun mevcudu ile personel sayısı dikkate alındığında kamu düzenini ve Ceza İnfaz Kurumu güvenliğini sağlama amacıyla bir kısım suçtan tutuklu ve hükümlü olanlar için açık görüş ve telefonla görüşme hakkının sınırlandırılmasının meşru amaç taşıma koşulunu karşıladığı değerlendirilmiştir.

c. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

52. Hükümlü ve tutukluların temel haklarına yapılan müdahalelere gerekçe olarak gösterilebilecek makul nedenlerin somut olayın tüm koşulları çerçevesi dâhilinde olaya özgü olgu ve bilgilerle gerekçelendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak değerlendirmede kişinin itham edildiği suçun ve tutuklama sebeplerinin de dikkate alınması gerekmektedir (Mehmet Zahit Şahin, § 63). Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan idari makamlar ve derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin aile hayatına saygı hakkının kısıtlaması bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve ölçülülük ilkesine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Mehmet Zahit Şahin, § 64; Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, § 68).

53. OHAL döneminin bitmesinin ardından 26/7/2018 tarihinde Savcılık kararı dayanak alınarak İdare ve Gözlem Kurulunca açık görüşlerin iki ayda bir, telefonla görüşmelerin on beş günde bir yapılması şeklinde belirlenen uygulama 5/9/2018 tarihinde alınan yeni bir karara kadar devam etmiştir. Başvurucu 5/9/2018 tarihinden itibaren ayda bir açık görüş, haftada bir telefonla görüşme hakkını kullanmıştır. Ayrıca 26/7/2018 ile 5/9/2018 tarihleri arasındaki yaklaşık kırk gün boyunca başvurucu bir kez ailesiyle açık görüş hakkından, üç kez telefonla görüşme hakkından yararlanmıştır.

54. Diğer taraftan başvurucunun bireysel başvuruda bulunduğu tarihte şikâyet ettiği açık görüş ziyareti ve telefonla görüşme hakkından yararlanma koşulları iyileştirilmiştir. Dolayısıyla aslında şikâyet konusu olan 26/7/2018 tarihli kurum kararı öngörüldüğü şekilde uzun süre başvurucuya uygulanmadan değiştirilmiştir.

55. Bu durumda kapalı görüş hakkının sınırlandırıldığına ilişkin bir iddiası bulunmayan başvurucunun başvuru tarihinde ayda bir açık görüş, haftada bir telefonla görüşme hakkına sahip olarak aile fertleriyle doğrudan temasını sürdürme imkânından yararlandığı da dikkate alındığında kırk gün geçiş sürecindeki kısıtlamanın başvurucu ile kamu menfaati arasındaki dengeyi sağlayıp sağlamadığı hususu önem kazanmaktadır.

56. Tüm bu hususlar gözönüne alındığında OHAL döneminin hemen bitiminde yaklaşık kırk gün süren geçiş koşullarının gerektirdiği kamu düzeninin korunması ihtiyacı ve ceza infaz kurumu güvenliğini sağlama amacı doğrultusunda -isnat edilen suçun ağırlığı da dikkate alınarak- başvurucunun aile fertleriyle olan ilişkisinin sürdürülmesini engellemeyen açık görüş ve telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması şeklindeki söz konusu müdahalede kamu makamları tarafından güdülen meşru amaç ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulduğu, demokratik toplumda gerekli olan müdahalenin ulaşılmak istenen amaçla ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle bir ihlalin bulunmadığı açık olan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkı ile Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

58. Başvurucu, İnfaz Kurumundaki eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile ödüllendirmelerden yararlanmadığını, ayrıca resmî yazışmalarda kendisi hakkında "terör örgütü üyesi olması isnadıyla tutuklu olduğu"nun belirtilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

60. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvurusunda belirtmesi şarttır. Başvuruda kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No: 2013/1075, 30/6/2014, §§ 18, 19).

61. Somut olayda başvurucu, eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile ödüllendirmelerden yararlanamadığından şikâyet etmektedir. Buna karşın başvurucunun şikâyet dilekçesinde veya başvuru formunda somut olarak hangi faaliyetlerden faydalanamadığı, buna ilişkin başvuru yollarını tüketip tüketmediği veya söz konusu faydalanmama nedeniyle temel hak veya özgürlüğünün ne şekilde ihlal edildiği hususunda açıklama yapmadığı görülmektedir. Yine terör örgütü üyesi olma suçu isnadıyla tutuklu bulunan başvurucu resmî yazışmalarda bu hususun belirtilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşse de bu ihlal iddiasını detaylandırarak açıklamamış ve hangi yazışmadan şikâyet ettiğini tam olarak temellendirememiştir.

62. Bu kapsamda başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili ayrıntılı açıklamada bulunarak ve mümkünse delil sunarak maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile masumiyet karinesinin ihlâl edildiğine ilişkin iddialarını kanıtlama, bu suretle hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucu tarafından bu yükümlülüğün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında Mahkeme (Karar) Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

64. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun ziyaret ve haberleşmeye ilişkin kararının yanı sıra kalabalık odada tutulma koşullarından da şikâyetçi olmasına rağmen İnfaz Hâkimliğince bu yönde bir değerlendirme yapılmadığını iddia ederek adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65. Bakanlık görüşünde, başvurucunun açık görüş ve telefon görüşmelerine ilişkin verilen karara itirazlarını dile getirirken tali olarak infaz kurumu koşullarının kötü olmasından özet bir şekilde bahsettiğini, başvurucunun dilediği her zaman dilekçeleriyle İnfaz Hakimliğine şikayette bulunabildiğini ve şikayetleri kapsamında karar alma hakkına sahip olduğunu, bu nedenle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olarak nitelendirilebileceğini belirtmiştir.

66. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı cevabında, başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş, şikayetlerinin İnfaz Hakimliği ve itiraz makamınca değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

67. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiasının özü davaya konu şikayetlerinden birinin esası hakkında bir inceleme ve değerlendirme yapılmamasına yönelik olduğundan başvurunun mahkeme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Uygulanabilirlik Yönünden

69. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. İkinci olarak bu hakla ilgili olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).

70. Somut olay açısından başvuruya konu şikâyetin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili bir uyuşmazlık olup olmadığı adil yargılanma hakkının kapsamının tespiti açısından önem taşımaktadır. Başvurucunun şikâyetinin konusu, İnfaz Kurumunda tutulduğu -yaşadığı- alanın fiziki koşulları ve sosyalleşmesinin yetersizliğine ilişkindir. Kişilerin devlet hâkimiyeti altında (somut olayda ceza infaz kurumu) bulundukları süre boyunca yaşam koşullarının belirli bir standardın altına düşürülmemesini ve gerektiğinde iyileştirilmesini isteme hakları, Anayasa'nın 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında mevcuttur. Ayrıca bireylerin ceza infaz kurumuna yerleştirilmeleri, kurumda barındırılmaları, ısıtılmaları, giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması, muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi konuların yargısal denetime tabi olduğu da dikkate alındığında başvurucunun şikâyetinin medeni hak ve yükümlülük kapsamında bir uyuşmazlık olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır (tutuklu veya hükümlülere verilen disiplin cezalarının medeni hak kapsamında olduğu yönündeki karar için bkz. Giyasettin Aydın, B. No: 2013/1852, 25/3/2015, § 37).

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma (mahkeme/karar) hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

72. Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında, hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığa ilişkin bir karar verilmesini isteme güvencesini de sağlar. Öte yandan Sözleşme'yi yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkeme hakkı şeklinde genel bir hakkı düzenlediğini kabul etmekte ve bu hakkın karar hakkını da içerdiğini ifade etmektedir (İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019 § 54).

73. Demokratik bir toplumda vazgeçilmez bir hak niteliğindeki adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı; uyuşmazlığın bir mahkeme önüne getirilebilmesini, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve bir karara bağlanmasını, ayrıca verilen kararın icra edilmesini gerektirir. Buna göre mahkeme hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası hakkını içerir. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Zira dava hakkını kullanan bireyin asıl amacı uyuşmazlık konusu ettiği talebinin esasıyla ilgili olarak davanın sonunda bir karar elde edebilmektir. Bir başka ifadeyle dava sonucunda şayet bir karar elde edilemiyorsa dava açmanın da bir anlamı kalmayacaktır. Öte yandan karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir (bazı farklarla birlikte bkz. İbrahim Demiroğlu, § 55).

74. Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür. Ayrıca adil yargılanma hakkı davanın sonucuna yönelik bir güvence içermemektedir. Anılan hak yargılama sürecinin adil olarak yürütülmesini temin edecek birtakım usul güvenceleri sunmaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru incelemelerinde adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirme yapılırken davanın sonucuna ilişkin bir çıkarım yapılması mümkün değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkili olan iddiaların -mahkeme hakkının gereği olarak- derece mahkemelerince işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Emin Arda Büyük [GK], B. No: 2017/28079, 2/7/2020, §§52, 55).

i. İlkelerin Olaya Uygulanması

75. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğine başvurarak İdare ve Gözlem Kurulunun 27/7/2018 tarihli kararıyla birlikte İnfaz Kurumundaki bazı uygulamalardan şikâyet etmiştir. Bu kapsamda başvurucu; bulunduğu odanın kalabalık ve fiziki koşulların yetersiz olduğunu, havalandırma imkânından yeteri kadar faydalanamadığını belirterek koşulların iyileştirilmesini talep etmiştir.

76. İnfaz Hâkimliği başvurucunun şikâyet ettiği İdare ve Gözlem Kurulu kararının hukuka aykırı olmadığını değerlendirerek başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Bu arada Hâkimlik başvurucunun tutulma koşullarıyla ilgili diğer şikâyetleri hakkında bir karar vermemiş, gerekçesinde karar vermeme nedenini açıklamamıştır.

77. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararının hatalı olduğunu iddia ederek karara itiraz etmiş; ayrıca bazı şikâyetleri hakkında karar verilmediğini itiraz dilekçesinde yinelemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiş; karar verilmeyen tutulma koşullarına ilişkin şikâyet hakkında değerlendirme yapmamıştır.

78. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanun'un infaz hâkimliklerinin görevini düzenleyen 4. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde; hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları, giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemenin ve karara bağlamanın infaz hâkimliklerinin görevleri arasında olduğu belirtilmiştir. Kanun koyucunun anılan konularda gerçekleştirilen eylem ya da işlemlere yönelik şikâyetlerin ceza infaz kurumu idaresince hızlı bir şekilde incelenerek karara bağlanmasının ve bu şikâyetlerin incelenmesi aşamasında infaza ilişkin özel gerekliliklerin dikkate alınmasının temin edilmesi amacıyla söz konusu eylem ve işlemlerin yargısal denetim yerinin infaz hâkimlikleri olmasını tercih ettiği öngörülmüştür (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 56).

79. Bu durumda İnfaz Kurumundaki barınma koşullarına ilişkin şikâyetleri inceleme görevi bulunan İnfaz Hâkimliğince başvurucunun bu yöndeki iddialarının incelenmediği ve incelememe sebebinin açıklanmadığı anlaşılmıştır. Dahası itiraz makamına iletilen aynı mahiyetteki şikâyetlerin bu aşamada da değerlendirilmediği görülmüştür. Başvurucunun iki temel şikâyetinden biri olan tutulma koşullarına ilişkin meselenin yargı makamlarınca dikkate alınarak araştırılmaması nedeniyle mahkeme hakkının unsurlarından olan karar hakkının ihlal edildiği değerlendirilmiştir.

80. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme (karar) hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

F. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

81. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

82. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve 2.000.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

84. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

85. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

86. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme (karar) hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

87. Buna karşın başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra İnfaz Kurumundan tahliye edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

88. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için karar hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddia açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkeme (karar) hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkeme (karar) hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.