YURT DIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI ŞEKLİNDEKİ KORUMA TEDBİRİNE İLİŞKİN USULE İLİŞKİN GÜVENCELERDEN YARARLANDIRILMAMA

YURT DIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI ŞEKLİNDEKİ KORUMA TEDBİRİNE İLİŞKİN USULE İLİŞKİN GÜVENCELERDEN YARARLANDIRILMAMA

Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

Mahkemeler koruma tedbiri kararlarında lehte ve aleyhte ileri sürülen bütün delilleri incelemek ve temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahaleye katlanmayı gerektirecek nitelikte kamu yararını haklı kılan gerçek bir ihtiyacın varlığını göstermek zorunda oldukları gibi süregelen koruma tedbirlerinin devamına ilişkin kararlarında da tedbirin devamını haklı kılan gerekçeleri göstermek mecburiyetindedir.

Bu doğrultuda yurt dışına çıkış yasağı biçiminde uygulanan ve özel hayata saygı hakkına müdahale eden koruma tedbirinin devam ettirilmesinde soruşturma ve yargılama makamlarının başvurucuların taleplerini ilgili ve yeterli değerlendirme yapmadan reddetmeleri nedeniyle tedbirin makul olmayan bir süre için öngörülemez şekilde uygulanması ihlale yol açabilir.

İlgili Karar:

♦ (Latife Akyüz, B. No: 2016/50822, 7/9/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

LATİFE AKYÜZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/50822)

 

Karar Tarihi: 7/9/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Denizhan HOROZGİL

Başvurucu

:

Latife AKYÜZ

Vekili

:

Av. Oya Meriç EYÜBOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucunun yurt dışına çıkmasının yasaklanması sonucu yurt dışındaki akademik birtakım olanaklardan yararlanamaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/10/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Arka Plan Bilgisi

9. Anayasa Mahkemesi başvurucunun imza verdiği bildiriye ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına daha önce Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 9-14) kararında yer vermiştir.

B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler

10. Başvurucu, başvuru tarihinde Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde yardımcı doçent öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

11. Başvuruya konu bildirinin yayımlanmasından sonra başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma ve Türk milletini, Cumhuriyeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılama suçlarından Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış, ev ve işyerinde arama yapılmış, yakalama emri çıkarılmış ve başvurucu 15/1/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı ifadesini aldıktan sonra başvurucuyu tutuklama istemiyle Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 15/1/2016 tarihinde başvurucunun sorgusunu yaparak tutuklanması istemini reddetmiş ve yurt dışına çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"Şüpheli savunması, dosyada mübrez 'bu suça ortak olmayacağız' başlıklı yazı içeriğinden atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunmakta ise de, delillerin toplanmış olup karartılma ve gizleme ihtimalinin bulunmaması, atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, soruşturmanın devam etmekte oluşu dikkate alınarak tutuklama tedbirinin ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından şüpheli hakkında tutuklama talebinin reddi ile CMK.nın 109. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına,

Adli kontrol süresince; şüphelinin CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, şüphelinin geçerli bir mazereti olmaksızın adli kontrol hükümlerine uymadığı takdirde tutuklanabileceğinin ihtarına (ihtar yapıldı)..."

12. Başvurucu, adli kontrol kararına karşı itiraz etmiş ancak itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince "atılı suçun niteliği, dosya kapsamı ve mahkeme adli kontrol kararındaki gerekçeler yerinde" görülerek 2/2/2016 tarihinde reddedilmiştir.

13. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 11/2/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu adli kontrol kararının kaldırılmasını talep etmiş ancak talebi bu kez İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince "şüphelinin üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçların yasada ön görülen cezanın alt ve üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren" delillerin bulunması gerekçeleriyle 11/5/2016 tarihinde reddedilmiştir.

14. Başvurucu, İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin bahse konu ret kararına karşı 9/6/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında; adli kontrol kararı verilmesi için aranan şartların olayda mevcut olmadığını, yurt dışı yasağı nedeniyle 2/5/2016-6/5/2016 tarihlerinde Paris Dauphine Üniversitesinde yapılan ve konuşmacı olarak çağrıldığı seminere katılamadığını, ayrıca Goethe Üniversitesinden post doktora araştırma bursu almaya hak kazandığını, bu bursun 1/7/2016-30/6/2018 tarihleri arasında kullanılacağını ancak yurt dışı yasağı nedeniyle eğitimi ve kariyeri açısından önemli olan bu bursu kaybetme riski ile karşı karşıya olduğunu, bunun kendisi açısından orantısız sonuçlar doğurduğunu belirtmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 14/6/2016 tarihinde "verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.

15. Başvurucu 10/8/2016 tarihinde aynı gerekçelerle bir kez daha adli kontrol kararının kaldırılmasını talep etmiş ancak talebi İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince "verilen adli kontrol kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararların gerekçelerine göre yerinde oldukları" gerekçesiyle 25/8/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu karara 9/9/2016 tarihinde itiraz etmiş ancak itirazı İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince "kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle 22/9/2016 tarihinde reddedilmiştir.

16. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı başvurucuya 27/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 4/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 4/1/2019 tarihinde kamu davası açılmıştır. Düzce 1. Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda Anayasa Mahkemesinin Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri kararına atıf yaparak 12/9/2019 tarihinde başvurucunun atılı suçtan beraatine hükmetmiş, yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbirinin ise karar kesinleşinceye kadar devamına karar vermiştir. Beraat hükmünün kesinleşmesiyle birlikte başvurucu hakkındaki yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbiri 25/9/2019 tarihinde kaldırılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak.

..."

19. 5271 sayılı Kanun'un 110. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.

(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir."

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), alınan bir tedbir sonucu bir kimsenin pasaport gibi bir seyahat belgesinden yoksun bırakılmasın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 4 No.lu Protokol'ün 2. maddesinde güvence altına alınan serbest dolaşım özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmektedir (Baumann/Fransa, B. No: 33592/96, 22/5/2001, § 62; Sissanis/Romanya, B. No: 23468/02, 23/1/2007, § 63). Ancak AİHM, anılan Protokol hükümlerinin Protokol'e taraf olmayan ülkeler ile ilgili davalarda uygulanamayacağına dikkat çekerek bu durumda serbest dolaşıma ilişkin şikâyetlerin konu bakımından Sözleşme'yle bağdaşmayacağına karar vermiştir (Riener/Bulgaristan B. No: 28411/95, 11/4/1997, § 2; Paşaoğlu/Türkiye, B. No: 8932/03, 8/7/2008, § 41).

21. Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin 8. madde hükümlerinin 4 No.lu ek Protokol'ün 2. maddesi ile değiştirilemeyeceğine dikkat çekerek Protokol maddesi hükmüyle 8. madde arasında sıkı bir bağ olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda AİHM; serbest dolaşımın ve özellikle sınır ötesi serbest dolaşımın özel hayatın geliştirilmesi açısından esas olarak değerlendirildiği bir çağda, başka ülkede ailevi, mesleki ve ekonomik bağlara sahip olan kişiler söz konusu olduğunda herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu özgürlüğü reddetmesinin Sözleşme'ye taraf devlet açısından yükümlülüklerin ciddi ihlalini teşkil edeceğini ifade etmiştir (İletmiş/Türkiye, B. No: 29871/96, 6/12/2005, § 50; Paşaoğlu/Türkiye, § 42).

22. Bu bağlamda AİHM, Türkiye'nin ek Protokol'ü imzalamasına rağmen onay sürecinin tamamlanmadığını tespit ettiği iki kararında serbest dolaşım/seyahat özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri giriş yapılmak istenen ülkede kişisel, ailevi ve ekonomik bağların olması ölçütünü uygulayarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiştir. İletmiş/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 8-15) kararında eşi ve iki çocuğu ile Almanya'da ikamet eden ve bu ülkede çalışan başvurucu, Türkiye'ye ziyarete geldiği sırada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun 140. maddesinde düzenlenen yabancı ülkede millî menfaatlere zarar verici faaliyette bulunmak suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, ifadesi alınarak serbest bırakılmasına rağmen pasaportuna el konulmuş, pasaportu ise on beş yıl süren yargılama sonunda verilen beraat kararı sonrası iade edilmiştir.

23. Anılan kararda; başvurucunun uzun süredir Almanya'da yaşadığı, tüm ailesinin ve işinin bu ülkede olduğu, dolayısıyla gitmek istediği ülke ile sıkı kişisel bağlarının mevcut olduğu kabul edilerek pasaporta el konulması ve uzun süre iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahale edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM'e göre hiçbir gelişme göstermeden yargılama uzadıkça ve başvuran aleyhine kanıt yokluğu devam ettikçe önleyici tedbirin meşru amacına bağlı yarar, zamanla ağırlığını yitirecektir. Bu bağlamda AİHM, başvurucu hakkında yurt dışı çıkış yasağını öngören bir mahkeme kararının mevcut olmadığını, idari makamların yasağı gerekçelendiremediğini belirttikten sonra alınan tedbirin belirsiz bir şekilde uzun süre devam ettirilmesinin kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç olmadığı ve izlenen müdahalenin Sözleşme'nin 8. maddesinde verilen amaçlarla orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İletmiş/Türkiye, §§ 42-50).

24. Paşaoğlu/Türkiye kararında ise başvurucu, eşi ve çocuğuyla Yunanistan'da ikamet etmektedir. Başvurucunun 18/10/1999 yılında yaptığı pasaport süre uzatım talebi Selanik Başkonsolosluğu tarafından ülke güvenliği açısından sakıncalı olduğu gerekçesiyle hakkında düzenlenen tahdit fişi nedeniyle reddedilmiştir. AİHM; öncelikle başvurucu hakkında uygulanan idari tasarrufun bir ceza mahkûmiyeti ya da ceza soruşturmasından kaynaklanmadığını, İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen tahdit fişine dayandığını tespit etmiştir. AİHM; önleyici tedbirlerin meşru amacına bağlı yararın zamanla ağırlığını yitirebileceğini, dört yılı aşkı bir süre devam eden idari süreç boyunca başvurana yöneltilen iddialarla ilgili bir ithamda bulunulmadığını vurgulayarak gizli bakanlık verilerine dayanan belirginlikten yoksun tedbirin uzun süre devam ettirilmesinin başvuranın hayatında yol açtığı belirsizlik ve sarsıntının hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştir (Paşaoğlu/Türkiye, §§ 44-48).

25. Son olarak AİHM'in Parmak ve Bakır/Türkiye (B. No: 22429/07 ve 25195/07, 3/12/2019) kararında ikinci başvuran, hakkında uygulanan yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin haksız olduğundan ve bunun sonucunda özel hayatına yapılan müdahalenin orantısız olduğundan şikâyet etmiştir. İkinci başvuran ayrıca, yakalanmadan önce tüm hayatı boyunca Almanya’da kaldığını ve Türkiye’de kendini idame ettirecek bir geliri, ikameti veya sağlık güvencesi olmadığını belirtmiştir. Somut davada AİHM; seyahat yasağının ikinci başvurana, tutukluluk yerine önleyici tedbir olarak 21/1/2003 tarihinde tahliye edilmesinin ardından konulduğunu ve cezasını çektikten sonra talebi üzerine 24/6/2009 tarihinde kaldırıldığını tespit etmiştir. AİHM; ikinci başvuranın yargılama süresince, her defasında söz konusu tedbirin yerleşik bulunduğu Almanya’yla olan kişisel ve mesleki bağlarını sürdürmesine engel olduğunu belirterek ve kefalet gibi daha uygun bir tedbir uygulamasını isteyerek yasağın kaldırılması talebiyle yerel mahkemelere yedi kez başvuruda bulunduğunu ancak mahkemelerin her defasında, devam eden kısıtlamanın belirli bir zamanın geçmesinden sonra davanın kendine özgü koşullarında halen orantılı olup olmadığını değerlendirmeksizin sadece yargılamanın bulunduğu aşamaya işaret etmek suretiyle bu başvuruları incelememiş ya da onlara bir yanıt vermemiş olduğunu ifade etmiştir (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 93).

26. Anılan kararda AİHM; bir bireyin seyahat özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaya başlangıçta izin verilse dahi bunun uzunca bir süre otomatik şekilde devam ettirilmesinin bireyin haklarını ihlal ederek orantısız bir tedbir hâline gelebileceğini belirterek somut davada yerel mahkemelerin ikinci başvuranın mükerrer başvurularına karşın söz konusu seyahat yasağının haklılığını yeniden değerlendirmemeleri ve söz konusu tedbiri otomatik bir şekilde onayladıklarını ifade etmiş ve Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 94).

27. İlgili diğer ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 46-57; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37-67.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 7/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu;

i. Yurt dışına çıkış yasağı nedeniyle 2/5/2016-6/5/2016 tarihlerinde Paris Dauphine Üniversitesinde yapılan ve konuşmacı olarak çağrıldığı seminere katılamadığını, ayrıca Goethe Üniversitesinden post doktora araştırma bursu almaya hak kazandığını, bu bursun 1/7/2016 ile 30/6/2018 tarihleri arasında kullanılacağını ancak yurt dışı yasağı nedeniyle çalışmalarına başlayamadığını, eğitimi ve kariyeri açısından önemli olan bu bursu kaybetme riski ile karşı karşıya olduğunu belirtmiştir.

ii. Bilimsel ve mesleki kimliğinin de manevi varlığının kapsamında olduğunu ve Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında korunduğunu, yurt dışına çıkış yasağı ile eğitim ve öğrenimini sürdürmesinin, böylece çalışma hayatını ve kariyerini geliştirmesinin engellendiğini ifade etmiştir. Bu tedbirin meşru bir amacı olmadığını, acil bir sosyal ihtiyaca cevap vermediğini ve orantısız olduğunu ileri sürerek Anayasa'nın 17. maddesinde koruma altına alınan manevi varlığını geliştirme hakkı ile 20. maddesinde koruma altına alınan özel hayatın gizliliği ve korunması haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

30. Bakanlık görüşünde;

i. Söz konusu müdahalenin yasal dayanağı ve meşru amacı konusunda ifade özgürlüğüne müdahale iddiasında yer verilen açıklamaların tekrar edildiği belirtilmiştir.

ii. Başvurucunun Türkiye'de terör örgütü PKK'nın şehir merkezlerinde kurduğu barikatlarla ve hendeklerle güvenlik güçlerine saldırılar düzenlediği bir dönemde devletin sivillere işkence ettiğine dair asılsız ibareler içeren bir metne imza attığı ve yapılan soruşturma neticesinde terör örgütü PKK'nın propagandasını yaptığı değerlendirilerek tutukluluğa sevk edildiği ifade edilmiştir. Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin başvurucunun tutuklanması talebini reddederek sadece yurt dışına çıkış yasağı tedbirine hükmettiği ve bu bilgiler ışığında başvurucu hakkında hükmedilen tedbirin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olduğu değerlendirilmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesinde yer alan iddialarını genel olarak tekrar etmiş; bunun yanında hakkında beraat kararı verilmesine rağmen yurt dışına çıkış yasağının herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin devam ettiğini ve beraat kararının kesinleşmesinin beklendiğini, böylelikle toplam 3 yıl 8 ay 10 gün süren tedbirin Bakanlık görüşünde belirtildiği gibi "geçici" ve "ölçülü" olduğundan söz edilemeyeceğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

32. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi de güvence altına almaktadır (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent Polat, B. No: 2013/7666,10/12/2015, §§ 61-63; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §§ 30-32; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 50-52).

35. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir ilişkisinin olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle bu tür işlemlerin mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (Tamer Mahmutoğlu, § 82).

1. Uygulanabilirlik Yönünden

36. Anayasa Mahkemesi önceki birçok kararında özel hayata saygı hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını içerdiğini, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığını ve kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu vurgulamıştır (K.Ş., B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 36; Serap Tortuk, § 37; Bülent Polat, § 62; Ata Türkeri, § 31; Ö.Ç., B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 50; Haluk Öktem [GK], B. No: 2014/13433, 13/10/2016, § 27; E.G. [GK], B. No: 2014/12428, 13/10/2016, § 34).

37. Anayasa Mahkemesi, Tamer Mahmutoğlu kararında özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (sebebe ve sonuca dayalı uygulanabilirlik ilkeleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Tamer Mahmutoğlu, §§ 84-90).

38. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucunun mesleki hayatına yönelik olarak alınan tedbirin özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmadığı görülmektedir. Bununla birlikte başvurucunun gitmek istediği ülke ile güçlü mesleki bağlarının olduğu ve yurt dışına çıkışının yasaklanmasının mesleki hayatını doğudan etkilediği, dolayısıyla başvurucunun mesleki hayatına yönelik müdahalenin onun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı anlaşılmaktadır. Zira alınan tedbirin başvurucunun kendisini geliştirebilme imkânının önemli ölçüde zayıflamasına, sosyal ve mesleki itibarını koruyabilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmasına yol açacağı değerlendirilmektedir. Bu durumda sonuca dayalı nedenlerle başvurunun özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

40. Akademisyen olan başvurucunun sulh ceza hâkimliğinin adli kontrol kararıyla yurt dışına çıkışının yasaklanması nedeniyle seminer ve araştırma bursu gibi çeşitli mesleki faaliyetlerinden alıkonulması sonucu özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

41. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

42. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 20. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve ölçülülük koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

43. 5271 sayılı Kanun'un 109. ve 110. maddelerinin (bkz. §§ 18, 19) kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

44. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayata saygı hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, § 39).

45. Uygulanan koruma tedbiri ile başvurucunun duruşmalardan kaçmasının önlenmesinin ve bu yolla maddi gerçeğin süratle ortaya çıkarılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müdahalenin suçluların cezalandırılması, yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi ve bu suretle kamu düzeninin sağlanması meşru amaçları ile yapıldığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

46. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128,7/7/2015, § 51). Bu kapsamda söz konusu tedbirin gerek kapsamı gerek süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekir (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019, § 23).

47. Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (2) Koruma Tedbirlerinde Müdahalenin Ağırlığı ve Güvenceler

48. Koruma tedbirlerinin uygulanması suretiyle kişilerin anayasal haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle meydana gelen zararların ağırlığının tespit edilmesi gerekir. Bunun için koruma tedbiri yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarına eğilmek gerekir. Anayasa Mahkemesi olayın somut koşullarında koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara yol açıp açmadığını, ağır sonuçlara yol açmış ise böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanıp sağlanmadığını denetleyecektir (Hülya Kar, § 25).

49. Bu bağlamda ilk olarak başvuruya konu adli kontrol koruma tedbirinde olduğu gibi tüm koruma tedbirlerinin geçici olduğu unutulmamalıdır. Herhangi bir tedbirin ilanihaye veya herhangi bir kriterden bağımsız olarak süreklilik arz eder biçimde uygulanması mümkün değildir. Tedbirin geçici olması, tedbirden beklenen amacın hasıl olmasını müteakip sonlanacağı anlamına gelir (Hülya Kar, § 26).

50. Bununla bağlantılı olarak geçen sürenin uzaması nedeniyle koruma tedbirinin anayasal haklar üzerinde giderek ağırlaşan bir baskıya neden olacağı açıktır. Koruma tedbiri süresinin uzaması oluşan mağduriyeti artırıyor, müdahaleden önceki hâle dönülmesini güçleştiriyor veya imkânsız hâle getiriyorsa koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varılabilir (Hülya Kar, § 27).

51. Koruma tedbirinin süresi müdahalenin ağırlığının tartılmasında dikkate alınması gereken bir faktördür. Bu sebeple bir koruma tedbirinin anayasal bir hakka anlık olarak mı müdahalede bulunduğu yoksa süregelen bir müdahalenin mi söz konusu olduğu gözönünde bulundurulacaktır. Bilhassa süregelen bir koruma tedbirinin durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğünün anlaşıldığı durumlarda tedbir nedeniyle müdahale edilen anayasal hakların ihlali söz konusu olabilir (Hülya Kar, § 28).

52. Koruma tedbirleri ile anayasal haklara yapılan müdahalelerin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı güvenceler sağlanmalıdır (Hülya Kar, § 31). Müdahale teşkil eden tedbirlerin özellikle kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınmış olması gerekir. Söz konusu usul güvencelerinin mevzuatta yer almaması, yer aldığı hâlde uygulanmaması veya etkisizleşmesi koruma tedbirlerinin müdahale ettiği anayasal hakları ihlal eder (Hülya Kar, § 32).

53. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında koruma tedbirlerini inceleme bakımından temel görevi başvurucuya kimi usule ilişkin olmak üzere yukarıda değinilen güvencelerin sağlanıp sağlanmadığını belirlemekten ibarettir. Diğer bir deyişle koruma tedbirlerinin anayasal haklara müdahale ettiği yönündeki şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin denetiminin oldukça sınırlı bir alanda gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir (Hülya Kar, § 39).

 (3) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki koruma tedbiri 15/1/2016 tarihinde hâkim kararı ile verilmiş olup 25/9/2019 tarihine kadar devam etmiştir.

55. Anılan koruma tedbirinin konulmasının ardından başvurucu; yurt dışına çıkış yasağı nedeniyle mesleğini gereği gibi yerine getiremediğini, konuşmacı olarak çağrıldığı seminere katılamadığını, ayrıca Goethe Üniversitesinden post doktora araştırma bursu almaya hak kazandığını ve yurt dışı çıkış yasağı nedeniyle bu bursu kaybetme riski ile karşı karşıya olduğunu açıkça belirterek adli kontrol tedbirinin kaldırılmasını talep etmesine rağmen (bkz. § 14) başvurucunun bu yöndeki talep ve itirazları sulh ceza hâkimliklerince "verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" şeklinde, birbirinin tekrar eden ve herhangi bir değerlendirme içermeyen soyut gerekçelerle reddedilmiştir.

56. Öncelikle belirtmek gerekir ki mahkemeler koruma tedbiri kararlarında lehte ve aleyhte ileri sürülen bütün delilleri incelemek ve temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahaleye katlanmayı gerektirecek nitelikte kamu yararını haklı kılan gerçek bir ihtiyacın varlığını göstermek zorunda oldukları gibi süregelen koruma tedbirlerinin devamına ilişkin kararlarında da tedbirin devamını haklı kılan gerekçeleri göstermek mecburiyetindedir (Hülya Kar, § 35).

57. Somut olayda Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 15/1/2016 tarihli tedbir kararında açıkça "delillerin toplanmış olup karartılma ve gizleme ihtimalinin bulunma[dığını]" da ifade etmesine (bkz. § 11) rağmen sonraki tarihlerde sulh ceza hâkimlikleri, tedbirin devamına ilişkin başvurucunun ileri sürdüğü itiraz gerekçelerini kararlarında herhangi bir şekilde tartışmamış; oluşan yeni durumlara, başvurucunun savunmalarının alınmış olmasına ve aradan geçen süreye rağmen tekrar içeren, genel ve soyut gerekçelerle başvurucunun taleplerini reddetmiştir. Gerekçe, koruma tedbirleri ile anayasal haklara yapılan müdahalelerin keyfî veya öngörülemez olmaması için önemli bir güvencedir. Başvurucunun temel haklarına müdahale oluşturan tedbirlerin özellikle makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin itirazlarının mahkemelerce dikkate alınmaması mevzuatta yer alan usul güvencelerinin uygulanmaması ile mümkün olmuştur.

58. Diğer yandan koruma tedbirlerine daha sonra tesis edilecek hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak veya maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacı ya da amaçlarıyla başvurulduğunda şüphe bulunmamaktadır. Bir tedbirin hedeflenen amaca ulaşmak bakımından elverişli olup olmadığı ile olayın koşullarında zorunlu ve en uygun tedbir olup olmadığına karar vermek bakımından ilk derece mahkemelerinin geniş bir takdir payı bulunmakla birlikte yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında alınan koruma tedbiri ile hedeflenen amaca ulaşmak için hakların daha az sınırlanmasını sağlayacak alternatif yollar bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır (Hülya Kar, § 44). Eldeki başvuru bu kapsamda incelendiğinde sulh ceza hâkimliği kararlarında başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı tedbirine alternatif diğer adli kontrol tedbirlerinin uygulanıp uygulanamayacağına dair hiçbir tartışma yapılmadığı da görülmektedir.

59. Türk ceza muhakemesi hukukunda kural olarak sanığın savunması alınmadan hüküm kurulamamaktadır. Somut olayda yurt dışına çıkacak olması nedeniyle başvurucunun savunmasının alınmasının zorlaşacağı ve bunun da eldeki ceza yargılamasını uzatacağı düşünülerek koruma tedbiri alınmış ise sanığın savunması alındıktan sonra tedbirin devamına hükmedilmesinin zorlayıcı sebepleri gösterilmemiştir. Kaldı ki ne başvurucunun üniversite öğretim elemanı bir kamu görevlisi olması nedeniyle duruşmadan kaçma ihtimalinin düşük olduğu ne de post doktora çalışması nedeniyle gideceği memleketle Türkiye'nin yoğun adli yardımlaşma ilişkilerinin varlığı nedeniyle bulunduğu memlekette de savunmasının alınmasının mümkün olduğu değerlendirilmiştir.

60. Başvuruya konu koruma tedbiri olan yurt dışı çıkış yasağı nedeniyle başvurucu, Goethe Üniversitesinden almış olduğu post doktora araştırma bursunu kullanamamıştır. Başvurucunun savunmasının alınması nedeniyle kendisinden beklenen amacın zaten hasıl olduğu söz konusu koruma tedbiri, herhangi bir kriter gözetilmeksizin ve süreklilik arz eder biçimde oldukça uzun bir süre uygulanmıştır. Somut olayın bu koşulları altında anılan yetersiz ve çelişkili gerekçelerle koruma tedbirinin yaklaşık 3 yıl 8 ay sürmesinin oluşan mağduriyeti artırdığı, müdahaleden önceki hâle dönülmesini imkânsız hâle getirdiği anlaşıldığından başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varmak gerekmektedir.

61. Bu bağlamda başvurucu hakkında tatbik edilen yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki koruma tedbiri ile başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahale edilmiş, başvurucu şikâyet ve itirazlarını soruşturma makamlarına taşımış, buna karşın soruşturma ve yargılama makamları ilgili ve yeterli bir değerlendirme yapmaksızın başvurucunun taleplerini reddetmiştir. Başvurucu, koruma tedbiri hakkında yukarıda belirtilen usule ilişkin güvencelerden makul olmayan bir süre ve öngörülemez bir şekilde yararlandırılmamış, böylelikle yurt dışı çıkış yasağı tedbirinin sonuçları bakımından orantılı olarak uygulanmadığı kanaatine varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

63. Başvurucu, imza attığı bildiri nedeniyle yurt dışına çıkmasının yasaklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini de ileri sürmüşse de özel hayata saygı hakkı yönünden ihlal kararı verilmiş olması ile Anayasa Mahkemesinin Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri kararı sonrası ilk derece mahkemesince anılan karar esas alınarak başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi birlikte değerlendirilerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

66. İncelenen başvuruda suç soruşturması ve kovuşturması nedeniyle başvurucunun hâkim kararıyla yurt dışına çıkışının ölçüsüzce yasaklanması sonucu özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

67. Başvurucu bireysel başvuruda bulunduktan sonra Düzce 1. Ağır Ceza Mahkemesince 25/9/2019 tarihinde hakkındaki yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyet ettiği adli kontrol tedbiri sona ermiştir. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat dışında yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

68. Özel hayata saygı hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.